3 Eylül 2007 Pazartesi

Yaşam ve ben ekip olduk, hazırlanıyoruz…

Çok değer verdiğim vipassana hocalarından biri olan Sayadaw Jotika’nın A Map of the Journey kitabındaki sözlerini hatırladım yürüyüşe karar verdiğim zaman: “Bir şey yapmak istediğinizde, çok iyi hazırlanmalısınız. Eğer gerçekten iyi hazırlanırsanız, yapacağınız şeyin şaşılacak şekilde doğal ve kolay aktığını görürsünüz.”

Ben de ilk iş, neredeymiş bu Likya yolu diye baktım :) Likya yolu Fethiye’den başlıyor, Antalya’ya kadar gidiyormuş, 500 küsur kilometre. Uzun yılların emeği sonucunda İngiliz Kate Clow’un bir hayalinden ortaya çıkmış. 2000 yılında Garanti Bankası’nın sponsorluğunda yol “dünyanın en uzun 10 trekking parkurundan biri” olarak açılmış. Kate pek çok gönüllü ile birlikte yolu kırmızı-beyaz çizgilerle işaretlemiş. Kate bir de kitap yazmış, haritası da olan, İngilizce (The Lycian Way, Kate Clow). Türkçe de bir kitap var Garanti Bankası’nın sponsorluğunda çıkmış. Heyecanla her iki kitabı da aldım. Ancak daha detaylı bilgi içerdiğinden, yürüyüşte Kate’in kitabını yanıma aldım. Kate kitabın ilk bölümünde oldukça kapsamlı bilgiler vermiş daha ziyade yabancılar için. Bir de yine Kate’in hazırladığı http://www.trekkinginturkey.com/ sitesi var yola çıkmadan mutlaka bakılması gerektiğini düşündüğüm. Zira yola ilişkin son durum bilgileri var bu sitede. Ben de uzun uzun okudum yazılanları.

Yol hazırlıklarına öncelikle yokuşları çıkarken, yaşlılar gibi belimi tutmak zorunda kaldığım bedenimden başladım. 38 yaşındayım, düzenli spor yapan biri de değilim, kondisyonumun gelişecek çok alanı vardı kısacası. Birkaç ay boyunca, yapabildiğimce haftada üç gün bana göre hızlı tempoyla yürüdüm, ara ara da iki üç saatlik uzun yürüyüşler yaptım. Kilom fazlaydı, birkaç kilo verdim ama yine de yola fazla kilolarla çıktım. Yediklerime biraz daha dikkat ettim, katkılı yiyeceklerden biraz daha uzak durmaya çalıştım toksinler bedenimi zorlamasın diye.

İkinci hazırlığım malzemelerdi. Bunca yıl içinde epey yolculuğa çıktığım için, bazı malzemelerim ve deneyimlerim vardı. Ama 30 günlük doğada bir yolculuk için, nasıl hazırlanmalı tam da bilemiyordum. Yaşam ve ben ekip olduk dedim ya, Ocak ayında kısa bir İngiltere yolculuğu çıkıverdi. Gittiğim kasabada tam da o sıra indirimler varmış. Yürüyüş ayakkabım yoktu. İngiltere’de uzun uzun ayakkabı denedim ama bir türlü uygun olanı bulamadım. Tam vazgeçmiştim ki, küçücük bir dükkanda tam istediğim “eski model” bir ayakkabı buldum, ayağıma oldu. Fiyatı da bizim buradaki normal ayakkabılardan bile daha ucuzdu. İşkillendim ama yine de aldım ayakkabıyı. Olmazsa, zaten pek zararda değildim ne de olsa. O ayakkabı ki, harika bir yolculuk çıkardık beraber. Pek çok mucizeden bir tanesi. Ayakkabı sponsoruma da gönülden teşekkürler…

Lale’nin yürüyüşe katılamayacağını öğrenince, yola çıkış tarihini Nisan’ın 3. haftası olarak belirlemiştim. Ancak Lale işlerini ayarlayıp, ilk 4 güne katılabileceğini söyleyince, tarih 31 Mart oldu. Benim de hazırlıklar için iki ayağım bir pabuca girdi. Kate’in kitabında yalnızca parkurun ilk birkaç gününü okuyabildim. Gerisine zaman yetişmedi. Ancak yürüyüş sırasında fark ettim ki, zaten parkurları önceden okumak pek de yararlı değilmiş. Yürüyüş mesafesine, sürelere, kalacak yer ve su durumuna bakmak yeterliymiş.

Bazı malzemeleri nereden bulabileceğimi sormak için arkadaşım Yasin’e danıştım. Bu arada hazırlıklarımı büyük bir sessizlik içinde yapıyordum, kardeşim hariç aileme, arkadaşlarıma hiçbir şey söylemedim. Tek başına dağlarda olacağım fikri pek çok kişide endişe oluşturabilirdi, enerjimi ve zamanımı bu enerjiye harcamak istemedim.

Yasin dağcılıkla ilgilenen bir arkadaşından söz etti. Birkaç yazışma, telefon sonunda 14 Mart’ta Mustafa Aytır’nın işyerinde buluşmak üzere randevulaştık. Buluşmadan bir gün önce Mustafa’dan bir mesaj: “Unutmuşum, benim tam o gün o saatte dernekte eğitimim var, isterseniz, ona katılın.” Dernek dediği, DAG, yani Doğa Aktiviteleri Grubu ( http://www.dag.org.tr/ ) imiş. Eğitim dediği, “Yürüyüş ve Kampçılık” konusu imiş. DAG Derneği, üyelerine eğitim veriyormuş, üstelik o gün eğitim programının ilk günüymüş. Şimdi buna rastlantı mı diyelim. Diyorum yaşam ile ekip olduk. Bazıları buna “yaşamla hizalanmak” diyor. Bazıları “doğru bir şey yapıyorsan, yaşam yardım eder” diyor. Bilemem, tek hissettiğim bu yolculukta tek başına olmadığım ve içimdeki müthiş şükran duygusu.

Mustafa’dan ve DAG’daki arkadaşlardan yürüyüş sırasında müthiş yararlandığım bilgiler edindim. Ertesi haftaki eğitime de katıldım. Malzemelerimi onların önerilerine göre aldım, düzenledim. Mustafa sağolsun malzeme listemin üzerinden gitti ve yine çok yerinde önerilerde bulundu. Vesile olan Yasin’e, Mustafa’ya ve diğer DAG üyelerine dolu dolu teşekkürüm var gönülden…

Doğada yalnız yürüyeceğim için, güvenlik olarak, yürüdüğüm yolu İstanbul’da gün gün takip etme işini Yasin neşeyle üstlendi. Anlaşmamıza göre sabah o günkü güzergahımı, akşam da vardığımı kendisine bir yolla bildirecektim. Benden 36 saat içinde haber alamazsa, Kate’in kitabının arkasındaki birimlere bildirecekti. Ona da haritayı çoğalttık. Duvarına asmış dediğine göre. Ayrıca kardeşim Jale ve arkadaşım Ayşe de Yasin’in yedeği oldular. Ne heyecan.

Aslında hazırlıklara ilk iş kitap almakla başladım dedim, ama gerçekte Lale ile ilk konuşmamızdan sonra, kendime “Bu yolculuğa neden çıkmak istiyorum?” diye sordum. “Sonunda beklediğim bir şey var mı? Niyetim ne?” İçime gelenleri olduğu gibi yazdım. Ancak birkaç cümle çıktı zaten. Sonunda da niyetim belirdi kendiliğinden. Niyetin müthiş bir gücü olduğunu hissediyorum. Her ne yaparsak yapalım, bir niyetle enerjiyi odaklamanın çok işe yaradığını gördüm yaşamda. Paylaşacak çok konu akıyor içimden, ama odaklı gideyim, niyet konusu şimdi bu kadar olsun… Benim için bir nevi hac yolculuğu olan bu yürüyüş için de bir niyet belirledim. İç dünyamın bu bölümü bana kalsın. Ancak pek de merakta kalmayın, niyetimin meyvelerini hep beraber yiyoruz, yiyeceğiz zaten…

Şu an düşünebildiğim tüm hazırlıklarım bunlardı. Bir de malzemeler var elbette. Yolculuk; yanımıza aldıklarımızla ya da almadıklarımızla şekillenebiliyor. Belki yaşam gibi… Sadeleşmenin önemi bu tür yolculuklarda iyice anlaşılıyor. Yaşam için de iyi bir sadeleşme egzersizi çanta hazırlamak. Yaşam yolculuğumuzda neler taşıyoruz yanımızda acaba? Hangileri yardımcı, hangileri yalnızca yük? ‘Dağda ilkyardım eğitimi’ne katıldığım Gürkan Özel demişti ki, “Kişi ustalaştıkça, yanına aldığı ilkyardım malzemesi azalır, çünkü o anda var olan farklı malzemeleri amaca uygun olarak kullanabilir.” Yaşamda da böyle değil mi? Bizler olgunlaştıkça, bilgeleştikçe, nice yükleri bırakmaz mıyız ardımızda? An’da var olan ile yaşamaz mıyız? Özgürleşmez miyiz?

Yaşamda taşıdıklarımı yeniden gözden geçirme niyetimi saklı tutarak, sizlerle yolculuktaki malzeme listemi paylaşmak istiyorum. Böyle bir yürüyüşe çıkacaklar için belki yardımcı olur. Böyle bir yürüyüşe çıkmayacaklar için de, belki yaşamdaki izdüşümlerini düşünmek ilginç olabilir. Mesela güneş kremi yaşamda neyin sembolü olabilir, ya baton, pusula, ya da ayna?

Likya yolu yürüyüşünde deneyimle sabit malzeme listesi:
Nisan 2007

Yıllardır seyahat ediyorum, bu kadar gramı gramına dikkat ettiğim bir çanta hazırlamamıştım. Zira bir ay sırtımda taşıyacaktım, dile kolay. Yine de ağır oldu, 12 kilo ile yola çıktım. Arada arttı (sular falan), eksildi (Hansel ve Gratel gibi yolda eşyaların bir kısmını dağıtmak durumunda kaldım).

Tek başına olacağım için ve de cesaretin de bir sınırı olduğunu düşündüğüm için, pansiyon ve köy evlerinde konaklamaya karar verdim. O nedenle çadır ve kamp eşyası götürmedim.

Bu malzeme listesini yazmaya hala yürürken başladım, döndükten sonra bitirdim. Ve de içimden geldiği sırayla yazdım. Gruplamadım. Hatta dilini de düzeltmedim, nasıl not aldımsa, öyle geçirdim bilgisayara. Bir de Excel listem var, o tam bir kontrol listesi görevini yapabilir, buradakiler daha ziyade açıklamalar.

Baton- Daha önce baton ile hiç yürümemiştim ve dağcı arkadaşlar (DAG) önerdiğinde hiç de içime sinmemişti. Yolda bir dal bulurum ne de olsa diye düşünsem de, söz dinleyip, bir baton aldım. Yürüyüş sırasında tam anlamıyla elim ayağım olan bu mavi renkli batona bir de isim koydum: “ne iş olsa yaparım abla değneği”… O kadar yararlı bir alet ki… Öncelikle yükle yürürken, ayaklarla saç ayağı oluşturarak, denge sağlıyor, inişlerde ve çıkışlarda muhteşem rahatlık ve emniyet sağlıyor… Gerektiğinde çalıları kenara itmekte kullanılıyor… Arkadaşına uzakta bir şey göstermek istiyorsan, yardımcı oluyor… Adım atmadan önce yere dokunduğu için, çeşitli hayvanlara karşı emniyet sağlıyor… Çoraplarınızı bir duvarın üzerinde kuruturken, rüzgardan uçmasınlar diye mandal görevi görüyor… Hatta Faralya girişinde olduğu gibi, sırtı kaşınan kedilerin sırtını itinayla kaşıyor… :)

Gömlek- Uzun kollu olması lazım, zira güneş kolları çok yakabiliyor. Benim gömlek pamukluydu. Dağcı arkadaşlar pamuklu kumaşların üzerini çizmişti, neden olduğunu tecrübe ile anladım. Onları dinleyerek coolmax ve termal içlikler aldım, bedene yapışan. Bunlar sentetik, özel kumaşlardan yapılmış. Hakikaten harika idiler. Bedene yapıştıkları için teri hemen dışarı atıyorlar ve bedeni kuru tutuyorlar. “Bedene yapışmazsa, bedenle arada boşluk olacağı için ter aşağı akar ve pantolonu ıslatır” demişti Dağcı Mustafa Aytır. Üstelik ıslak giysi 25 kere daha fazla ısı kaybına neden olurmuş. Ben bu coolmax içliklerin üzerine gömlek giydim ve gömlek sırılsıklam oldu ve bir türlü kurumadı. Demek gömlek de sentetik kumaştan olmalı. Bir de göğüs ceplerinin düğmeli olması önemli. Benimki değildi, cebime koyduğum bir şeyi düşürüp, kaybettim bu yüzden. Ayrıca iki tane gömlek almalı, birini yıkayınca diğerini giymeli.

Dudaklar için güneş kremi- Güneşten dudaklarım iki yerinden su topladı ve iyileşmesi çok uzun sürdü. Yaşamımda hiç güneşten dudaklarım yara olmamıştı, bana olmaz dememeli diye ders aldım :)

Uyku tulumu- Dışarıda kalmayacağım ne de olsa deyip, uyku tulumu almamazlık etmemeli. Nisan ayında geceleri çok soğuk oldu ve pek çok yerde köy evlerinde, ağaç evlerde kalındığı için uyku tulumu gerçek bir gereklilik. Zira çoğu yerde çarşaf falan da verilmiyor. İnce bir tulum da işe yarıyor, zira bir battaniye veriyorlar mutlaka.

Tokyo- Suya girebilen sandaletler aldığım için, tokyoya ihtiyaç olmaz diye düşündüm. Öyle değilmiş, sandaletlerin cırcırlı yerleri kolay kurumuyor. Ertesi günü tekrar yola çıkılacağı için, bunlarla banyo yapmak hiç pratik değil. Çoğu yerde de yere basmak hijyenik görünmedi. Çok hafif bir tokyo bana şart geldi. Hatta bir pansiyonda tek kullanımlık şu incecik banyo terliklerinden koymuşlardı, işte dedim tam da ihtiyaç olan bu. Hafif demek bile az, kağıt gibi ve de yer tutmuyor. Nerede satılırlar bilmiyorum, ama ben oradakini yürüyüşün geri kalanında kullandığım gibi, eve getirdim, yıkadım, gezi malzemelerinin arasına koydum :)

Vitamin- O kadar çok terleniyor ki, suda eriyen vitaminlerin çoğu terle gidiyor herhalde. Akşam bir yerlerde konaklandığı için, bir şekilde bunlar takviye oluyor olsa da, yine vitamin desteği almak şart geldi bana, özellikle de bir ay yolda olduğum için. Yürüyüşte düzenli değişik vitamin ve mineraller aldım.

Küçük pet şişe- Bel çantasına sığdığı için pratik. Yolda 4 şişeye kadar çıktım. Zira pek çok yerde çeşme yok. Susuzluk ise işleri çok zorlaştırabiliyor.

Bel çantası- İçinde kibrit, fener, para, kimlik, cep telefonu, antiseptik krem, yara bandı, pusula, harita, acil durum battaniyesi, küçük güneş kremi, bir parça yiyecek taşıyorum. Bazı hallerde çantamı bir sonra kalacağım yere götürenler oldu, o zaman bu bel çantasının içindekiler acil durumlara karşı emniyet sağladı. Dağcılar da diyor ki, “çantanıza bir şey olursa, bel çantanızdakiler sizi idare etmeli”. Bir yerde hava güzeldi ve varış noktasına 2 saatim kalmıştı. Evinde kalacağım kişi Cuma namazını kılmak için bulunduğum köye gelmiş, dönerken motoruyla çantamı götürmeyi teklif etti. Tabii hemen verdim. Hoplaya zıplaya yürürken gökyüzü bulutlarla doluverdi ve çiselemeye başladı. Biraz telaş ettimse de yalnız çiselemeyle kurtardım. Bu da ders oldu. Neymiş, böyle durumlarda tüm bel çantasındaki malzemelere ek, bir de yağmurluk alınacak.

Termal içlik- Sıcak havalarda buna ne gerek olur diye düşünüp yine de almıştım. İyi ki. Nisan’da geceleri o kadar soğuk oluyor ki, pijama niyetine giyiyorum. Hatta bir de pijama altı olarak termal içlik almak gerek. Hatta ayaklara da özel yatak çorabı. Çok üşüdük kimi geceler. Ayaklar üşüyünce de uykuya dalmak zor. Birer tane yeter.

Coolmax içlik- çok işe yaradı. 2 tane yeter. Zaten yıkıyorum sık sık. 3 de olabilir. Bu içlikleri Yasin’in bulduğu makul fiyatlı Kadıköy’deki bir dükkandan aldım: http://www.morera.com.tr/

Çorap- Üst üste bir ince, bir kalın çorap giyiyorum. İki cinsten de 3er çorabım var. Tam geldi. Ne az, ne fazla. Her gün düzenli ince çorabı yıkıyorum. Kalın çorabı iki ya da üç günde bir yıkıyorum. Coolmax çorap almıştım, hem yastık gibi ayağımı sağlam tutuyor, hem de terletmiyor. İçteki çoraplar pamuklu ama bir zararını görmedim.

İnce polar- Geceleri ve nisan yağmurlarının olduğu günlerde çok işe yaradı.

Sandalet- Bütün gün kalın ayakkabılar içinde olan ayaklar için dinlenme fırsatı yarattıkları için çok lazım. Sandaletle yürüyenler de var, ben de denedim ama özellikle yükle yürürken bileğe destek vermediği için pek rahat edemedim.

Düdük- Yolda bir yerde düdüğümü kaybettim. Ancak çok lazım bence, bir yerde insan düşse, bağırmaktan daha çok dikkat çeker.

Ayak bantları- Lale Kanada’dan getirmiş, Türkiye’de var mı bilmiyorum: Moleskin padding diye bir şey. İncesi ve kalını var. Kesip acıyan yere yapıştırıyorsun. Bir de su toplamış yerler için olan jelli bir çeşidi var. Benim bir kez serçe parmağım hafif acır gibi oldu. Bu moleskin’in kalınından, sonra da incesinden koydum birkaç gün. Su toplamasını engelledi. Sonra da ayak ayakkabıya alıştı. Dağcılar demişti ki, “Ayağınızda en ufak bir rahatsızlık olduğunda hemen önlemini alın, sıkıntı artınca geri dönüşü zor olur.” Çok haklılarmış. Önlem alınca, sıkıntı çekmeden her şey yoluna girdi.

Termal mug- Bence bu lazım bir malzeme ama ben yanlış bir tip almışım. Benimki herhalde soğuk havada kamplarda çorba, kahve soğumasın diye kullanılan bir kupaydı. Zira eğildiğinde üzerindeki kapağından su sızıyordu. Hemen ilk yerde onu bir köylü aileye verdim, ne işlerine yarayacak bilmiyorum ama. Termos gibi bir kupa istemiştim aslında. Sabahtan sıcak suyla doldururum, öğlen de bir çorba karıştırır, içerim diye. Olsa çok iyi olurdu, zira insanın öğlenleri içi kuruyor bazen, hava sıcak da olsa sulu bir yiyecek arıyor. Tam bilmiyorum ama döndükten sonra biraz soruşturdum, galiba böyle bir şey yok. Flask dedikleri küçük termoslar var. Tarif ettiğim tip bir kupa bilen varsa, haber verirse, sevinirim.

Yiyecek- Yanıma ceviz, badem, fındık, kuru üzüm, tahin, bal almıştım. Ciddi ağırlık oldu. Bir günde ancak bunlardan bir avuç yiyebildiğimi anladım. Yanımda bu orana bakarsam sanırım bir aylık malzeme taşıyorum. Buna gerek yok. Bunların bulunabileceği ilk yerleşime kadar bir miktar taşımak yeterli. Bunun dışında her zaman üç günlük yiyecek bulundurmakta fayda var. Bazı yerlerde hiç yerleşim yeri olmuyor, yiyecek istemek uygun düşmüyor. Ayrıca köylerde bulunan yiyecekler günlük vitamin, mineral ihtiyacını karşılayamayabiliyor, o yüzden kuruyemiş götürmek çok yararlı olabilir. Tabii kavrulmamış halini bulmak önemli. Tahin ve balı da tüplerde almıştım, çok işe yaradı, büyük taşıma kolaylığı oldu. Bu arada Lale Koska’nın fındıklı krokanlarından getirmişti. Hem beslenmek için, hem de moral açısından bize çok iyi geldi.

Güneş kremi- En önemli malzemelerden biri. Özellikle tepelerde güneş insanı kavuruyor.

Güneş gözlüğü- Hayatımda hiç güneş gözlüğü kullanmadığım halde, bu yolculuk için yanıma yine de bir güneş gözlüğü aldım. Ancak yine kullanamadım. Güneşin zararlı ışınlarından korunmak için gerekli olduğu söyleniyor, kullanılsa iyi olur.

Şapka- Yine aynı nedenle şart. Rüzgarda uçmasını engelleyecek bir ipi de olsa daha iyi, tepelerde şapka uçacak diye aklım gidiyor. Yine dağcılar yedek şapka alın demişlerdi, onları dinlemedim ama haklılar.

Pantolon- İnce, esnek, sentetik kumaştan özel pantolonlar çok işe yaradı. Çabucak da kuruyorlar. İki tane var yanımda, yetiyor. Yan ceplerinin olması da çok iyi. Selpak falan koymak için. Adrenalin Mağazasındaki indirim reyonundan almıştım bunları. (www.adrenalin.com.tr)

Yağmurluk, yağmur pantalonu, yağmur örtüsü- Bu konuda tam bir görüşüm yok. Bende incecik bir rüzgârlık-yağmurluk var. Yoğun yağmurda ne yapar bilmiyorum. Ancak polar rüzgârda hiçbir işe yaramadığı için, yağmurluk sıcak tutma açısından iyi geldi. Fakat pantolon ıslanıyor. İnce bir yağmur pantolonu olsa iyi olurmuş. Bir de sırt çantasını korumak için yağmur örtüsü.

Harita torbası- İngiltere’de boyna asılan torbalar vardır harita için. Bu yürüyüşe hazırlanırken, gördüm ama abartmayayım diye almadım. Oysa iyi olurmuş. Harita ve yazılar ancak çantada duruyor. İki de bir dur, onları çıkart, zor oluyor. Yağmur çiselerken daha da zor. Öyle boyna asılı bir plastik, şeffaf torba olsaymış, kolaylık olurmuş. Gerçi sıcaklarda nasıl olur bilemiyorum, denenebilir.

Bununla ilgili bir başka fikir gelişti tam yürüyüşün sonunda. Ne hikmetse kitabın gerekmeyen sayfalarını kesmeyi akıl etmiştim de, yürüyeceğim parkurları fotokopi çektirmeyi akıl edememiştim. Oysa öyle yapmış olsaydım, o günle ilgili sayfayı katlar pantolon cebime ya da bel çantasına koyar, gerektiğinde açar bakardım. Aynı şey harita için de yapılabilir. Kitap zaten ağır kağıda basılmış, çok daha hafif olurdu, yürüdüğüm yerleri de atardım. Ah işte bazı basit şeyleri nasıl da göremeyebiliyorum…

Ocak- Dağcılar “ille ocak almalı” dediler. Dinlemedim. Ne de olsa iki dalı tutuşturur, bir ateş yakarım diye düşündüm. Bir kere yolda öyle daha önceden ateş yakılmış ocak gibi yerler çok çok azdı. İkincisi rüzgâr meselesi. Kıvılcım sıçrama olasılığı çok yüksek. Riske katiyen değmez. Zorunlu bir hal olmadığı sürece ocağa ihtiyaç yok sanırım. Zira akşamları hep bir yerde kaldığım için öğlen bir şey pişirmem gerekmiyor. Bir önceki akşam kaldığım yerden ekmek almak yetiyor. Ancak çadırda kalınacaksa, tabii ocak şart.

Mat- İngiltere'den iki karış uzunluğunda günübirlik yürüyüşlerde üzerine oturmak için tek kişilik, katlanabilir bir mat aldım. Çok işe yaradı doğrusu. Nisanda henüz taşlar ısınmamıştı. Böbrekleri üşütmemek için yararlı oldu. Acil durum için bir de ince şilte mat taşıyorum. Hiç kullanmadım ama ne olur ne olmaz. Yolculuğun sonuna kadar da bu matı hiç kullanmadım, belki o küçük matlardan iki tane daha olsaydı, acil durum için yeterli olurdu.

Çengelli iğne- Bazen çamaşır asmak için, bazen bir şey tutturmak için epey kullandım.

Yemeni- Şimdiye kadarki tüm yolculuklarımda yanımda hep yemeni bulundurdum. Gerektiğinde boynuma sarmak için, sıcak bir şeyi tutmak için, yastık kılıfı olarak ya da havlu niyetine kullanmak için, bir şeyi bağlamak için. Bu yolculuk sırasında bir kere bile kullanmadım. Ama yine de bir daha gitsem, yine yanıma bir yemeni alırdım.

Sabun- Yanıma bir kalıp zeytinyağı sabunu aldım. Lale “büyük değil mi” dedi ama şöyle bir deneyimim var öncesinden: Otellerin verdiği küçük sabunlarla çamaşır yıkamak çok zor, özellikle küçüldüler mi. Yolda sürekli çamaşır yıkadığım için, büyük sabun iyi geldi. Ve şaşılacak şey tam 30. günde bitti.

Selpak/ tuvalet kağıdı- Her işe kullanılabileceği için bir rulo tuvalet kağıdı almamı önerdi dağcı arkadaşlar. Ancak havaleli olduğu için selpak aldım yanıma. Beni gayet iyi idare etti. Lale için tuvalet kâğıdı iyi oldu ama zira fena nezle oldu.

Havlu- Uzun süredir yolculuklarda yanıma peştamal alıyorum. Bu kez de aldım ve yalnızca bir kere kullandım. Değmezmiş taşımaya. Akşamları pansiyonda kalınca, verilen havluyu kullandım, sıcak suyu olmayan yerlerde de zaten banyo yapamadım. Küçük bir el havlusu yetermiş. Tabii benim yürüdüğüm mevsimde deniz henüz çok soğuktu, bir kere denize girdim. Denize girilecekse, belki incecik bir havlu da götürülebilir.

Ecza malzemesi- Yıllardır yanıma aldığım malzemeleri aldım yine, eksiktir herhalde, o yüzden biraz araştırmak iyi olabilir. Benim malzemeler şunlardı: amonyak, ağrı kesici, antiseptik krem, derece, kolonya, viks, aspirin, voltaren, gazlı bez, elastik bandaj. Tüm yolculuk boyunca voltaren ve elastik bandaj hariç hiç birini kullanmak gerekmedi, çok şükür. Yine de böcek ısırıklarına karşı bir merhem olsa iyi olabilir, Lale’yi bir şeyler ısırdı. Bir de cımbız almıştım, hiç gerekmedi ama bir şey batsaydı işe yarardı, almakta fayda var.
Bu paragrafı yürüyüş sonrası DAG’da “ilk yardım eğitimi” almadan önce yazmıştım, değiştirmiyorum şimdi. Ancak bugün ecza malzeme torbam çok başka olurdu. İyice araştırmalı. Hatta bir ilk yardım eğitimine katılmak çok yararlı olabilir.

Fener- Dağcı arkadaşları dinledim ve kendime bir kafa feneri aldım. Lead olanlardan, zira bunlar çok uzun saatler ışık verebiliyormuş. Doğrusu bence de fener şart, zira birkaç kez kullanmak durumunda kaldım- dağda değil ama gece yarısı kaldığım yerden dışarıdaki tuvalete gitmek için birkaç kez kullandım. Oldu da yürüyüşte karanlığa kalınırsa, tedbir için bulundurmakta fayda var. Ancak benim aldığım fenerin açma kapama düğmesi tepesinde ve çantamda tam iki kere yanık buldum. Önemli değil gibi görünüyor ama ne kadar açık kaldığını bilmediğim için, emniyet açısından sıkıntı çektim ve yedek pil taşımak zorunda kaldım. Ya açma kapama düğmesi daha korunaklı olan bir model almalı, ya da benim yapacağım gibi ona uygun bir kutu bulmalı, yola öyle çıkmalı.

Kibrit/ çakmak- Götürdüğüm kibritleri bir kere bile kullanmadım, zira hiç ateş yakmadım. Zaten benim kibritler rüzgârda yanmıyor. Lale açık hava için kullanılan kibritler getirmişti, hakikaten denedim sönmüyorlar. Çakmak iş görür- tedbir için şart bence.

İp- Birçok kez kullandım. Özellikle çamaşır asmak için. Lüks gibi görünüyor ama hiç de değil. Ayrıca dağcı arkadaşlar kimi yerlerde kuyulardan su çekmek için de kullanılabileceğini söylediler. Ben epey su taşıdığım için yanımda, gerekmedi.

Naylon torba- Yağmurlu havalara karşı özellikle giysilerimi naylon torbalara koymuştum. Ayrıca çöpler için, kirli çamaşırlar için, akmış ballar için torba gerekiyor. ‘Canım oralarda bulurum ne de olsa’ ile de iş çözülmüyor, zira köylerde torba pek bulunmuyor.

Dikiş seti- Şimdiye kadarki yolculuklarımda çok nadir kullanmışımdır. Ancak bu kez çok lazım oldu. Gömleğimi dallara takmışım yırtıldı, çantanın sapları gömleği iyice aşındırdı, yine yırtıldı. Kaç kez dikiş diktiğimin hesabı yok. Otellerde verilen dikiş setleri yeterli tabii.

Ayna- Tüm yolculuk boyunca gerekmedi, bir kere bile bakmadım ama tedbir için taşımakta fayda var bence. Özellikle tek başına yolculuk ediliyorsa.

Tencere- Kamp setleri pahalı diye almadım, gittim en ufağından bir alüminyum tencere aldım. Eğer ateş yaksaydım, işe yarardı herhalde. Ancak hiç ateş yakıp, bir şey pişirecek durum olmadığı için, gerek yokmuş. Bir çoban ailesine hediye ettim zaten.

Pusula- Pusula kullanarak harita okumayı yolculuk sırasında bilmiyordum. Bir kere bile pusulaya bakmadım. Ancak elbette gerekli, bir daha gitsem yine alırdım yanıma, bu kez kerteriz almayı da denerdim- ne de olsa Mehmet Ali arkadaş öğretti :)

Fotoğraf makinesi- Fotoğraf makinem olmadığı için ve yıllardır da fotoğraf çekmediğim için, yanıma almadım. Ancak Üçağız’a yürürken, bir manzara fotoğraf çekmemekle ilgili tüm inancımı yıktı. Hafif bir diz dövmesi durumu oldu. Sonra dönüşte mutlaka bir makine almalı planları yapıldı :)

Plastik kutu- Çok hafif saklama kapları var. Ben de yanımda götürdüm. Epey işe yaradı. Yiyecekleri taşımakta -özellikle domatesi- çok yararlı. Ayrıca pek çok kere tabak vazifesi gördü.

Çok hafif bir günlük sırt çantası- Bu da lüks gibi görünüyor ama bazı yerlerde iki gün kalınıyor. Vardığım yeri görebilmek istiyorum, mesela Patara’da kıyıya inmemek olur mu? O zaman öğle yemeğini, suyunu, mayonu, havlunu bel çantasına sığdırmak mümkün olmuyor. Ya da Kabak’ta olduğu gibi alternatif rotayı yürüdük, malzemeleri zorlukla taşıdık. Havaalanlarında falan satılır incecik sırt çantaları, sonra küçülür kare bir şey olurlar. Öyle bir şey almalı.

Banyo torbası- Temizlik malzemelerinin konacağı şeffaf bir torba. Lale bunun iyi bir fikir olabileceğini söylüyor. Ben her şeyi buzdolabı poşetlerine koydum, idare ettim.

Sırt çantası- 14 senelik emektar, dünyanın çeşitli bölgelerini görmüş, nice cefalar geçirmiş sırt çantamla çıktım yola. Beraber iyi bir ekip çalışması yürütmüş olsak da, sanırım daha uygun bir sırt çantası işleri daha kolaylaştırabilirdi. Dağcı arkadaşlar 65 litrelik bir çantanın yeterli olacağını söylüyorlar. Lale’nin çantası çok iyiydi. Çeşitli ihtiyaçlar düşünülerek yapıldığı belliydi, su şişesi koyacak yeri vardı, yandan da açılabiliyordu valiz gibi, gerektiğinde üst kısmı çıkıyor ve büyükçe bir bel çantası oluyordu.

Köpek düdüğü- Yolculuğa çıkmadan önce beni tedirgin eden en önemli konu, çoban köpekleriydi. İngiltere’de postacıların kullandıkları köpek düdüğünü duymuştum. Bu düdükler insanların algılayamadığı, ancak köpekleri rahatsız eden bir frekansta ses çıkarıyormuş. Bir zararı yokmuş köpeklere. Epey bir zaman aradım, köpek eğitiminde kullanılan, fakat doğada etkisi olmayan bir çeşit düdük (silent whistle) buldum, tabii almadım. Tam yola çıkmamıza birkaç gün kala Lale internette tarif ettiğim düdüklerden (dog off) bulmuş, ancak ısmarlayacak zamanımız olmadığı için alamadım. İşe yarar mı, bilmiyorum.

Hediye- köylüler, köy çocukları için küçük bir şeyler güzel oluyor. Ne olabilir düşünmek lazım.

Tabii açıklama gerekmeyen diğerleri:
Diş fırçası, diş macunu, şampuan, tarak, tırnak makası, kulak pamuğu, not defteri, kalem, çamaşır, mayo, cep telefonu ve şarjı, bıçak/çakı, çatal, kaşık, yürüyüş ayakkabısı.

İstanbul'da malzeme alınabilecek dükkanlar (Çoğuna gitmedim, sadece duydum):
* Kanyon- Gezi Evi- Beşiktaş’ta.
* Kadıköy Üsküdar yolu üzerinde Fokurtu cafe yanında bir dükkan
* Atlas- Karaköy alt geçitten deniz tarafına doğru çıkışta
* Shimal-
* Kutupayısı- Tarlabaşı'nda imiş. http://www.kutupayisi.com/
* gezginoutdoor- Kadıköy'de http://www.gezginoutdoor.com/
* Ansal- Kadıköy Tepe Natilus'un yanında- http://www.ansalspor.com/
* Adrenalin http://www.adrenalin.com.tr/
* Polarteam
* Basecampeverest outdoor- Karaköy'de http://www.everestoutdoors.com/
* Kadıköy - Yoğurtçu Parkı'nın yakınlarında Salı pazarının kenarında

7 yorum:

  1. Sonucu merakla bekliyorum.Yeni başlayanları cesaretlendirecek bir yazı olacak.
    doğaylabaşbaşa

    YanıtlaSil
  2. Çok sevindim, umarım öyle olur.

    YanıtlaSil
  3. Sevgili Hale
    Sakin bir kafayla tadını çıkararak okumak istedim ve geciktim.Tam istediğim modda okumaya başlamış olmalıyımki her paragrafta seninle birlikteydim. Bu ruh halimden öte senin anlatımından kaynaklandı galiba, oralarda yürüyemesemde seninle birlikte bende alışveriş yaptım çantamı hazırladım. İnan bana nefes almadan okuduğumu ve hazırlandığımı bitirince fark ettim.Bundan sonraki bölümleri merak ediyorum ama keyfini alacak zamanları yaratarak okuyacağım.
    Seni özledim, sevgiyle
    Nevin

    YanıtlaSil
  4. Sevgili Nevincim...
    Haydi o zaman, yolculuğa devam, yol uzun :))) Yalnızca Likya yolunda değil, farkındalık yolunda da bir yolculuk bu. Bu anlamda yaşamına bir katkısı olursa, ne mutlu...

    YanıtlaSil
  5. Bir arkadaşım çeşitli sorular sormuş, burada cevaplayayım istedim ki, belki başkalarına da faydası olur:

    1. Kate'in kitabında ve bu blogda da görüleceği gibi, parkurların başlangıçları ve bitişleri genellikle bir köy, kasaba ya da farklı bir yerleşim yerinde oluyor. Buralarda genellikle konaklama mevcut. Ya pansiyonlarda, ya köy evlerinde konaklanabileceği gibi, tabii deneyimli olanlar çadırda da kalabilir. Benim yolculuk boyunca kaldığım yerlerin iletişim bilgileri ilgili sayfada var. Toplu listeyi de www.trekkinginturkey.com adresindeki forumda "who did you stay with" bölümüne koydum. Başında Türkçe açıklama da var. Bazı yerlerde çadır hariç konaklama yok, blogda bu yerleri olabildiğince yazdım. Köy evlerinin telefonlarını ise böyle genel paylaşmak istemedim, arzu edenler yazarsa, bildiririm.

    2. Yolla ve işaretlerle ilgili Kate'in kitabı var. Bilgileri yukarıda var zaten. Ancak İngilizce. Yine de bu kitabın arkasındaki harita ve yoldaki işaretlerle yolda yürümek mümkün.
    Bir de Türkçe kitap var- Likya Yolu. Ancak bu kitap pek detaylı değil. Daha şiirsel.

    3. Ortalama günde kaç kilometre yüründüğüne ilişkin bir şey söyleyemiyorum. Çünkü parkurlar çok farklı olabiliyor. Bazen 10 kmlik bir yol, 7-8 saat alabiliyor, sürekli tırmanış olduğu için. Kate'in kitabında her parkurun aşağı yukarı kaç kilometre olduğu yazılı. Ben de genellikle bu parkurlara uydum. Ve Kate ile yürüyüş saatlerimiz genellikle birbirine uydu. Yine de yolda işaretleri kaybedip, uzun süreler kaybedilebildiği için, güneş kararmadan en az 3 saat önce varılacak yere ulaşmaya gayret etmek uygun olur.

    İçte ve dışta güzelliklerle ve farkındalıklarla dolu bir yolculuk diliyorum...

    YanıtlaSil
  6. güzel yerler aslında . Bende uzun süredir gitmek istiyorum ama bir türlü fırsat bulamıyorum . Bu arada bir yürüyüş pantolonu arıyorum . Bir çok yerde pantolon var . Sizin bir önderiniz varmıdır ?

    Ben aşağıdaki yerde buldum ama emin değilim . Kullanan varmıdır .

    Link : http://www.makara.com.tr/urun/yuruyus-trekking-pantolonu.aspx

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba...
      Yasamda ilerledikce, insanin gonlunden bir sey geciyorsa, onu gerceklestirmek icin firsat yaratmasinin ne kadar onemli oldugunu daha cok goruyor... Umarim kisa da olsa, en mukemmeli olmasa da, yuruyus icin firsat yaratirsiniz...
      Linkteki yuruyus pantolonuna baktim. cok benzerini Tchibo'da gordum. Iyi gorunuyordu. Tchibo'nun bazi urunleri cok iyi oluyor. Internetten de ismarlamak mumkun. Ustelik genellikle fiyatlari makul oluyor. Herhalde pantolonda en onemli ozellikler kolay yirtilmayan, kolay kuruyan, ozellikle dizleri esnek, terletmeyen bir kumastan olmasi. Gerisi biraz deneme yanilma ogrenme.

      Sil