Şimdi anlatacağım insan manzarası yolun bu bölümünde rastladığım bir kişi değil. Kimliğini açığa çıkaracak bir bilgi vermek içime uygun gelmedi. Bu yazı dizisinin ortasında bir yerlere koyuverdim bu yazıyı.
Herdaim Tanrı Misafiri:
Önce kim olduğunu anlamadım, pansiyonda çalışan biri mi, akraba mı. Pansiyon sahibiyle ve çalışanlarla uzun süredir tanışıyormuş gibi konuşuyor. Dikkatimi de pek çekmedi. Akşam yemek yiyeceğim, yemeğin gelmesini bekliyorum. O sırada da ertesi gün çıkacağım parkurun bilgisini okuyorum kitaptan, haritaya bakıyorum. Yanıma geldi. “Ne çalışıyorsunuz?” dedi. Biraz konuştuk. İzin istedi, masama oturdu.
Yaşamımda şu ana kadar pek çok değişik insanla karşılaştım. Ama bu kez bambaşka bir renkle tanışıyordum. Psikolojik dengesi yerinde mi değil mi karar veremedim ama gönül gözünün açık olduğunu düşündüm konuşmamızın pek çok yerinde.
İki kere evlenmiş ayrılmış. Kalacak yeri yok. Buraya da bir önceki gün gelmiş. “Kalacak yerim, işim yok, Tanrı misafiriyim, bana yardım eder misiniz?” demiş. Pansiyon sahibi de ona yatacak yer göstermiş, yemek vermiş, iş için birkaç yeri aramış, ertesi gün bir lokantaya görüşmeye gidecek. Yaşamı böyle geçiyormuş. Gözüne birini kestiriyor, “Kalacak yerim yok, sende kalmak istiyorum” diyormuş. Arada işe giriyor, bir süre çalışıyormuş. Bir oğlu var, oğlunun biraz başı dertte anladığım.
“Benim her gün yeni birini tanımam lazım” diyor. “Bu şart. Benim yolum bu”, diyor. “Ben o insanların içindeki şelaleyi görüyorum”, diyor. Ben de soruyorum, “Bu şelaleden besleniyorsun, değil mi?” Şaşırıyor. Gözlerinden yaş sicim sicim akıyor. Pek bir şey söylemiyorum ama söylediğim her cümleden sonra titriyor, “Hay” diyor. Hay Allahın adlarından biriymiş. Konuştukça titreyip duruyor. “Senin gözüne baktığımda neden üzerimden elektrik akımı geçiyormuş gibi oluyor, söyle bana?” diyor, cevabı bilmiyorum. Uzun uzun konuşuyoruz.
Ertesi gün yola çıkacağım, garsondan kahvaltıyı 7:30da yapıp yapamayacağımı soruyorum. “Tamam” diyor “ama beni uyandırın”. Sabah kalkıyorum ki, garsonu 5:30da uyandırmış ben gideceğim diye, kahvaltıyı hazırlatmış. Bir de yanıma yolluk olsun diye bir sürü yiyecek hazırlamış, domates, salatalık, zeytin, reçel, bal, tereyağı, büyük bir kekin bir bölümü. Ekmek koymayı unutmuş ama olsun. Bir kâğıt peçetenin içinde de begonvil çiçekleri. Bir naylon torbada da bir yazı, kendi cep telefonunun numarası.
Beni büyük bir ikramla uğurluyor, kendince ne gördüyse onun şaşkınlığı hala gözlerinde, “Ben de seninle yolu yürüyeceğim” diyor. “Sen benim için de bu yolu yürüyorsun.” Mantığın ötesinde bir boyutta ne demek istediğini anlıyorum, el sallayarak pansiyonun hemen karşısındaki patikayı tırmanıyorum.
Herdaim Tanrı Misafiri:
Önce kim olduğunu anlamadım, pansiyonda çalışan biri mi, akraba mı. Pansiyon sahibiyle ve çalışanlarla uzun süredir tanışıyormuş gibi konuşuyor. Dikkatimi de pek çekmedi. Akşam yemek yiyeceğim, yemeğin gelmesini bekliyorum. O sırada da ertesi gün çıkacağım parkurun bilgisini okuyorum kitaptan, haritaya bakıyorum. Yanıma geldi. “Ne çalışıyorsunuz?” dedi. Biraz konuştuk. İzin istedi, masama oturdu.
Yaşamımda şu ana kadar pek çok değişik insanla karşılaştım. Ama bu kez bambaşka bir renkle tanışıyordum. Psikolojik dengesi yerinde mi değil mi karar veremedim ama gönül gözünün açık olduğunu düşündüm konuşmamızın pek çok yerinde.
İki kere evlenmiş ayrılmış. Kalacak yeri yok. Buraya da bir önceki gün gelmiş. “Kalacak yerim, işim yok, Tanrı misafiriyim, bana yardım eder misiniz?” demiş. Pansiyon sahibi de ona yatacak yer göstermiş, yemek vermiş, iş için birkaç yeri aramış, ertesi gün bir lokantaya görüşmeye gidecek. Yaşamı böyle geçiyormuş. Gözüne birini kestiriyor, “Kalacak yerim yok, sende kalmak istiyorum” diyormuş. Arada işe giriyor, bir süre çalışıyormuş. Bir oğlu var, oğlunun biraz başı dertte anladığım.
“Benim her gün yeni birini tanımam lazım” diyor. “Bu şart. Benim yolum bu”, diyor. “Ben o insanların içindeki şelaleyi görüyorum”, diyor. Ben de soruyorum, “Bu şelaleden besleniyorsun, değil mi?” Şaşırıyor. Gözlerinden yaş sicim sicim akıyor. Pek bir şey söylemiyorum ama söylediğim her cümleden sonra titriyor, “Hay” diyor. Hay Allahın adlarından biriymiş. Konuştukça titreyip duruyor. “Senin gözüne baktığımda neden üzerimden elektrik akımı geçiyormuş gibi oluyor, söyle bana?” diyor, cevabı bilmiyorum. Uzun uzun konuşuyoruz.
Ertesi gün yola çıkacağım, garsondan kahvaltıyı 7:30da yapıp yapamayacağımı soruyorum. “Tamam” diyor “ama beni uyandırın”. Sabah kalkıyorum ki, garsonu 5:30da uyandırmış ben gideceğim diye, kahvaltıyı hazırlatmış. Bir de yanıma yolluk olsun diye bir sürü yiyecek hazırlamış, domates, salatalık, zeytin, reçel, bal, tereyağı, büyük bir kekin bir bölümü. Ekmek koymayı unutmuş ama olsun. Bir kâğıt peçetenin içinde de begonvil çiçekleri. Bir naylon torbada da bir yazı, kendi cep telefonunun numarası.
Beni büyük bir ikramla uğurluyor, kendince ne gördüyse onun şaşkınlığı hala gözlerinde, “Ben de seninle yolu yürüyeceğim” diyor. “Sen benim için de bu yolu yürüyorsun.” Mantığın ötesinde bir boyutta ne demek istediğini anlıyorum, el sallayarak pansiyonun hemen karşısındaki patikayı tırmanıyorum.
kişi vardır kendi bilir başkası bilmez,kişi vardır başkası bilir kendi bilmez,kişivardır hem kendi bilir hem başkası bilir,kişi vardır ne başkası bilir ne kendi bilir.....
YanıtlaSilDoğru söze ne denir... Hangi halde hangi durum en hayırlıysa, ona niyet edelim bari... Sevgiyle
YanıtlaSil