12 Eylül 2007 Çarşamba

Likya Yolundan İnsan Manzaraları: Emine

Bel’e vardığımda Ali Dayı’nın evini soruyorum. Çeşmenin arkası, diyorlar. Bir köy evine varıyorum. Tam bir köy evi. Emine Ali Dayı’nın kızı. 19 yaşında ama hiç göstermiyor. Köyde cep çekmiyor, vardığımı bir şekilde bildirmek istiyorum. Emine tepelerin bir yerinden cebin çektiğini söylüyor. Birlikte yürüyoruz elimizde cep telefonu. Bir yandan Emine yerlerden bir şey topluyor: Özmek. Uzun bir ot. Soyup çiğ de yeniyor, Emine bir tane soyuyor bana. Kıtır kıtır bir şey, hoşuma gidiyor. Hem yürüyor, hem de özmek yarışı yapıyoruz. Emine’nin gözleri hemen görüyor özmekleri tabii, bana 3 tane, 4 tane diye sayısını söylüyor, kendi toplamıyor, bana bırakıyor. Kendi başka yerlerden topluyor. Nisan’da çıkarmış özmek. Dün Kabak’ta Nazmiye teyzenin sütle pişirdiği, bizim de yediğimiz sarı ottan da toplamış ama sütleri olmadığı için pişiremiyormuş. Dere tepe çıkıyoruz cebin çektiği yeri bulmak için, o keçi gibi tırmanıyor tabii, ben de gövdemi taşımaya çalışıyorum, arada bana yardım ediyor küçücük cüssesiyle. Elini tuttuğumda, elleri köyün zorluklarını anlatıyor sözsüz bir dille. Bir an cep çekti, mesajı gönderdim, sonra da bir daha çekmedi. Emine ile dönüyoruz.

Yolda ağıla gidip, bana 3 gün önce doğan bir oğlağı getiriyor, nasıl sevgiyle tutuyor kucağında… Ben de hayatımda ilk kez bu kadar küçük bir oğlak seviyorum. Neden bilmem otomatik olarak oğlağın yanaklarına ellerimi koyup, alnımı onun alnına değdiriyorum. İçim sevgiyle coşuyor. Beyaz kulaklı simsiyah bir oğlak…

Emine bir salep bitkisi gösteriyor. Nisan 15 gibi salep de toplarlarmış. Mor, çok güzel bir çiçek. Köklerini haşlayıp kurutur, öyle satarlarmış. Emine de salep toplayacak, eve katkıda bulunacak.

Emine anlatıyor, annesi ve abileri domates serasında çalışmak için Kumluova’dalarmış. O da babası ve ortaokulda okuyan kardeşine bakmak için köyde kalmış. Kendisi de ortaokulu bitirmiş ama imkânları olmadığı için devam edememiş. Liseyi dışarıdan bitirme olanağını anlatıyorum. “Artık olmaz” diyor. Köyde bir kişi bile yaşıtı yokmuş, herkes domates seralarına çalışmaya gitmiş. Evlenmek ve bu köyden ayrılmak istiyor. Talipleri varmış ama abileri evlenmeden babası izin vermiyormuş evlenmesine.

Evde akan su yok. Musluklu bidonla iş görüyor. Ocak, tüp yok mutfakta. Odun ateşinde pişiriyor yemekleri. Upuzun dalları yakmış, bittikçe itiyor ateşin içine. Topladığımız özmekleri haşlıyor, sonra yağda kavuruyor. Mercimek çorbası yapıyor. Daha birkaç çeşit yemek. O sırada köyde yaşayanlardan biri geliyor sohbete. Onunla konuşuyorum, bakıyorum, Emine çay yapmış, yanında da kek. Hazır kek tabii. Fırın yok. Emine ikramı çok seviyor. Akşam da bize patlamış mısır getiriyor yine paketten çıkmış. Kimbilir daha neler yapmak istiyor ama imkânlar sınırlı. İçinden neler geçtiğini, nelere özlem duyduğunu merak ediyorum ama sormuyorum. Kocaman yüreği doğal bir şekilde paylaşıyor, çevresini besliyor… Yüreğimde onun sadelik dolu sevgisi sanki bir kaynağı harekete geçiriyor, içime ılık ılık sevgi doluyor…

2 yorum:

  1. halecim,

    yazilarini okudumda eminenin yasami ve anlattiklarin icime dokundu ..ne cok sey var sukredecek
    gozumuzu kapatan herneyse onumuzden kalksinki bizde gercegi algilayabilelim hayirlisiyla ve yasamimizdaki onceliklerimizin farkina varalim.adimlarimiz hep sevgiye dogru olsunki varalim senin gibi yolun sonuna....

    YanıtlaSil
  2. Olanı olduğu gibi görme, şükretme, neyin önemli olduğunu açıklıkla görebilme dileklerine gonulden katiliyorum, bizimle de paylaşan gönlüne sağlık.

    YanıtlaSil