28 Eylül 2007 Cuma

Tekirova- Phaselis- Tamamlama

26 Nisan 2007

Tekirova’nın merkezinden ana yola doğru çıkarken, sağda Belediye binasını ve Jandarma’yı geçtikten sonra, yine sağda Likya yolu tabelası var. Phaselis 3 km yazıyor. O yolu dümdüz takip ettim, bir yerde sağa saptım, o sapakta Sundance’in tabelası var, ‘1700 metre kaldı’ diyor. Portakal çiçekleri kokusuyla mest olduğum o yolu bitirince, sola saptım.

Tam Sundance’e gelmeden hemen önce solda bir çayırlık var, aklım gitti. Doğa ressamı abartmış diyeceğim, öyle bir manzara, ‘onu da koymuş, bunu da’. Geniş bir çayırlık canlandırın gözünüzde, ortada herhalde iki insanın zorlukla kucaklayabileceği kalın gövdesiyle yaşlı bir çınar ağacı, şimdi de çayırlığı beyaz papatyalar, kırmızı gelincikler, parlak sarı çiçekler, koyu mor çiçekler, yeşilin çeşit çeşit tonu ile doldurun. Yetmedi üzerinde de tarçın renkli atlar otlasın. Arkada da yemyeşil yumuşak kıvrımlı, kat kat tepeler olsun. Uzun uzun içime çektim bu güzelliği, yine kalbim doldu doldu taştı.

Yola çıktıktan 45 dakika sonra Sundance’teydim.

Sundance Konaklama

Fotoğraf Itzik Dagai'nin albümünden: Ağaç evler

Oldukça rahat bir yer. 45 dakika kadar ilgili kişiyi bekledim bahçede. Ama acelem yok zaten. Burası bu uzun yolculuğu tamamlayacağım yer, iyice anladım. Küçük bungalovlar var. Bir de her yanı açık ağaç evler. Çadır da kurulabiliyormuş. Çevresi orman, önünde sahil var. Yanından bir dere geçiyor. Yemekleri güzel.

(Sundance: Gülden Miller - 0242 821 41 65- 821 55 27 http://www.sundancecamp.com/ )


Tamamlama

Tüm yolculuk boyunca ilk defa denize girebildim. Phaselis ile Sundance arasındaki ilk kumsaldayım. Arkam çam ormanı, onun arkasında Tahtalı Dağı görünüyor denize girince. Koyun iki yanı da çam ormanı. Dalga sesinden başka ses yok. İleride bir balıkçı olta atıp duruyor. Phaselis’i gezmeye giderken, “Rastgele” demiştim, dönüşte bana bir portakal verdi. Kumsalda oturup, onu yedim. Güneş güzel ısıtıyor. Denize bakıyorum, denizin içinde yüzlerce gökkuşağı çubuğu. Daha önce pek çok kez gördüğümü hatırlıyorum bu harika ışık oyununu, ancak bu kez kalbime dokunuyor. Kumların içinde papatyalar açmış. Koyu gri kumların içinde beyazı iyice patlamış papatyalar… Sağım solum önüm arkam sevgi…

Sundance’te iki gün kaldım. Günlüğüme şöyle yazmışım; “Çantasız hayat öyle hafif ki- hani 5 kilo verir de kuş gibi hafif hisseder ya insan, yürüyüşü bile değişir. Bugün baktım kendime, sekiyorum resmen :)” Çantam ile birlikte zihnimdeki çeşitli yükleri de bırakmış olabilir miyim…

Phaselis’i gezdim bir gün. Tiyatroda oturdum uzunca. Siyahlı beyazlı bir kedi de üst sıralardan birinde uyuyordu, gösteriyi beğenmemiş olacak! Phaselis’te gül yağı üretirlermiş. Her yer güldü demek ki, gül kokusu içinde bir şehir. Konum olarak da harika. Yalnız şehir halkının namı pek hoş değil, açgözlü oldukları dedikodusu varmış. Ne ilginç, doğayla iç içe olmanın insanın sevgi kapasitesiyle doğrudan ilgisi yok belki de. Gül yetiştirmek, gül yağı yapmak ne kadar insanın gönlünü açacak bir iş gibi görünüyor ama herkes şelaleden kabı oranında ışık alıyor…
Fotoğraf Rita Schumann'ın albümünden: Phaselis


Kuş kitabı buldum Sundance’in kitaplığında, hemen yolda gördüğüm kuşlara baktım, bir kısmını buldum sanırım. Ama tabii kitabın bana sorduğu pek çok soruyu cevaplayamadığım için, bazı kuşları adsız sevmeye devam edeceğim…

Bir de ağaç kitabı buldum. Oradan da yolda gördüğüm ve hatırlayabildiğim ağaçların isimlerini bulmaya çalıştım. Eh, birkaçıyla tanıştım ama diğerleri isimsiz kahramanlar…

Krishnamurti’nin bir nesneye isim verdiğimiz an’da ona ilgimizin söndüğüne ve artık onu fark etmemeye başladığımıza ilişkin bir tespiti var. Nerede okuduğumu hatırlayamadığım için, kelime kelime yazamıyorum. Yine Thich Nhat Hanh buna güzel bir örnek verir: “Geçen yıl ormanda bir grup çocukla yürürken, küçük kızlardan birinin uzun uzun düşündüğünü fark ettim. Sonunda bana şöyle sordu, “Bu ağacın kabuğu ne renk?” “Gördüğün renkte” dedim. Onun tam önündeki harika dünyaya girmesini istiyordum. Başka bir kavram daha eklemek istemiyordum.” (Buda’nın Öğretisi, s.68)

Bunları biliyorum, diğer yandan bir kuşu ya da ağacı tanımlamaya çalışırken, onunla nasıl bağlantı kurduğumuzu da biliyorum. Nasıl daha dikkatli baktığımızı, baktıkça yabancılığını, ayrılığını kaybettiğini biliyorum. Gözlem gücünü geliştirdiğimizde, her şeyi daha açıklıkla görebildiğimizi ve yaşama da o açıklık, netlikten gelen tepkiler verebildiğimizi biliyorum. O yüzden bir fırsat olursa, bir dahaki sefer yanımda ağaç ve kuş kitabı götürmek niyetindeyim.

Yolun başında bir liste yapmıştım: “iyi dilek listesi”. 14 yıldır tanıdığım, İngiliz annem diye sevdiğim Mrs. Twiss’in böyle bir dua listesi varmış, onu son ziyaretimde benimle paylaşmıştı. Her sabah kalkar o listedekilere dua edermiş. Hoşuma gitmişti. Bu yolculukta ben de böyle bir “iyi dilek listesi” yaptım. Ailem, dostlarım, tanıdıklarım, yolda tanıştıklarımla uzunca bir liste. İçimden geldiği her yerde bu kişilere iyi dilekler göndermiştim. Bu kez kumsalda oturup, her biri için uzun uzun dileklerde bulunup, denize birer taş attım adlarına. Onlara ulaştırmak üzere de birer taş aldım.

Böyle böyle tamamlama yolunda ilerliyordum. Neredeyse bir aydır yoldayım, kendime birkaç soru sordum kumsalda:

* Bende ne kaldı bu yolculuktan?
* Neleri geride bıraktığımı düşünüyorum?
* Yaşama ne taşıyorum bu yolculuktan?

İçime gelenleri yazdım.

Daha önceki inzivalarımdan deneyimlediğim, kimliğimdeki, yaşamımdaki değişimi ancak birkaç ay içinde görebildiğim, hatta daha ziyade başkalarının görebildikleri. Dönüşüm Oyunu’nun en eski kolaylaştırıcılarından Judy McAllister‘in bu konudaki tespiti bana çok yakın gelmişti. Demişti ki Judy, “Kendimdeki değişimi günlük yaşamda yakalamam her zaman mümkün olmuyor, zira sürekli kendimle yaşadığım için küçük değişiklikleri fark etmiyorum. Ancak ne zaman ki eskiden yoğunlukla yaptığım ama bir süredir yapmadığım bir şeyi yapıyorum, değişiklikleri netlikle görebiliyorum.” Ben de günlük yaşam içinde tutumumdaki, zihnimdeki, eylemimdeki değişiklikleri göreceğim herhalde.

Yine de yola çıktığım niyetle ilgili neredeyim diye bakıyorum ve aslında tüm yolculuk boyunca bu niyeti dolu dolu yaşadığımı fark ediyorum. Tüm yol boyunca canlılık hissettiğimi fark ediyorum.

Sizlerle paylaşabileceğim birkaç değişiklikten biri, merak duygusu. Merak duygusu yaşamı canlı kılan ve bilgelik yolundaki gelişmemizde de önemli yeri olduğunu düşündüğüm bir duygu. Ancak burada elbette ki sağlıklı meraktan söz ediyorum. Vipassana inzivaları sırasında nasıl nefes alıyorum, nasıl görüyorum, nasıl yürüyorum, kızdığımda bedenimde neler oluyor diye merakla gözlem yapıyordum. Ancak bu yürüyüş sırasında fark ettim ki, günlük yaşamımda bu merak duygusu körelmeye başlamış. Zen öğretisinde “başlangıç zihni” diye bir kavram vardır. Benim anladığım, bunun anlamı yaşama önceden bir yargı, düşünce olmadan, saf bir zihinle bakabilmek. İşte merak da sanki bunun bir özelliği.

Yol boyunca gelişen bir yanım da bilinmeyen karşısındaki rahatlık duygusu. Yaşamımın birçok döneminde kendi güvenlik alanımdan çıktığım nice vesile oldu. Ancak hala gelişecek ne çok yer varmış. Buna biraz şaşırdım, biraz da korkunun üzerimizdeki etkisini daha yakından bir kez daha görme fırsatım oldu.

Connecting with Nature kitabında (s.8) der ki, “Doğayla bağlantımız yalnızca bedensel değildir, zihnimiz, kalbimiz ve ruhumuzla da bağlantıdayız doğayla. Ve hepimizin çevremizdeki yaşamla iletişim kurma, sırlarını anlama, anlamlı ve hizada yaşamamıza yardımcı olacak bilgi ve içgörülere ulaşma yeteneğimiz var.” Ne demek istediğini daha derinden anlıyorum şimdi.

Yolda işaretleri izlemeye çalışa çalışa, kaybolup, tekrar bula bula, yaşamda da işaretleri izleme becerimin geliştiğini fark ettim. Hele dönüşte bu daha da belirgin oldu.

Bir de yaşamımın belki de hiçbir döneminde olmadığı kadar rahat alabildiğimi, kabul edebildiğimi ve verebildiğimi gördüm. Daha önce de yazdım ya, kendimi bir arı gibi hissettim çoğu zaman. Oradan oraya malzeme, bilgi, enerji taşıyıp durdum. Yolda gördüğüm birçok insan, hayvan, bitki de bana birçok şey ikram etti. Gönül rahatlığıyla ve büyük bir keyifle bunları kabul edebildim. Ne büyük özgürlükmüş kabul edebilmek. Ve aslında kibirin insanın üzerinden pul pul dökülmesiymiş.

Ve kalbimin nasıl büyüdüğünü hissettim yol boyunca. Nasıl sevgiyle, şükranla, şefkatle, anlayışla dolduğunu. Daha ne isteseydim ki.

Bambaşka bir insan oldum mu? Bilemem ancak şimdi bunları yazarken biliyorum ki başka bir yerdeyim kaç aydır ve bilincim de geri düşmedi şimdiye kadar. Zira yine inzivalardan biliyorum ki, bazen farkındalık artıyor, frekans yükseliyor ancak orada odaklanamadığım için, kalıcı olmuyor. Tabii ki o deneyimleri yaşamak çok önemli. Ancak kalıcı değişiklikler için, odaklanmak şart. Farkındalık çalışmalarında verdiğim örneklerden biriydi: Bir yemek pişirmek istiyorsak, ocağın altını ikide bir de açıp kapamak olmaz. Yemek o zaman pişmez. Ancak belli bir süre belli sıcaklık odaklanırsa, yemek pişer. Hepimiz de kendi üzerimizdeki çalışmalardan biliriz, kalıpları kırmak, değişiklik gerçekleştirmek için, belli davranışları bir süre yapmak ya da belli bir gerçekliğini belli süre görmek gerekir. Gerekir demek istemiyorum da, ancak böyle değişiklik olduğunu görüyorum diyeyim. Hatta bir bilgiye göre beyinde istenilen yeni nöronların oluşması için 21 gün sürekli aynı davranışı yapmak gerekirmiş.

Bu hesaba göre 1 aylık yürüyüş birkaç nöron değiştirmiştir herhalde beynimde :) Burada iki nokta üst üste ve açık parantez yetmedi, içimdeki kahkahayı da yazayım: ha ha ha…

İlk soruya verdiğim cevapların ancak bu kadarını paylaşabiliyorum sizinle.

İkinci soru; ‘Neleri geride bıraktığımı düşünüyorum?’ idi. Cevap çok basit oldu:
Geride kalanlar.

Üçüncü soru: Yaşama ne taşıyorum bu yolculuktan?
İlk soruya verdiğim cevapları ve kendim olma cesaretini.

Son gece de bir küçük ritüel yapmak istedim tamamlamaya dair. Gömleğim epey yıpranmıştı. Ve bu yolculuğun benim için bir nevi “gömlek değiştirme” olduğunu tahmin ediyordum. Yılanların dar gelen derilerini değiştirmeleri gibi yani. Gülden Hanım’a odamdaki sobada gömleğimi yakıp yakamayacağımı sordum. Bahçede ateş yakılan yerin daha uygun olacağını söyledi. Son gece ortada kimsecikler yoktu, gömleğime ve tüm emeği geçenlere teşekkür ederek, gömleğimi yaktım. Yolculuk tamamlanmıştı bana göre…

Fotoğraf Itzik Dagai'nin albümünden:


Her tamamlama, bir başlangıç belki… Yaşam bir süreç, devam ediyor…

Son günlerde ‘şimdi ne olacak düşünceleri’ de zihnimi ara ara istila etmeye başlamıştı. Dönüşte ne yapacağım? Nereye akacağım? Yaşamım epey bir zamandır beyaz sayfalarla dolu bir macera gibi. Şimdi açılan sayfaya ne yazacağım?

Ayrılacağım günün sabahında bahçede keyif kahvesi içiyordum, bir yandan da notlarımı yazıyordum. Orada tatil yapan bir kız geçti yanımdan. Bir saat kadar önce ata bindiğini görmüştüm, önde hocanın atı, arkada bu kız kızıl bir atta, epey keyifli görünüyordu. Yanımdan geçerken, bu görüntüye ilişkin bir şeyler söyledim, biraz lafladık. Ata binerken, kendisini en çok neyin etkilediğini sordum. “En önemlisi kontrolü ata bırakabilmek, korkuyu bırakmak”, dedi. “Teslimiyet yani”, dedim. “Evet” dedi. “İkincisi de ritim”, dedi. “O ritme uyabilmek çok önemli”…

Eh yaşam derslerinin nereden geleceği belli olmuyor. Bundan sonrası için yaşama teslimiyet gerekiyor belki de her zamanki gibi… ve yaşamın ritmine uymak…

5 yorum:

  1. halecim ellerine sağlık...
    seyir defterinden notlar yazı dizini de buraya ekleyecek misin?
    sevgilerimle
    çağla

    YanıtlaSil
  2. hemen geliyor Caglacim :)))

    YanıtlaSil
  3. yüreğine sağlık halecim! iyi ki paylaştın bu çok güzel deneyimini... sevgiyle kal.

    YanıtlaSil
  4. Keyfini çıkrararak okumayı bitirdim, Ara ara ben de gezmiş gibi oldum yanında. Ellerine sağlık. Sevgiler...

    YanıtlaSil
  5. Kaleminize ve yüreğinize saglık, bu uzun yolda yazdıklarınızdan faydalanmanın degeri olculemez :)

    YanıtlaSil