21 Nisan 2008 Pazartesi

Yola Işık Tutan Sözler- Montaigne

The Blue Door- atrium09-www.flickr.com


Bir kapının kapalı olduğunu anlamak için,
o kapıyı itmek gerekir.

Montaigne




18 Nisan 2008 Cuma

İyi Dilekler

"Endişe ve korku kuşları başının üzerinde uçabilir.
...Bunu değiştiremezsin.
Ancak saçlarının arasında yuva yapmalarını,
...İşte bunu önleyebilirsin."

Çin Atasözü

The birds of worry and fear fly above your head,
... this you can not change.
But that they build nests in your hair,
... this you can prevent.

Bugünkü söz İngiliz annem dediğim Mrs.Twiss'ten. Yıllar önce gönderdiği bir kartta yazmıştı. 15 yıl olmuş tanışalı. Hemen kaynaşmıştık. Yıllar içinde de aramızda derin bir bağ oluştu. Bugün onun doğumgünü. Tam bilmiyorum kaç yaşına girdi, sekseni geçeli epey oldu. Talihsiz nice anılarla dolu zor bir hayat geçirmiş. Birçok kayıp, hastalık, bakıma muhtaç insanlar. Şimdi kuzeyde bir köyde yaşıyor, ömrü boyunca hep yaşamak istediği bir yerde. Elmasını hala yarım yiyor, sonra bahçedeki kuşlara bırakıyor, "bu da kuşların hakkı" diye. Bir dua listesi var, bir gün göstermişti, uzunca bir liste. Her sabah kalkıp, listedeki kişilere, televizyonda seyrettiği zor durumdaki ülkelere ve tüm dünyaya dua eder yıllardır. Bütüne katkısının bir bölümü böyle.

Bugün siz de bana katılmak ister misiniz ona iyi dilekler göndermekte? Mutlu olsun, sağlıklı olsun, içi huzurla dolsun, hep destek ve dayanışma olsun yaşamında, sevgi ve sıcaklık yaşasın, yürekten bağlantılar kursun. Ve de yüreğimize başka ne gelirse.

Sonra da başka tanıdığımız insanlar için iyi dileklerde bulunalım, ne dersiniz? En yakınlarımız, şimdi bulunduğumuz odada olanlar, tanımadığımız ama şimdi pat diye aklımıza gelenler, hatta bunlar çok kızdıklarımız olsa bile. Herkes mutlu olmak istiyor, her varlık, bunu çok talihsiz yollarla yapmaya çalışanlar bile. Hepsi için iyi dileklerde bulunalım, şefkat iç alemimizi doldursun...

Bu satırlara gözü değenler ilham dolsun, sevgiyle dolsun taşsın, bilgelikleri artsın, özgür olsunlar... diliyorum.


17 Nisan 2008 Perşembe

Kalbe Dokunan Küçük Hareketler

Dünden devamla...

Bazen saygı, dürüstlük, özen, şefkat içeren çok basit, küçücük hareketler bize insanlığımızı, içtenliğin, kalbin gücünü hatırlatır. Bizim de içimizdeki sevgi kaynağını hareketlendirir, yüreğimizin kapasitesini hatırlarız... Böyle hareketler kalbimize dokunur, coşku bazen gözümüzden yaş bile getirir... Özellikle karşımızdaki bunu bize göstererek yapmadığında, hatta kimi zaman yapanın kim olduğunu bilmediğimizde, niyetin güzelliği, gücü ortamı kaplayıverir...

Küçücük bir örnek... Geçenlerde tek kişilik bir çalışmadayım. Genellikle çayın yanına atıştırılır diye kuruyemiş koyuyorum. O sıralar yoğunluk çok, alışverişe gidemiyorum, paylaşabilecek pek bir şey yok. Bir kasede birkaç kayısı yalnızca. Bir aralık oldu, içeri gittim, geldim. Bir baktım kayısı kasesi dolu. Arkadaşım çantasından kayısı koyuvermiş o arada. Hiç bir şey söylemedi. "Bak çantamda da kayısı varmış, koyayım" falan hiç bir şey. Çok doğal, sade ve yalın bir şekilde ihtiyacı görüp, tamamlayıvermiş kendine göre. Niyeti gereği ismini yazmayacağım, ama bu küçücük davranış kalbime dokundu. Bazen birbirimizin yaşamına yaptığımız küçücük katkılar hem yaşamlarımızı zenginleştiriyor, hem de kalbimizi açıyor...

Karşımızdaki ihtiyacını söylemeden yapılanlar... Hiç beklenmeyen birinden ya da hiç beklenmeyen bir zamanda gelen hoş sürprizler... Hiç tanımadığımız birine gösterdiğimiz özen... (Geçenlerde vapurda dışarıda oturuyorum. Yanımdaki kişi sigara içiyormuş, neden sonra fark ettim. Nasıl oldu da bu sigara dumanı bana gelmedi diye döndüm baktım. Zira dışarıda oturmak sigara içmeyenler için biraz eziyet olabiliyor. Bir baktım ki, dumanın kişilerin üzerine gelmemesi için özen gösteriyor ve bunu hiç göstermeden yapıyor. Yine kalbime dokundu.) Hiç kimse bilmeden yapılan küçük katkılar... Karşılık beklemeksizin sadece yürekten vermenin sevincini yaşamak için yaptıklarımız... Değerlerimizle uyum içinde yaşayarak neşeyle yaptıklarımız... Hele bunları bize yapanlar varsa, onları beslemek... Bunları daha da çok yapabilmeleri, başka kalplere dokunabilmeleri, kendi yaşamlarının zenginleşmesi için onları verdiklerinden daha da fazla beslemek...

Dünkü yazıda aklımıza güzel bir şey geliyorsa, hemen yapalım, diyordu. Şefkatimizi, özenimizi, saygımızı, içtenliğimizi yaşayacağımız küçücük hareketler geliyorsa mesela, hemen gerçekleştirsek ne güzel olur, değil mi? Kendimizin ve çevremizin yaşamı ne kadar zenginleşebilir... Ezber, tekdüze yaşamdan küçük paylaşımlar, derin keyifler yaşamına geçiveririz belki...

16 Nisan 2008 Çarşamba

Derin İçgörü Geliştirmek için Formül :)

Buradaki yazılarda sık sık adı geçer Burmalı vipassana hocası Sayadaw Jotika’nın. Onun The Map of the Journey kitabını okurken, bir paragraf çok dikkatimi çekmişti. Not almışım. Dünkü an’da olanı görme, an’ın gereğini yerine getirme yazısının devamı gibi geldi bana. Sizinle paylaşayım.

Sayadaw Jotika, bilgeliğin, içgörünün doğası gereği, bir şeyin iyi/uygun/bilgece olduğunu bilip de yapmadığımız takdirde, bu içgörüyü kaybettiğimizi söylüyor. Özellikle sakin sakin durduğumuzda ya da meditasyonda birdenbire aklımıza harika bir şey gelir ya da belki çok olağanüstü değildir ama birisinin yaşamına katkısı olacak bir şeydir, sonra yaşamın hay huyuna kapılır, bunu gerçekleştirmeyiz. Hatta bazen yapmayı unuttuğumuz bir şey gelir aklımıza, hemen yapmazsak yine unutulur gider. Jotika diyor ki, böyle bir şey olduğunda hiç olmazsa hemen yazın ve ilk fırsatta da gerçekleştirin. Yanlış bir şey yaptığınızı ya da söylediğinizi de fark ederseniz, hemen düzeltin. Ya da öylesi uygun olacaksa, telafi edecek bir şey yapın.

Eğer derin içgörüler geliştirmek istiyorsanız, doğru olduğunu anladığınız şeyi hayata geçirin. “Yalnızca bunu bile yapsanız”, diyor Jotika, “Sizi temin ederim ki çok derin spiritüel nitelikler geliştirebilirsiniz.”

“Böylece doğamız bize daha da yoğun bir şekilde neyin uygun olduğunu gösterecektir… Daha farkında olmaya gayret edin, farkındalık uygun olanı bilmenize yardım edecektir.”

Doğru bildiğimizi yapmıyorsak, daha fazla bilgi edinmek niye? Oradan oraya çareler peşinde koşmak niye?

Jotika devam ediyor: “Şimdi bildiğiniz ne ise, onu yapın ve bir sonra yapacağınız şeyi daha kolaylıkla yapacaksınız. Elimizdekini kullandıkça, daha büyük fırsatlar gelir. Şu an ne yapmanızın uygun olduğunu biliyorsunuz, bunu yapın. Yarın için gerekli olanlar, o zaman gelir.”

“Yalnızca birkaç şey öğrenmek ve hemen bunları uygulamaya koymak- anahtar bu” diyor Sayadaw Jatika.

Çok basit, çok sade, çok doğal ve yapılabilirliği ile insanın içini rahatlatıyor…

Yaşamı çok şefkatli bir eğitmen gibi hissederim bazen- bize yolu gösteren... Bu yolu izlediğimizde, hem pek çok şey öğreniyoruz, hem arınıyoruz, hem de kalbimiz açılıyor, sevgi ve şefkatimiz artıyor sanki... Jotika da, bunu çok basit bir şekilde nasıl uygulayabileceğimizi anlatmış... Haydi o zaman...
Kolay gelsin…

15 Nisan 2008 Salı

Önce eşeğini ağaca bağla, ...

Dün serbest bırakmak, teslimiyet ile ilgili bir küçük şiiri yazmıştık. Bugün de teslimiyet için önemli başka bir unsura ilişkin bir hikayeyi yazmak istiyorum. İnternette dolaşan bir hikaye, okumuşsunuzdur belki. Benim hoşuma gitti.

Teslimiyet... Ancak an'ın getirdiğini yaptıktan sonra, teslimiyet... Yoksa "armut piş, ağzıma düş" değil :) Daha ziyade "önce eşeğini ağaca bağla, sonra teslimiyet" gibi... Bazen teslimiyeti yanlış anladığımız oluyor. Bir dönem ben de yanlış anladım. Kendimi akışa bırakıyorum diye, çabasız olacağım diye, öyle durup bekledim. Bunu deneyimlemek de çok öğretici oldu elbette ancak teslimiyetin bu olmadığını da bir süre sonra derinden anladım... Akışı aynı zamanda bizler de yaratıyoruz, seçimlerimizle, sözlerimiz, eylemlerimiz ya da hiç bir şey yapmamakla... Önemli olan bilgelikten, sevgiden gelen bir niyetle eylemde bulunmak ve sonuca bağımlı olmamak... Farkındalığımızı geniş tutmak, an'ın uyarılarını görebilmek, uygun zamanda uygun eylemi yapabilmek... Sonra da kendi iç alemimizin ya da dünyanın fırtınalarında sakin bir şekilde durabilmek...


FIRTINADA UYUYABİLİR MİSİN?

Yıllar önce bir çiftçi, fırtınası bol olan bir tepede bir çiftlik satın almıştı. Yerleştikten sonra ilk işi bir yardımcı aramak oldu. Ama ne yakındaki köylerden ne de uzaktakilerden kimse onun çiftliğinde çalışmak istemiyordu. Müracaat edenlerin hepsi çiftliğin yerini görünce çalışmaktan vazgeçiyor, 'Burası fırtınalıdır, siz de vazgeçseniz iyi olur' diyorlardı.

Nihayet çelimsiz, orta yaşı geçkince bir adam işi kabul etti. Adamın haline bakıp 'çiftlik işlerinden anlar mısın?' diye sormadan edemedi çiftlik sahibi. 'Sayılır' dedi adam, 'fırtına çıktığında uyuyabilirim.' Bu ilgisiz sözü biraz düşündü, sonra boş verip çaresiz adamı işe aldı.

Haftalar geçtikçe adamın çiftlik işlerini düzenli olarak yürüttüğünü görünce içi rahatladı. Ta ki o fırtınaya kadar:

Gece yarısı, fırtınanın o müthiş uğultusuyla uyandı. Öyle ki, bina çatırdıyordu. Yatağından fırladı, adamın odasına koştu: 'Kalk, kalk! Fırtına çıktı. Her şeyi uçurmadan yapabileceklerimizi yapalım.'

Adam yatağından bile doğrulmadan mırıldandı: 'Boş verin efendim, gidin yatın. İşe girerken ben size fırtına çıktığında uyuyabilirim demiştim ya.'

Çiftçi adamın rahatlığına çıldırmıştı. Ertesi sabah ilk işi onu kovmak olacaktı, ama şimdi fırtınaya bir çare bulmak gerekiyordu.

Dışarı çıktı, saman balyalarına koştu: A-aa! Saman balyaları birleştirilmiş, üzeri muşamba ile örtülmüş, sıkıca bağlanmıştı. Ahıra koştu. İneklerin tamamı bahçeden ahıra sokulmuş, ahırın kapısı desteklenmişti. Tekrar evine yöneldi; evin kepenklerinin tamamı kapatılmıştı.

Çiftçi rahatlamış bir halde odasına döndü, yatağına yattı. Fırtına uğuldamaya devam ediyordu. Gülümsedi ve gözlerini kapatırken mırıldandı: 'Fırtına çıktığında uyuyabilirim'...

14 Nisan 2008 Pazartesi

Serbest Bırakmak

Daha önceki yazılarda yazmıştım 1997'de ülkenin sosyal hizmet sistemini incelemek üzere bir değişim programı ile (CIF) 3 aylığına Hindistan'a gitmiştim. Bu gezide vipassana dahil, bir çok değişik şey öğrenmiştim. Bugün o seyahatte bir kuruluşu ziyaretim sırasında çalışanlardan birinin panosunda gördüğüm ve çok hoşuma giden küçük bir şiiri paylaşmak istiyorum. Seyir Defteri Çeviri Ekibi'nden Özgür Gelbal hepimizin anlayabilmesi için Türkçe'ye çevirdi. Gönülden teşekkürler...


Serbest Bırak

Çocukların, kırılan oyuncaklarını gözyaşları içinde
---Bize getirmeleri gibi tamir etmemiz için
Yıkılan hayalimi Tanrı’ya götürdüm
---Çünkü O benim arkadaşımdı

Ama sonra huzur içinde çalışabilmesi için
---O’nu yalnız bırakmak yerine
Çevresinde dolandım ve yardım etmeye çalıştım
---Kendi yöntemlerimle

Sonunda hayalimi geri aldım ve bağırdım
---“Nasıl bu kadar yavaş olabiliyorsun?”
“Çocuğum” dedi, “Ne yapabilirdim?”
---“Hiç serbest bırakmadın ki”




Let Go

As children bring their broken toys
...With tears for us to mend.
I brought my broken dream to God,
...Because he was my friend.

But then instead of leaving Him,
...In peace to work alone,
I hung around and tried to help
...With ways that were my own.

At last I snatched them back and cried
...“How can you be so slow?”
“My child” he said, “what could I do?”
...“You never did let go.”


11 Nisan 2008 Cuma

Bugün ve Bugün- Özdemir Asaf

Michelle- www.flickr.com



Bugün Ve Bugün

Öyle çabuk geçiyor ki günler
Hele sen de bir bak hayatına.
Daha dün doğmuşuz sanki
Yeni okula başlamışız
Yeni sevmişiz

Öyle çabuk geçiyor ki günler
Hele sen de bir bak hayatına
Yarın bitecek sanki her şey
Yarın ölecek gibiyiz.

Daha doymamışız yaşamasına
Günlerimiz dün bir, bugün iki
Sakın bir şey bırakma yarına
Yarın yok ki.

Özdemir Asaf



Bazen "Aman yaşamı dolu dolu yaşayalım, ölüm diye bir şey var" dediğimde, "Aaaa, çok gençsin, hiç yakışmıyor bu sözler sana" diyorlar. Ancak ölümü hatırlamak, yaşamda neyin önemli olduğuna bakmamıza ve ona ağırlık ve öncelik vermemize yardımcı olmuyor mu?

Mesela bir bahar daha geldi. Kaçımız kelebek gördü? Karıncalar topraktan çıktı, gördük mü? İstanbul'da benim yaşadığım bölgede leylaklar açtı. Mor salkımların eli kulağında. Erguvanların bir kısmı da açtı. Erikler çiçeklerini döktü, yaprak içinde. Elmalar gelin gibi hala... Bu yıl baharı dolu dolu yaşıyor muyuz? Bir bahar daha görüp görmeyeceğimizi bilmediğimizi hatırlasaydık, acaba daha bir hevesle çiçeklere bakar mıydık? Nice baharlar görelim tabii (Allah gecinden versin derler) ama elimizde olanın da keyfini çıkaralım. Baharı, doğayı dinleyelim, belki bize yaşamla ilgili pek çok ders anlatabilirler.

Son iki üç haftadır çevremdeki nice insan çok halsiz, enerjisiz, kiminin morali bozuk. Enerjimiz düştüğünde de çok tahammülsüz oluyoruz, canımız hiç bir şey yapmak istemiyor, kuşkular, korkular hücum ediveriyor zihnimize. Böyle hissediyorsak, soralım "beni ne besliyor?" Mesela beni doğa müthiş besliyor. Geçenlerde baktım içimde bir tükenmişlik hissi, bir arkadaşımla yapmamız gereken işleri de yanımıza aldık, Burgazada'ya gittik. Epey serin. Bir kahvede oturup, işlerimizi yaptık. Arada da bir saat kadar yürüdük. Yunuslar gördük. Derin derin nefes aldık, içimiz yıkandı. Sonra hızımı alamadım tabii, birkaç gün sonra başka dostlarla yine gittim. Oturduğum yerin yakınlarında da çok güzel bir koru var. İki günde bir de oraya gidip, gelişmeleri izliyorum :)) Sanki şarj oluyorum. Güzellikler içimi arındırıyor.

Bu yazıyı bilerek cuma gününe sakladım. Eğer bu gün okuyorsanız, bu haftasonunda ağaçları, kuşları, çiçekleri ziyarete ne dersiniz? Ancak zihnimizle bir anlaşma yapmalı öncesinde, malum çok konuşuyor, onun gevezelikleriyle güzellikleri kaçırmayalım. Belki yanımıza bir ağaçları tanıma, kuşları tanıma kitabı da almalı. Çocuklar gibi "Bu ne, bu ne?" diye merakla etrafa bakmalı...

Ve soralım kendimize: Yarın olmasa, hemen yapacağım ne var?








10 Nisan 2008 Perşembe

Sıradan An'ların Derinliği...

Ricket Glen şelaleleri- jwoods99- www.flickr.com


"Uzun zamandan beridir hayatın, gerçek hayatın başlamak üzere olduğu izlenimine kapılmıştım. Fakat her zaman yolumun üzerinde bir engel, öncelikle erişilmesi gereken bir şey, bitmemiş bir iş, hala hizmet edilecek zaman, ödenecek bir borç oldu. Sonra hayat başlayacaktı. Sonunda anladım ki bu engeller benim hayatımdı."

Alfred D. Souza




Böyle sözleri sıklıkla duyuyoruz. Onaylayan bir şekilde kafamızı sallıyoruz. Ne kadar önemli olduğunu bildiğimizi kendimize ve başkalarına söylüyoruz. Ancak içimize işliyor mu? Gerçekten idrak edebiliyor muyuz?

Yazdığım bir yazıyla ilgili yorumunu yaparken, Füsun (Sanaç) "İdrak sanki farkındalığın hücrelere inmiş hali ve vakti gelip idrak gerçekleştiğinde önce içimde, sonra da dışımda bütünlendiğimi hissediyorum. Bu da şefkatimin, sevgimin ifadesini kolaylaştırıyor" diye yazmıştı.

Bir şeyi çok duyduğumuzda bir süre sonra duymaz hale geliriz ya, bu "an'da yaşa", "an'ı fark et" sözcükleri de algımızdan geçemez hale geldi mi acaba? "Biz biliyoruz bunları, yeni bir şey yok mu?" diyor muyuz acaba? Eğlence, yenilik arayan zihin yeni maceralar mı arıyor?

Bir yandan da en olağandışı yaşananlar en sıradan anlarda olmuyor mu? Her an'a tazecik bir bakışla, çocuk gözleriyle, merakla, keşif heyecanıyla baktığımızda; yaşam ansızın güzellikler dökmüyor mu önümüze? Bir şeyin değerini bizim ona verdiğimiz dikkat belirlemiyor mu? Bir şeye -mesela hep önünden geçtiğimiz ağaca, masamızın üzerindeki bir objeye, yediğimiz elmaya, karşımızda oturan kişiye- yakından, uzun uzun baktığımızda, onu merakla gözlemlediğimizde, bizim için gittikçe daha özel olmuyor mu? En sıradan şey bile derinlik kazanmıyor mu? En sıradan an'dan bile yaşam dersleri açılmıyor mu önümüze?

Yaşamı dolu dolu yaşamak için, daha uygun bir an'ı beklemek niye? Şu an'ın nesi var ya da nesi yok? Tam şu an. Her ne getirdi ise. Ve tek bir an. An'ı dolu dolu yaşamayı da gözde büyütmenin alemi yok. Basit. Sade. Doğal. Tam şu an.

Ve Füsun'un dediği gibi, belki dikkatimizi an'a odakladıkça, farkındalık hücrelere işler, idrak gerçekleşir.

Bugün sıradan bir şeye tüm dikkatimizi verelim, derinliğini hissedelim ve hatta keşfettiklerimizi birisiyle paylaşalım. Çoğu sıradan an'lardan oluşan yaşamımızı dolu dolu yaşayalım, derin ve anlamlı yaşayalım. Yepyeni gözlerle bakalım. Merakla, keşif duygusuyla.
Ne dersiniz?


9 Nisan 2008 Çarşamba

Odak: Şu An

liquidartgallery- www.flickr.com


Dünkü yazının üzerine...

Yaşamımızın ana odağını "şimdi" yapmaya ne dersiniz?

Zihnimize baktığımızda çoğunlukla ya geçmişi düşündüğümüzü, ya geleceği planlayıp, endişelendiğimizi görüyoruz... Elbette geçmişten ders alacağız, geleceği de planlayacağız. Ancak bunları kısa ve öz yapıp, odağı şimdi'ye getirmek yaşamımızı dolu dolu yaşamamızda yardımcı olabilir.

Geçmişin ve geleceğin hikayeleri olmadığında şu an'da olanı olduğu gibi görebiliriz.

Kavramlar aleminden çıkıp, gerçekler alemine geçebiliriz.

Hikaye ve kavramlarla yarattığımız hapishaneden çıkıp, özgürleşebiliriz...

Bilinçli bir şekilde odağımızı, dikkatimizi şu an'a getirebiliriz. Nasıl mı? Kolay, gün içinde hatırladıkça: Şu an bedenimde ne hissediyorum? Şu anda duygu olarak ne hissediyorum? Şu an ne oluyor? sorularıyla, o andaki gerçek ile bağlantı kurabiliriz. Zor olan, bu soruları sormayı hatırlamak. Ama kararlılığın, azmin, niyetin elinden ne kurtulmuş...


8 Nisan 2008 Salı

Yola Işık Tutan Sözler: Odak

Freerangestock- www.flickr.com



Evvelki sene kardeşim Jale yeni bir eve taşındı. İçi, dışı eski bir yapı. Bilmem kim oturmuş öncesinde. Salonda duvarda bir yazı görmüş. Tüm evi boyattı, o yazıyı tuttu. Üç kelime yazıyor salonundaki duvarda küçük harflerle:



Change your focus…

Odağını değiştir…




7 Nisan 2008 Pazartesi

Yola Işık Tutan Sözler: Mutluluk, ...

Elma ağacı çiçeği- FotoBob#- www.flickr.com

Dün Burgazada'ya gittik birkaç dost... Bahar iyiden iyiye gelmiş... Elma ağacının çiçekleri büyüledi beni... İnce ince yağmur yağıyordu, çam ağacının iğne yapraklarının ucunda yağmur damlaları şiir gibi duruyordu... Güzellikler içimi yıkadı... İçim aşkla doldu...

Bugünkü sözü yıllar önce televizyonda bir programda duymuştum. Kim söyledi, hangi programdı, kaydetmemişim. Bilgisayarımda ekran koruyucu olarak akar durur yıllardır... Geçen haftaki yazılar üstüne yeridir bugün diye düşündüm...



Mutluluk, önemli olana yakın yaşamaktır.





4 Nisan 2008 Cuma

Değerlerimizle Uyumlu Bir Yaşam İçin_2

Önem verdiğimiz değerleri kendimizde geliştirmek ve yaşamımızda bilinçli bir şekilde ifade edebilmek için bir egzersiz (yine The Quest’den):

*********
Kendinizde geliştirmek istediğiniz ya da yaşamınızda daha çok görmek istediğiniz bir değer seçin (aşağıya bir liste ekleyeceğim kolaylık olsun diye).

En azından bir gün bu değere ve buna yaşamınızda nasıl yer açacağınıza odaklanın.

Bilinçli olarak bu değerin her eyleminize etki etmesine izin vermenin sizin için ne ifade ettiğine bakın.

Seçtiğiniz değeri davranışlarınızla ya da tutum ve yaklaşımlarınızla nasıl daha çok ifade edebileceğinizi düşünün.

Bunları yaşamda denedikten sonra, ne yaşadığınızı, nasıl hissettiğinizi, neyin kolay geldiğini, neyin zor geldiğini ve başkalarının nasıl etkilenmiş olabileceklerini yazın.

Bu değeri dolu dolu yaşamaktan sizi neyin alıkoyduğuna bakın. Bu değeri ifade ederken, engellerle karşılaştınız mı? Bu değeri daha da dolu dolu yaşamak için, neyin değişmesi uygun? (s. 53)



Örnek Değerler Listesi:

Sevgi
Dürüstlük
Şefkat
Neşe
Uyum
Amaç
Mizah
Açıklık
Bağışlama
Yaratıcılık
Girişimcilik
Nezaket
Liderlik
İşbirliği
Denge
Sadelik
Bilgelik
Sorumluluk
Güç
Güvenilebilirlik
Birlik
Kendini adama
Kendini kabul etme
Sakinlik
Kendine güven
Esneklik
İstikrarlı olma
Eşitlik
Sebat
Bağımsızlık
Güven
Adillik
Anlayış
Huzur
Barış
Saygı
Paylaşma
Ayırt edebilme
Şeffaflık
Çeşitlilik
İsteklilik
Güzellik
Dinginlik
Öğrenme
Eğlence
İç disiplin
Bütünlük
İlham
Verimlilik
Sezgi
Gerçek
Kararlılık
Şükretme
Cömertlik
Empati
Özgürlük
Odaklanma
Farkındalık
İçtenlik
(s. 211)

3 Nisan 2008 Perşembe

Değerlerimizle Uyumlu Bir Yaşam İçin Egzersiz 1

Kayın Ağacı- www.tonyhowell.co.uk


Yaşamımızda çok önem verdiğimiz değerler kim olduğumuzu tanımlar. Hangi değerlerin bizim için önemli olduğunu görmek için bir egzersizi paylaşmak istiyorum bugün. Aslında çoğumuzun daha önce karşılaştığı, hatta yaptığı bir egzersiz belki. Işığı Arayanların Karanlık Yüzü kitabında da değişik versiyonları vardır. Kitap elimde yok, o nedenle yıllar önce edinmeyi çok istediğim ve Findhorn’da tanıştığım sevgili Maryann’ın hediye ettiği The Quest – Rediscovering a Sense of Soul (www.thequest.org.uk) kitabından alıyorum egzersizi bugün:

********

Saygı duyduğunuz ya da sevdiğiniz birini düşünün. Bu kişi, çok iyi tanıdığınız biri olabileceği gibi, uzaktan hayranlık duyduğunuz biri de olabilir. Bu kişiyi sevmenize, saygı duymanıza, hayran olmanıza sebep olan özelliklere bakın ve içinize en uygun gelen şekilde (not alarak, resmederek, kolaj yaparak) kaydedin:

* Bu kişide saygı duyduğunuz özellikler, nitelikler neler?
* Hayranlık duyduğunuz hangi davranışları var?
* Bu kişinin yapıyor olduğu ya da yapmış olduğu neler var, sizin de “ah ben de yapmış olsaydım ya da yapsam” dediğiniz?

Bu niteliklerin sizde de olabilme ihtimalini düşünün bir süre- en azından potansiyel olarak var olabileceğini.

Şimdi de pek saygı duymadığınız bir kişiyi düşünün. Ve nedenlerini.
Size bu kişide ne hoş gelmiyor?

Aynı niteliklerin sizde de olabilme ihtimali üzerinde biraz düşünün.

Şimdi başkalarında gördüğünüz ve saygı gösterdiğiniz niteliklere dönün.

Bu nitelikleri dolu dolu yaşasaydınız ve ifade etseydiniz, nasıl olurdunuz, bunu hayal edin.

Bu egzersizde bilinçli olarak ya da bilinçli olmadan projeksiyon yaptınız: kendimizde tanımlayamadığımız ama başkalarında gördüğümüz ve aslında kendimizde de olan özellikleri görürüz. Bazen böyle olmasının sebebi, kendimizin harika özelliklerini kabul etmenin bize zor gelmesidir. Cömertliği, bilgeliği, sevecenliği kendimizde kabul etmektense, başkalarında görmeyi tercih ederiz. Aynı şekilde kendimizin bazı özelliklerini kabul etmek çok acı verici olabilir, o nedenle başkalarında görüp, onların olumsuzluğundan, soğukluğundan şikayet ederiz.
(sayfa: 49-50)

*********

Bu egzersizi en son 2006 yılında yapmışım. Şimdi cevaplarımı okuduğumda çok şaşırdım. Çünkü o zaman egzersizi yapmış, sonra da yazdıklarımı günlük yaşamda bir yere bağlayamadan yaşama devam etmiştim, daha doğrusu öyle sanmışım. Oysa öyle olmamış. O gün yazdığım değerleri bugün yaşamımda çok değişik boyutlarda dolu dolu yaşadığımı sevinçle fark ediyorum. İçinizden geliyorsa, üşenmeden zaman ayırmanızı öneriyorum dolayısıyla… :)

2 Nisan 2008 Çarşamba

Yola Işık Tutan Sözler- Ey Minik Yaprak

Kiraz çiçeği- Maria- www.flickr.com


Ey minik yaprak,
söyle nereden buldun dalı delecek gücü?
Nasıl çıktın zindanından dışarı?
Anlat bize, anlat ki, biz de kavuşalım ışığa,
biz de çıkalım zindanımızdan dışarı!
Ey servi, yerde bitiyorsun ama nasıl da atılmışsın gururla göklere!
Kimden öğrendin nasıl yapıyorsun bunu?

Öğret bize de, yükselmeyi göklere!



Mevlana

1 Nisan 2008 Salı

Yaşamdaki Odağımız

2005’de İsviçre’deki Şiddetsiz İletişim eğitiminde tanıştığım ve aramızda derin bir bağ kurulmuş bir arkadaşım var, Marina Prins. Ara ara yazışıyor, yaşamlarımızın akışını paylaşıyoruz. Geçenlerde bir mesajını tekrar okudum. Yaşamdaki hedefler üzerine yazışıyorduk. Dış hedeflerin belirlenmesindeki zorluktan, bazen de dışta bir hedef olmadığında bir yaprağın rüzgarda savrulması gibi yaşamda aktığımızdan söz etmiştik. Marina ufuk açan bir paragraf yazmış, arkadaşım Ayşe Keten tercüme etti:

“Evet, yaşamımda temel, birincil bir odağa ihtiyacım var ama bu genel anlamda kastedildiği gibi hedefler olarak bir odak değil. İhtiyacım olan odak, hayatta benim için en önemli olan şey konusunda tamamen net olmak.

Soru şu: Yüreğimdeki en derin arzu ne?

Ve sonra yüreğimdeki bu arzuya uygun yaşayıp yaşamadığıma ve bu yönde yapmam gerekeni tereddütsüz bir şekilde yapıp yapmadığıma sürekli bakmayı istiyorum.

Bu arzunun ne olduğunu bulmak ve bu arzuya uygun yaşayıp yaşamadığımı görebilmek o kadar kolay değil, çünkü zihin elbette ortaya çıkıp, her çeşitten hikaye anlatıyor. Bu yüzden ayırt edebilmeyi öğrenmek ve an be an içeride gerçekten kimin konuştuğunu bilmek, iyice ustalaşma gerektiren bir beceri…”

Marina’nın, Ayşe’nin yüreklerine sağlık… Ne güzel bir toparlama…

Yaşamda benim için gerçekten önemli olan ne?

Bazen dıştaki hedeflere doğru niye gittiğimizi unutuyoruz, bu hedefin özündeki değeri göremeyebiliyoruz ve içi boşalıyor yaptıklarımızın. Özdeki değerle bağlantımızı tekrar kurduğumuzda yaşamımıza anlam geliyor, canlılık geliyor. Baharda ağaçlara özsuyu yürümesi gibi, çiçekleniveriyoruz.

Bu hafta bu konu üzerinde düşünmek için bir fırsat yaratalım, yer açalım kendimize… Yaşamda benim için gerçekten önemli olanı açıklıkla görmeye niyet ediyorum.”

Şu an yaptıklarımızı hangi değerlerimizle uyumlu bir şekilde yaşamak için yapıyoruz?

Bizim için gerçekten yaşamda en önemli değerler neler?

Bunları tekrar tekrar her gün sorarsak, biliyorsunuz sonunda içerideki 'kim bu kapıdaki' diye kapıyı açar, bir cevap gelir… (Bu cümlenin açıklaması için bakınız: Ekim ayındaki Yaşamımda Tıkanıklık Hissediyorsam adlı yazının son kısmı)

Yüreğimizin çağrısını duyduğumuz, bizim için gerçekten önemli olanı her an yaşadığımız, dolu dolu bir yaşam dileğiyle…