9 Eylül 2007 Pazar

Faralya- Kabak: Monet’in Bahçesi

3 Nisan 2007


Tabii bu bölümde çok şanslıydık. Bir gün önce yolda karşılaştığımız Alman grubun minibüsü bizim ağır çantaları Kabak’ta Mamma’s Pansiyona bıraktı. Bu yolu çantasız, elimizi kolumuzu sallayarak yürüdük. Önce bir süre ağaçlar arasında bir patikadan yürüdük. Yolda gürül gürül akan birkaç çeşme gördük. Nisan ayında bir ya da iki küçük şişe suyla yola çıkmak yeterli olurmuş, zaten kısa bir parkur.

Yola çıktıktan bir buçuk saat kadar sonra toprak araba yolunda yürürken, solda bir çeşme var, yanında mağaramsı bir yer. Sonra yol hafifçe yukarı doğru yokuş. Eğer yeri iyi hatırlıyorsam tam burada, yokuşun bittiği yerde yani, harika bir ortama giriliyor. Biz buraya “Monet’in bahçesi” ismini verdik. Tablo gibi. Zaman durmuş gibi. Ne yana baksam saatlerce keyifle bakarım diye düşünüyorum. Tam bir renk cümbüşü. Bir yanda müthiş bir dağ manzarası, bir yanda açık mavi bir deniz, diğer yanda üzeri çiçek dolu rengarenk bir çayır. Bir yanda da buğday tarlası; başaklar henüz yeşiller, güzel, canlı, tok bir yeşil. Arkamı dönüyorum bir ağaç, tek başına duruyor, türünü, ismini bilmiyorum ama şimdi yazarken bile gözümün önünde. Henüz yaprakla donanmamış, ancak dalların yayılışı müthiş estetik, dalların ucunda koyu kırmızı mı desem, bordo mu, yeni sürgün yapraklar. Japon tabloları gibi. Kalbim hopluyor baktıkça. Lale yine tek başına duran, heybetli, yemyeşil bir ağaca hayran kalıyor. İkimizde de hiç ses yok. Kalbimizi açmışız, kendi etrafımızda döne döne bu güzelliklerin içimize dolmasını izliyoruz. Sözün sükût ettiği anlardan biri. Şimdi yazarken yine yüreğim kabarıyor, acaba yazıdan bir şekilde bu enerji okuyana geçer mi. Bir bilgisayar ekranına bakarken bile bu duyguyu yeniden yaşayabiliyorsam, belki okuyana da bir şekilde ulaşır.

Traktör yolundan hiç araç geçmiyor mudur nedir, yolun ortasında papatyalar, gelincikler, sarı çiçekler, süs püs, baktıkça içim neşeyle dolup dolup taşıyor.

Doğada sessiz yürümek gerçekten çok güzel. Yıllar önce İstanbul yakınlarında doğa yürüyüşleri yapan bir acente ile yürüyüşe gitmiştim. Grupta o kadar çok konuşma vardı ki, genellikle de iş yerinde olan bitendi konular. O yürüyüş herhalde daha çok fiziksel bir aktivite oldu hepimiz için. Zira kendimi izliyorum, konuştuğumda çevremle pek de bağlantı kuramadığımı, nice güzellikleri göremediğimi fark ediyorum. O yüzden benim için sessizlik çok değerli. Kendimle, doğayla, yaşamla bağlantı kurmamda çok yardımcı. Lale ile çok güzel bir dengemiz var, arada konuşuyoruz, çoğu zaman da sessizlik içinde yürüyoruz. Çevredeki güzellikleri içimize çekiyoruz; biz de çevremize yüreğimiz yettiğince sevgi ve hayranlık hisleri veriyoruz.

İşte böyle yüreğimiz dola taşa yürüyoruz. Bu parkur oldukça kolay. Bence Likya yolunda yürüdüğüm parkurlar arasında en kolayı. Epeyce bir süre toprak traktör yolundan yürünüyor, yani yol geniş, kaybolma fırsatı pek yok. İnişi çıkışı diğer bölümlere göre de pek fazla değil. Yolda su var. Ve 4 saatte tamamlanabiliyor ağır bir tempoyla yürünse bile. Hem de Nisan’da çok çok güzel.

Monet’in bahçesini birazcık geçtikten sonra sağda çok yaşlı bir ağaç var- meşeydi galiba. Onun kocaman gölgesinde öğle yemeği yedik.

Buradan sonra Kabak’a pek de bir şey kalmıyor zaten- dar ve taşlı bir patikadan sürekli iniş.

Fotoğraf Rita Schumann'ın albümünden: Kabak Koyu

Kabak konaklama: Mamma’s Pansiyon

Kabak parkurunun toprak araba yoluna indiği yerde karşıda hemen pansiyon görünüyor. Odalar nispeten geniş. Özellikle terasından manzara muhteşem. Banyo tuvalet odanın dışında ama binanın içinde. Biz kaldığımız sürece pansiyon sahipleriyle ortak kullandık tuvalet ve banyoyu. Pansiyona adını veren anne Nazmiye Hanım’ın yemekleri çok lezzetli ve doyurucu. Burada kalmanın bir avantajı, sırtınızda yük varsa, Alınca’ya da devam edecekseniz, bu yükü deniz kenarına kadar taşıyıp, sonra tekrar yukarı taşımamış oluyorsunuz. Zira Alınca’ya giden iki yol var ve biri Mamma’sın önünden çıkıyor. Ancak birkaç gün kalacaksanız, deniz kenarına iniş 45 dakika sürüyor, her gün bu mesafeyi yürümek ister misiniz, bilmem.

Kabak’ta bizim görebildiğimiz birkaç pansiyon var. Mamma’sın hemen altında Olive Garden (0252 642 10 83) adında tuvaleti-banyosu dışarıda güzel bungalovlar var. Manzarası çok güzel, koya tepeden hâkim. Ayrıca deniz kenarında birkaç pansiyon var. Biz gittiğimizde hiç biri açık değildi henüz.

(Mamma’s Pansiyon: Nazmiye- Bayram Semerci - 0252- 642 10 71)

Kabak:

Kabak; çakıl taşlı bir sahili olan, iki yanı çam ormanlarıyla kaplı, arkasını yüksek tepelere vermiş bir koy. İnşaat yasağı olduğu için, yalnızca birkaç bina var.

Cep telefonu çekmiyor, parkurunuzu takip eden birileri varsa, Kabak’a inişe geçmeden haber vermek yararlı. Mamma’s Pansiyonda telefon var ve şehirlerarası konuşulabiliyor.

Kabak’ta dairesel yürüyüş yapmak mümkün. Mamma’sın önünden başlayan kuzey rotası da, kıyıdan başlayan güney rotası da ayrı ayrı çok güzel. Coğrafya açısından birbirinden çok farklı, biri daha ziyade dağların haşmeti ile, diğeri ağaçların bilge görünümleri, suyun yumuşaklığı ile çok etkileyici.

2 yorum:

  1. Kesinlikle gorulmesi gereken bir yer.
    Bizde ilk olarak mamma pansiyona ugradik fakat sanirim nazmiye hanim sizde nereden ciktiniz gibi bir
    yaklasimda olunca pek hoslasmadik.
    sonra kalacak yer ararken olive garden'i gorduk.bir gece kaldik
    hayatim boyunca o geceyi unutmam.
    Ailesi koyde yasayan tek basina orayı işleten bir arkadaş adını hatırlayamadım. kendi yemekleri hazırlıyordu.inanilmaz temiz ve özenliydi.mutlaka gormelisiniz.

    YanıtlaSil
  2. 3 gün önce oradaydım fethiyede yaşamama rağmen yeni gidebildim ve hayran kaldım tekrar gidicem

    YanıtlaSil