2 Eylül 2007 Pazar

Likya Yolu yolculuğu kalbime nasıl düştü?

Bazen hiç beklemediğimiz, sıradan bir anda birdenbire yaşamımızın seyrini değiştirecek bir şey oluverir, bir söz duyulur, biriyle karşılaşılır. Yaşamda akarken, bir sonraki köşe başından ne çıkacağı belli olmaz. Yaşamın bir özelliği ve de güzelliği bu. İçimizde ne kadar özgürsek, böyle sürprizler daha mı fazla fark edilir olur acaba, belki de. Yaşamda sakin sakin yuvarlanıp giderken, 2006 yılının son aylarından birinde Kanada’da yaşayan arkadaşım Lale İstanbul’a geldi. Uzun uzun sohbetleri çok severiz, ama o gün zamanı çok sınırlıydı. Kısacık bir öğle yemeği yedik. Söz arasında bir arkadaşının Likya yolunda birkaç gün yürüdüğünden söz etti. O Likya yolu deyince, birden sanki yıllardır beklediğim haber gelmiş gibi, sevinç doldu içime. Sanki bedenime özsuyu yürüdü. İçimde yükselen bu ani coşkuya tam bir anlam veremedimse de, “Haydi biz de yürüyelim bu yolda” dedim. Ve bir macera böyle başladı, ne Lale, ne ben o günkü birkaç cümlenin nasıl bir hediye paketi olduğunu bilmiyorduk.

Dönem dönem ‘durup’, yaşamımı gözden geçirmeyi seviyorum. Bakıyorum bu yaşamı gönlüme sinen bir şekilde değerlendiriyor muyum, yoksa heba mı ediyorum diye. Bu değerlendirme süreci önceleri epey sancılı geçiyordu, yaşamla hizalandıkça sarsıntılar daha farklılaştı. Belki bir gün uzun uzun iç dünyamdaki bu süreci anlatırım. Şimdi anlatmak istediğim bu süreçte kendime sorduğum sorulardan biri: Ölmeden önce mutlaka yapmak istediğim bir şey var mı? Ölürken, bilinçliysem, ‘of ya şunu da yapsaydım keşke’ diyeceğim bir şey kaldı mı?

İşte kaç yıldır bu soruya bir türlü cevap bulamıyordum. Nasıl olur da yapmak istediğim bir şey olmaz! Bir hevessizlik hali. Bir nevi cansızlık hali. Öyle yorumluyordum yani. O gün Lale sanki parolayı söylemiş gibi oldu: Likya yolu. Bir heyecan, bir kıyamet, bir coşku içimde. Gözümü kapadığımda içimde minik insanların ellerinde marakaslarla şarkı söyleyip, dans ettiğini görüyorum. İçim karnaval gibi.

Kutlamalar sakinleşince, durdum içime baktım ne oluyor diye. Doğada yürümeyi oldum olası çok severim. Tatillerde mutlaka fırsat yaratır, çevrede günübirlik yürüyüşe giderim, genellikle de kendi başıma. 1993 yılında İngiltere’de kaldığım dönemde Ramblers Association diye bir kuruluşa üye olup, her haftasonu onlarla yürüyüşe gittim neredeyse bir buçuk yıl kadar. Ve orada Kıyıdan Kıyıya (Coast to Coast) diye bir yürüyüş parkuru olduğunu duydum. Atlantik kıyısından Kuzey Denizi kıyısına kadar yürünüyor, geceleri de yoldaki pansiyonlarda kalınıyor. Nasıl istemiştim o yürüyüşü yapmayı. Araştırdım, hazırlandım. Ancak ekonomik gücüm o zaman bunu gerçekleştirmeye yetmedi. Biraz boynumu büktüğümü hatırlıyorum şimdi geriye baktığımda. Sonra İspanya’da El Kamino yürüyüşüne ilişkin Shirley Mc Lane’in bir kitabını okudum. Yine içim hopladı, ama o da olmadı. Fransa’da 200ü aşkın kişinin her yıl 15 gün yürüdüğü Dharma Yatra yürüyüşüne katılmayı istedim, yine engeller çıktı. Sonra da bu hayalin üzerini sanki hayal kırıklığı külleriyle örtmüşüm. Şimdi gözümde öyle canlanıyor bu hal. Ancak özümle derinden bağlantılı bir istek olduğu için küllerin altında bir kor “canlı” kalmış anlaşılan. Lale parolayı söyleyince, sanki kapı açıldı ve başka bir dünyaya geçtim, ateş canlanıverdi…

Bazen yaşamımızda ne yapacağımızı, hangi yöne gideceğimizi, ne istediğimizi bilemediğimiz dönemler oluyor. Sisler içinde kaybolmuş gibi hissediyoruz. Acaba böyle zamanlarda geçmişte birkaç kere çok isteyip de yapamadığımız, ya da yaptığımız, çok sevdiğimiz ama sonra sürdüremediğimiz hayallerimizin bir listesini çıkarmak bize yol gösterir mi diye düşünüyorum şimdi. Ancak hiçbir kısıtlama getirmeden, özgürce her şeyi yazmaktan söz ediyorum. Belki bunu yaparken, sisler, küller arasında kalmış canlı bazı korları keşfetmek mümkün olur.

Kendi yaşamımdan gördüğüm o ki, çoğu zaman görev bilinciyle, kimi zaman toplumsal kısıtlamalarla, kimi zaman zihnin hikâyeleriyle gerçekten kalbimden gelen, bana coşku veren bazı şeylerden uzaklaşmışım. Yıllar içinde gördüm ki, tüm bunlar birer yanılsamaymış, yani gerçek değilmiş. Kendi hapishanemi -çevrenin de katkılarıyla ancak yine kendi ellerimle- bir güzel inşa etmişim, geçip içine de oturmuşum. Oysa insanın gerçek doğası özgür, değil mi! İşte yıllardır o hapishanenin tuğlalarını sökmekle uğraşıyorum, bir yandan da bu özgür doğayla nasıl yaşanacağına alışmaya çalışıyorum.

Özgürlük de bazen ip üzerinde yürümek gibi geliyor. Şiddetsiz iletişimde; şiddetin “başkalarının ihtiyaçlarını dikkate almama” olarak tanımlanması bana çok yakın geliyor. İpin altı şiddet mi? Belki. Ancak aynı zamanda kendi deneyimlerimden, gerçek doğamızın isteklerinin çevremizin gerçek doğalarının istekleri ile çelişmediğini gördüm. Bizim tanıdığımızdan, bildiğimizden başka bir düzen olabilir bu evrende, yalnızca özümüzden gelenleri yaparak var olduğumuz ve çevremize katkıda bulunduğumuz bir düzen. Puzzle’ın parçalarının kendiliğinden kolaylıkla birleştiği bir düzen. Belki. Şiddetsiz iletişim çalışmasının kurucusu Marshall Rosenberg, “Oyun olmayan hiçbir şeyi yapmayın” diyor. Üzerinde düşünmeye, hatta uygulama denemeleri yapmaya değer bir söz bana göre. Ancak kendi sürecimden biliyorum epey sadeleşme, zihin berraklığı, öz bağlantısı gerektiriyor, “çok çalışmam lazım, çok”. Buda’nın önerdiği “çabasız yaşam”a ulaşmak için bile çaba gerekiyor. Bu yaşam çok muzip…

Haydi yazıyı toparlayayım. Birkaç ay sonra Lale yaşamında gelişen olaylar sebebiyle 2007 yılında bu yürüyüşü yapamayacağına karar verdi, “Seneye yapalım” dedi. Durdum, baktım ve kendim için ertelememeye karar verdim. Seneye ne olacağım belli değil, bedensel, ailesel şartlarım değişebilir ve bu yürüyüşü yapamayabilirim diye düşündüm. Tek başına bir yolculuk planlamaya koyuldum. Likya yolu yürüyüşü bir çeşit hac yolculuğu, özgürlük yürüyüşü oldu benim için. Bunun böyle olacağını başından hissetmiştim, o nedenle bir yürüyüş arkadaşı arayışına girmedim. Neyse ki Lale işlerini ayarladı, yürüyüşe birlikte başladık ve 4 gün beraber yürüyebildik. Sonrası kendi başıma- “tam bir ay” tepelerde, yaylalarda, kıyılarda, içte, dışta, her yerde, hiçbir yerde...

Bu yol, yolculuk beni hala o kadar coşkulandırıyor ki (bunları yazarken yürüyüşün üzerinden aylar geçti), bu enerjiyi yüreğimde tutamıyorum. Sonunda bu yolculuğu yazmaya ve paylaşmaya karar verdim, yani önümüzdeki günlerde yolculuğun güncesini paylaşacağım. Bir nevi yazmaktan başka çarem yok, coşku yüreğimden taşıyor…

Yazdığım satırlara gözü, yüreği değen herkesin –hepimizin iyiliğine olacak şekilde- kalbini coşturan yolları rahatlıkla bulabilmesini, bu yollara girebilmesini ve kolaylıkla, neşeyle bu yollarda yürümesini diliyorum… Bu satırların uygunsa, bu yönde bir nevi maya olmasını diliyorum…

6 yorum:

  1. Likya yolculuğunun hikayesini okuyunca aklıma 2001 yılında benzer bir "ne yapacağını bilememe" haliyle karşılaştığımda içimdekileri eşeleyerek ortaya çıkardığım ve maddi nedenlerle o zaman gerçekleştiremediğim ama 2008 yılında gerçekleştirmeyi planladığım "Amazon Ormanları" seyahatim geldi. Yazıyı okuduktan sonra içinden geçenleri ifade edebilme şekline hayran oldum. Eline ve beynine sağlık...

    YanıtlaSil
  2. Meltem'cim içte ve dışta yolun açık olsun... Bir gün dilerim biz de senin Amazon Ormanlarını okuruz keyifle...

    YanıtlaSil
  3. hale'cim ,
    kocaman merhaba
    blogu dün gördüm ve öyle mutlu oldumki. yazıları baştan itibaren yavaş yavaş okumak istiyorum. başladım. ben de bıraktıkları etkileri de düşünüyorum bir yandan, sonra sana da iletmek istiyorum tabi.
    bu yazıdaki insanın yaşamını değerlendirmesi, yapmak istedikleri kısmı beni epeyce düşündürücek gibi.
    sevgiyle sarılıyorum.
    şadan
    arasinannesi.blogspot.com

    YanıtlaSil
  4. Şadanciiim,
    Ne güzel bir sürpriz! Çok sevindim.
    Yazıların yaşamına etkisini duymayı çok isterim, varsa tabii. Bu yazıları yazmak kendi başına keyif ve yazarken kendi farkındalığımı da arttırdığımı görüyorum. Aynı zamanda bu yazıları başkaları için de yazıyorum. İnsanların yaşamına dokunup dokunmadığımı, nasıl dokunduğumu duymak beni de besliyor, değerlendirme fırsatı veriyor.

    Bu arada arasinannesi bloguna baktım, ne kadar içaçıcı ve ferah. Şöyle bir sayfalarda gezindim. Kısmetime Ağustos'ta yaptığınız tatil ve limonata tarifi çıktı. Hemen notlarımı aldım :)))
    Ben de sevgiyle kucaklıyorum.

    YanıtlaSil
  5. hiç güzel değil

    YanıtlaSil
  6. darısı başıma çok isterim bu yolda yürümeyi

    YanıtlaSil