13 Kasım 2007 Salı

Yola Işık Tutan Sözler- Yaşam Öyküm...

Son birkaç gün yazamadım, şehir dışındaydım.

Nerede kaldı yazılar diye mesajlar geliyor, meğer gün gün takip edenler varmış :)

Bugün yazı yok ama hala okumakta olduğum kitaptan hoşuma giden bir sözü paylaşmak istiyorum. Kendi kulaklarımı da kocaman açtım :)

"Yaşam öyküm; hayatımı, aşağı inen bir yürüyen merdivende yukarı çıkmaya çalışır gibi yaşamaktan vazgeçtiğim gün başlar."

Pascal de Duve (Belçikalı şair, 1964-1993)

Kibar Olma, Kendin Ol- Thomas d'Ansembourg- Sistem Yayıncılık

Aslında şu son günlerde fark ettiğim bir şeyi de paylaşmak istiyorum. Yaşam kolaylıkla akıp gittiğinde, içindeki başarıyı göremediğimi, ille zorluklar aşıldığında başarı hissi yaşadığımı fark ettim. Bir de yaşamın olumlu geri bildirimlerini ya duymakta zorlandığımı, ya da duysam da neredeyse bir kulağımdan girip, diğerinden çıktığını, içimde köklenmediğini, yer bulmadığını fark ettim. Yani gerçek yelpazesinin bir bölümünü görüyorum da, bir kısmını göremiyorum gibi. Ne ilginç.

Birkaç gün önce arkadaşım Arzu bir mesaj göndermiş, bugün okudum. İçinde teşekkür mektuplarının iyileştirme gücünden söz ediliyor. Her gün düzenli ve bilinçli olarak şükretmeye çalışıyorum, böyle bir kararlılığım var. Bu uygulama güzelliklere karşı duyarlılığımı artırdı, yüreğim gün içinde çeşitli kereler taşıyor.
Bu mesaj gelince ve son günlerde yaşadıklarımı düşününce, birkaç teşekkür mektubu yazmaya karar verdim. Biri kendime, biri yaşama, birkaç tane de yakınlarıma. Bu mektupları yazmadan, yani uygulamayı yapmadan, bu cümleleri buraya yazmak istemezdim ama parmaklarımdan kayıyor kelimeler şu an.
Yılbaşı geliyor... Elbette yaşam akıp gidiyor, zaman sanal bir kavram ama yine de değerlendirmeler yapmak, tamamlanmamışları tamamlamak için fırsat bilirim böyle zamanları. Tam teşekkür zamanı yani, o mesajda da yazdıkları gibi.
Bu vesileyle bu cümlelere gözü değen sizlere de teşekkürler. Okuyanlar olmasa, haydi haydi diyenler olmasa, yaşamlarındaki etkileri paylaşanlar olmasa, böyle yazarak farkındalığımı artırma ve başkalarına da ilham verme fırsatını kullanabilir miydim? Belki, belki değil. Ama paylaşmalar olduğunda sanki yaşamı birlikte kutluyoruz gibi hissediyorum... Gönülden teşekkürler bu kutlama fırsatı için...

6 Kasım 2007 Salı

Yola Işık Tutan Sözler- Halil Cibran

Kötülük, kendi susuzluğunun işkencesinde kıvranan İyilik'ten başka nedir ki?

Halil Cibran

(Kibar Olma, Kendin Ol kitabından, Thomas d'Ansembourg, Sistem Yayıncılık)

5 Kasım 2007 Pazartesi

Şiddete İlişkin

Bugünkü yazıyı özetlersem:
* Sevgide kalmak eylemsizlik mi demek?
* Şiddet ne demek benim için?
* Tarafların ihtiyaçlarını görebiliyor muyum?
* Şiddet olayları listesi, dersler ve bağışlama


Bir süredir Türkiye’nin güncel olaylarını, politikacılar ve medya aracılığıyla oluşturulan gündemini daha bir dikkatle izliyorum. Gündemin ne kadar hızlı değiştiğini ve bir hafta önce konuşulanların hızla unutulduğunu görüyorum.

Bizim kendi dünyalarımızda da benzer bir durumla karşılaştığımızı gözlemliyorum. Elbette geçmişe takılı kalmamak, an’daki gerçeklikle bağlantıda olmak çok önemli. Ancak çözümlenmeden, anlaşılmadan, dersleri alınmadan hızla halıların altına süpürdüğümüz, bedenimize depoladığımız, ülkenin bilinçaltı depolarına doldurduğumuz düğümler sonra başımıza sıkıntı açabiliyor.

Geçen haftalarda şiddet ile ilgili ülke hop oturup hop kalkarken, itidal çağrıları, sevgide kalma davetleri merkezlerimizde kalmamızda yardımcı oldu. Esen rüzgarlara kapılıp gitmemizi önledi.

Bu süreç içerisinde aynı zamanda “Ne yapılabilir?” sorusunu sordum kendime.

Zira tarafsızlık, itidal, sevgide kalma eylemsizlik demek değil. Zihinde, yürekte kızgınlık, şiddet, hayalkırıklığı, üzüntü tarafından yönlendirilmemek demek. Peki içimizdeki sevgi, şefkat nasıl bir adım öneriyor? Başkalarının ya da kendi acılarımızı görüp, onların da, kendimizin de mutlu olmamızı dilediğimizde, bu ruh hali bize ne yapmamızı söylüyor?

Yaşamımda çeşitli dönemlerde “durmanın önemini”, “yapmak ve olmak farkını”, “sevgide kalmayı” tam kavrayamadığım ve eylemsizlikle karıştırdığım zamanlar oldu. Oysa eylemsizliğin kimi zaman şiddetin ta kendisi olduğunu içim acıyarak gördüm. Sevginin tezahür yollarından biri de eylem… Bu dersi çalışıyorum bugünlerde yoğun olarak…

Geçmiş koşullanmalarımızdan otomatik olarak çıkan eylemler değil de, sevgiden, şefkatten kaynaklanan özgür eylemler ne olabilir bugünlerde, Türkiye’deki bu şiddet selinde?

Politikacı, asker, diplomat değilim, dolayısıyla olan bitene görünür anlamda doğrudan etkim yok. Ancak sevgi ve şefkat dolu bir dünyanın yaratılması için küçücük de olsa ne yapabilirim, nasıl katkıda bulunabilirim?

Bu soruyu sora sora kendime, öncelikle şiddetin ne olduğuna baktım. En sevdiğim şiddet tanımı, “şiddetsiz iletişim” anlayışının tanımı: şiddet başkasının ihtiyacını görmezden gelmektir. Bu ihtiyacı biz karşılayamayız belki ya da önerilen yol ilgili tüm tarafların ihtiyaçlarını karşılayamayacaktır. Ancak anladığım kadarıyla önemli olan ihtiyaçların görülmesi. Sonra ilgili tüm tarafların ihtiyaçlarının nasıl karşılanabileceğine ilişkin yöntemlere bakılabilir.

Bıraktım Türkiye ölçeğini, kendi yaşamıma baktığımda ya karşı tarafın ihtiyacını görmezden geliyorum, ya kendi ihtiyacımı. Arada tüm ilgililerin ihtiyaçlarını gördüğüm de oluyor, ancak bu kez de tüm ihtiyaçların karşılanabileceği stratejileri bulmakta çuvallayabiliyorum. Neyse ki topal karınca hikayesini biliyorum, moralimi bozmuyorum :)

Bu şiddet tanımını hatırlayınca, bir kere Türkiye’de olan olaylardaki tüm tarafların ihtiyaçlarına/ insani değerlere derinden bakmaya üşendiğimi gördüm. Bu farkındalık beni sarstı. Hem kendime duyarlı görünüp, hem de ne kadar yüzeyde kaldığımı fark ettim. İhtiyaçları görebilmek için de daha bağlantıda olmaya ihtiyacım olduğunu gördüm. Konuya ilişkin tüm bilgileri edinmem mümkün değil, zira bu politik, ekonomik menfaatler karışıklığı içinde gerçeğin ne olduğunu görmek çok zor. Ancak yine de gördüğüm kadarıyla daha bağlantıda olmaya niyet ettim. Ve içimden geldiği ilk anda zaman ayırıp, ihtiyaçlara bakmayı istiyorum.

Ülkede duyguların ayyuka çıktığı dönemde yaptıklarımdan bir diğerini paylaşayım: Baktım kutuplaşma ve karşılıklı şiddet artıyor, mikro kozmosun da makro kozmosu etkilediğine ilişkin inancım var. Oturdum yaşamımda bana gösterilmiş ve de benim gösterdiğim sözlü, fiziki ya da eylemsiz şiddet olaylarını listeledim. Daha önce bu tür pek çok çalışma yaptığım için, hala enerjisi kalmış olay listesi nispeten kısaydı. Bu olaylara yakından baktım, karşılıklı ihtiyaçları görmeye çalıştım. Bu olaylarda ne dersler olduğuna baktım. İçgörüler içimde “hakikaten ya!” etkisi oluşturduğunda, hem kendimi, hem de ilgilileri bağışlamaya niyet ettim. Böylelikle hiç olmazsa bütündeki kendi şiddet yükümü hafifletmeyi diledim. Ülkeyi bilmem ama ben epey ders aldım, hafifledim. Sonra bu yönde diğer adımlar daha kolay geldi.

Gandhi diyor ya, “Dünyada aradığımız değişimin yaşayan örneği olalım”. Bu paylaşılanlar da bu yönde bir ilham verirse, ne mutlu…

2 Kasım 2007 Cuma

6- Sadeleşme Yolunda Zorlandığımızda

19.12.2005

Bazen çevremizi, kendimizi sadeleştirmeye bir heves başlıyoruz. Bir süre iyi giderken, bir bakıyoruz ki sıkılıyoruz, zorlanıyoruz, üşeniyoruz, kararsızlıklardan yoruluyoruz. Peki, bu sadeleşmeyi nasıl sürdürebiliriz?

Hayal kurabiliriz... Konu: Gönlümdeki yaşam ya da gönlümdeki ‘ben’ ya da yaşamda duruşum.
Nasıl bir yasam istiyorum diye kendimize sorabiliriz.
Nasıl bir yaşam için yer açıyoruz böyle sadeleşerek, fiziksel yer boşaltarak?
Geçmişe tutunmayı bıraktığımızda, şimdiki yaşamımıza neyin dolmasını ya da neyin boşalmasını diliyoruz?
Nasıl bir yaşama yer açıyorum? Bunu uzanıp, gözlerimizi kapatarak da yapabiliriz, yazarak da. Benim için bu tür şeyler yazarak daha kolay oluyor. Düşünce çok hızlı olduğu için, yazmazsam, bir yerlerde ipin ucu kaçabiliyor ve ben kendimi yapacağım yemeği tasarlarken bulabiliyorum :))) Hikâye gibi yazmak da mümkün, madde madde yazmak da. Ne istediğimizi, niyetimizi detaylı ve net bir şekilde tarif edebilirsek, niyetimize enerji odaklamış oluyoruz. Niyetimizin; bütünün güzelliğine, iyiliğine hizmet edecek şekilde gerçekleşmesini dileyerek, temizliğe devam edebiliriz ve ara ara kendimize yaşamımızda neye yer açtığımızı hatırlatırız.

Saf farkındalık...
Bizi durduran bir güçlükle –korku, endişe, sıkıntı, tembellik, yapışma hali, öfke, bezginlik- karşılaştığımızda, vipassana tekniğini bilenler hemen durup, birkaç dakika vipassana yapabilirler. Bilmeyenler, durup, zihninizdeki duygulara, bedeninizdeki hislere bakıp, bunların ne olduğunu gözlemlemeye çalışabilirsiniz. Değiştirmeye çalışmadan, yalnızca gözlemlemek. Bu tür zihin halleriyle özdeşleşmez, gözlemci kalabilirsek, her şey gibi onlar da değişirler ve kaybolurlar. Güçlü kökleri olanlar tekrar ortaya çıkabilirler. Her defasında gözlemlemeyi başarabilirsek, gittikçe zayıfladıklarını, daha az aralıklarla ve daha güçsüz bir şekilde ortaya çıktıklarını görebiliriz.

Zorluklarımızı yazabiliriz...
Aklımıza gelen tüm inançları, düşünceleri, kendimize söylediklerimizi serbestçe, içimizden geldiği gibi yazabiliriz. Bu düşüncelerle çıkan duygularımızı da yazabiliriz. Bunları yalnızca yazmak bile farkındalığımızı biraz daha keskin hale getirebilir. Sonra bu inançların, düşüncelerin hizmet ettikleri ihtiyaçlarımıza bakabiliriz. Güvenlik mi, sevilme mi, gelişme mi, görülme mi, saygı mı, otonomi mi? Korkularımızı, dirençlerimizi, endişelerimizi, sıkıntımızı gidermeye, onlardan kurtulmaya çalışmadan önce, bir kulak verelim onlara. Yaşamımın şu anına kadar gördüğüm o ki, yaşamda hiçbir şey fuzuli değil, mutlak bir şeye hizmet ediyor. Bu duyguların, inançların da hizmet ettiği bir ihtiyaç vardır elbette. Ve bizler gerçek ihtiyaçlarımızı görebilirsek, belki bu ihtiyaçlarımızı karşılamak için, eşyalara tutunacağımıza, farklı yöntemler, yollar arayabilir, bulabiliriz.

Bazen zihnimizde çok şey vardır ve boğuluruz. Yapmamız gereken şeyler yüzünden suçluluk hissederiz. Bazen bu halde uzun bir süre yaşamışızdır ve artık hiç bir şey değişmeyecek gibi bir hisse kapılmışızdır. Kendimizi cezalandırmak için de bir nevi “çöp” (artık yaşamımıza hizmet etmeyen herşey anlamında) evde, çalışma mekânında yaşarız. Gizli gizli zihnimizin diplerinde bir yerlerde hak etmediğimiz, gayret göstermeye değmediğimiz inancı vardır. Böyle düşüncelerimiz varsa, bunları yakalayalım, onların neye hizmet ettiğine bakalım ve aynı çemberin içinde dönüp durmak yerine, mini minnacık da olsa, küçük küçük adımlar atalım. Her adım o çemberin dışındadır.

Ivır zıvırımızı düşündükçe ortaya çıkan yorgunluk, bezginlik, yılgınlık ve hatta depresyon halleri, biz eyleme geçtikçe, adımlar attıkça, buharlaşmaya başlar. En zoru adım atmak, sonra –hepimizin bildiği gibi- top yuvarlanmaya başlar, hafifler, rahatlarız, hatta birisi “sihir başlar” demişti...

Yaşam dansında kendi figürlerimi yapmanın, nasibime düşenlere can vermenin keyfi ve yürekten taşan sevgiyle

1 Kasım 2007 Perşembe

5- Bir Adım Daha

16.12.2005

Sadeleşmeye devam adımları:
Birkaç sene önce Londra’da bir arkadaşımın evine kalmaya gitmiştim. Orta yaşı geçmiş arkadaşımın davetinde bir tereddüt hissetmiştim. Eve gidince anladım. Evinden utanıyordu. Her yer eşyalarla doluydu. Harika kitapları ve bibloları vardı. Evi de çok kullanışlı bir mekândı. Ancak oturacak yer yoktu ve güzellikler eşyaların arasında kaybolmuştu. Artık işine yaramayan eşyaların perdesi yüzünden, yaşamındaki güzelliklerin keyfini çıkaramıyordu, evine arkadaşlarını çağıramıyor ve izole yaşıyordu.

Eşyalar zihnimizin de bir aynası sanki...

Onun evinde hapsolmuş, takılmış eşyaları sevgiyle, sevinçle kullanabilecek kimbilir kimler vardır diye düşünmüştüm. Bizlerin de evlerinde bir daha okumayacağımız ama kitaba ulaşamayan nicelerini ne çok sevindirecek, onlara ufuk açacak kimbilir ne kitaplarımız vardır, değil mi? "Başkalarının yaşamlarına katkıda bulunmak hayattaki en büyük keyiftir" diyor Marshall Rosenberg.

Benim en zor kararlarımdan biri bu yılın başında sosyal hizmet alanındaki kitapları vermek konusunda olmuştu. Çok küçük yaşlardan itibaren, önce gönüllü, sonra profesyonel olarak 19 yıl çalıştığım sosyal hizmet alanına ilişkin bir dolu kitap, makale, araştırma biriktirmiştim. 19 yıl az değil, üstelik uzun yıllar yaşamımı üzerine kurduğum bir alan. 2000 yılında bu alanın sayfasını kapattığımda yine de sakladım her şeyi: meşhur “bir gün lazım olursa”. Bu yılın başında “lazım olursa, yeniden alırım, daha yeni araştırmaları bulurum.” dedim. Ama kâğıt çöpüne atmak da içime uygun gelmedi. Oturdum ki -aranızdan yardım edenler de oldu bu sürece, sağolsunlar- tüm kitap ve makalelerin listesini yaptım ve hala alanda çalışan arkadaşlarıma gönderdim. Herkes istediklerini bildirdi, ilginç bir düzenlemedir ki, herkes de farklı listeler yapmıştı. Hepsi eriyip gitti. İşlerine yaradı mı, kullandılar mı bilemem, ancak düşünebildiğimin en iyisi buydu. Yaşamda her şey değişiyor, ben tutunduğumda yalnızca kendime yük yaratıyorum, ben aktığımda kim bilir neler akıyor... (2007 notu: Birkaç ay önce bu makalelerden almış bir arkadaşım bana bir hediye ile geldi. Önce hediyeye bir anlam veremedim. O zaman aldığı makalelerin şimdi yazmakta olduğu kitap için çok yararlı olduğunu ve teşekkür için geldiğini söyledi. Nasıl sevindiğimi tahmin edersiniz.)

Söz kitaptan açılmışken, ne yapmalı kitapları...
· Bir yerde okumuştum, fazla kitaplarınızı işyerinize götürüp, kahve içilen yere bırakın, isteyen alsın diye önerilmişti.
· Bir dönem de sahaflara götürmüştüm kitaplarımı.
· Bizim eve gelenler bilir, bir “istediğinizi alın” sandığı var. Kimi kitaplar da oradan yeni sahiplerini buluyor. (2007 notu: artık yok ama epey güzel işledi bu uygulama)
· Bir kargo şirketinin kampanyası vardı bir zaman önce, köy okullarına gönderilmek üzere kitapları eve gelip alıyorlardı. Bir koli kitap da öyle gitmişti. (2007 notu: Köy okullarını desteklemekle ilgili bilgi vereceğim yakında. Böyle bir kampanyayı beklemek gerekmiyor. Kendiniz de bir koli yapıp posta yolu ile gönderebilirsiniz. Ancak kitapların çocuklara uygun olduğundan emin olalım. İhtiyacımız olmayanları yeni yerlerine ulaştırırken, başkalarına çöp ya da iş çıkarmayalım.)
· (2007 notu: İnternette freecycle diye bir yahoo grubu var. İhtiyacı olan ile eşyayı (her türlü eşya) birleştirmeyi hedefliyor. Harika işleyen bir sistem. Şimdiye kadar pek çok şeyi yeni sahiplerine gönderdim bu sistemle, ben de harika bir kitap aldım- hem de varlığından haberdar olmadığım ama yazarını tanıdığım bir kitap, çok güzel bir sürprizdi)
. (2007 notu: Köy okullarındaki öğretmenlerin de beslenmeye ihtiyacı var. Elbette uygun olabileceğini düşündüğümüz kitapları bu okullara gönderebiliriz.)
· Başka?