28 Mayıs 2009 Perşembe

Kuş Seslerini Dinlemek...

Günlerdir kuşları dinliyorum. Bulunduğum yerde epey kuş sesi var. Özellikle akşamüstleri karatavuk (hani kargaya benzeyen ama sarı gagası olan) müthiş güzel ötüyor. Kuşları dinliyorum. Değişik ötüşleri dinliyorum. Şu anda bunları yazarken de. Bugün yazacağım bu kadar. Yalnızca dinliyorum. Yorum yapmadan. Üstüne başka görüşler, hikayeler, hatta güzellikler bile eklemeden. Hatta şükür bile etmeden. Yalnızca dinliyorum. Ve dinlendiğimi, rahatladığımı hissediyorum. Bir şey öğrenmeye çalışmadan, bir yaşam dersi çıkarmadan, yansıtmadan, çarpıtmadan, görmeye çalışmadan, hiç bir şey için gayret göstermeden. Yalnızca dinlemek. Hatta tüm bu yazdıklarım bile çok oldu. Susayım.


Bir de fotoğraf paylaşayım, geçen günkü tanıklığımdan- baktıkça içim şefkat doluyor:

Kadıkalesi, Mayıs 2009

27 Mayıs 2009 Çarşamba

Karanlıkta Da Olsan...

Bafa, Mayıs 2009

Yaşamın farklı iletişim yollarından biriyle gelen bir hikaye:

Biri karanlıkta, önünde ardında hiçbir şey görmüyor. Zifiri karanlık.
Sonra bir tanıdığı geliyor yanına, elinden tutuyor. İlk kişi diyor ki, “Artık bir şey göremiyorum.” ve vazgeçmiş olarak gözlerini kapatıyor.
Elini tutan kişi, “Gözlerini aç. Karanlıkta da olsa gözlerini aç. Karanlığa bak. Yoksa labirentte kaybolursun.” diyor.

Teşekkürler...

Her neredeysek, ne haldeysek, gözlerimizi açıp, olan’a baktığımız, görüleceği gördüğümüz nice an’lar dileğiyle…


26 Mayıs 2009 Salı

"Yaşama Sadık Kalmak"

Bu yazıya altında oturduğum ağacın fotoğrafı yakışırdı ama makinemi almamışım yanıma. Başka bir güzelliği paylaşayım: Devedikeni (yanlış bilmiyorsam), Salihli, Mayıs 2009

Birkaç hafta önce Yasemin bir kitaptan söz etmişti, "İçimden geldi, sana göndereyim, oku" dedi. Çok şeker bir notla göndermiş kitabı. Ne zamandır yollardayım, ancak okumaya başladım. Harika bir hatırlatıcı kitap... Bazı bilgilerin zihinden kalbe inişi sürecinde sürekli kulağımıza fısıldanması, tekrar tekrar hatırlatılması, hatta arada kafamıza vurula vurula büyük puntolarla yazılması gerekiyor galiba... Yok birbirimizden farkımız, bu süreç içimi muzip kıkırdamalarla dolduruyor- "biraz kalın kafalı mıyız ne!" gibilerinden... :) Bir de yaşam vazgeçmiyor hiçbirimizden, ne zaman, hangi yolla öğrenirsek... Sevgili müşfik eğitmenimiz...


Kitabın adı: Chamalu.

Bugün için seçtiğim alıntı ise şöyle:


“Uyandığımızda ilk niyetlerimiz ve ilk etkinliklerimiz günün ana eğilimlerini çizver, perspektiflerini belirler, olayları yönlendirir. Hiçbir şey geridönüşlü olmadığından, eğilimleri değiştirip yeniden yönlendirmek güçtür. Günün ilk anlarına daha çok yoğunlaşmak gerekir; çünkü o anlarda günün geri kalan çizgilerini belirleriz, geceki birikimler bize yeni şafağı kotarana dek.” (s. 71-2)

“’Yaşamı sev ve ona sadık kal, ne olursa olsun.’
‘Yaşama sadık kalmak ne demektir?’
‘Yaşama bağlı kalmanın tek yolu mutlu olmaktır’ diye yanıtladım. ‘Sevinç bizim doğal halimizdir, doğru yerimizi bulmanın da ana belirtisi.’
‘Neyi seversen sev’ diye sürdürdüm, ‘nice önemsiz olursa olsun. Sevdiğini yoğunlukla sev, koşulsuz sev. İçinde taşıdığın aşk sana uyumu getirecektir.
Asıl olan, kötü anlarında sevmelisin. Sevecenlikten daha iyi bir koruyucu bulamazsın. Aşktan daha iyi yanıt yoktur. Aşksız yaşam benzinsiz otomobile benzer. Seven güçlü olur, her gün mucize olur onun yaşamında. (…) Her kişinin içinde ölçüsüzce seven bir varlık yaşar. Bu varlık serbest kalınca aşk kendiliğinden akarak ışıkla doldurur bizi.’” (46-48)

Chamalu- Yüreğin Yolu- And Şamanlarının Bilgelik Öğretisi (Özgün adı: The Shamanic Way of the Heart)

Luis Espinoza- Okyanus Yayınları, 1997


Çok yaşlı bir ağacın altında yazıyorum bu satırları. Aslında daha da yaşlı bir ağacı ziyaret edesim vardı ama bugünlere kısmet değilmiş. Bu ağacın da gövdesi o kadar kalın ki, iki kişi kavrayamaz, bir üçüncü lazım. Geniş bir gölgesi var. Sordum meşeymiş, yaprakları benim bildiğim meşe türlerinden farklı. Dallarının altında iyice 'yakıtla' dolduruyorum varlığımı. Bu nice an'lara tanık olmuş, bilge görünen ağacın altında bir dilek dilemek istiyorum hepimiz için:

İçimizdeki ölçüsüzce seven varlığın serbest kalması, tüm varlığımızı ışıkla doldurması dileğiyle...

25 Mayıs 2009 Pazartesi

Yeni...

Bu kelebeğin duruşuna bittim, bittim... Çizgi film Heidi'nin bulutlarda yatışı gibi... Kendini leylağın üzerine bırakmış... Yaşamın böyle keyfini çıkardığımız, an'a böyle kendimizi bıraktığımız, böyle güzellikler yaşadığımız nice anlar diliyorum... Bozdağ, Mayıs 2009


Dün gece okuduğum kitaptan bir alıntı paylaşmak istemiştim bugün. Ancak kitabı yanıma almayı unutmuşum. Son günlerde internet bağlantısını bulmak kolay değil. Hazır bir bağlantı bulmuşken, iki satır yazayım istedim. Bazılarınız son yazıyı göre göre "Yetti artık, sezgilerimize baktık, yaşama koyduk, sonra... " diye bir iç söyleşiye girmişsinizdir belki... :)


Bugün bilgisayarda dosyalardan birinde lazım olduğunda okunup, paylaşılmayı bekleyen bir alıntıyı paylaşmak istiyorum... Galiba daha önce İçimizdeki Kapıları Açmak kitabından bir bölüm paylaşmıştım... Her gün için başka bir rehberlik, ilham yazısı içeren bir kitap bu... İskoçya'daki kuruluş öyküsü çok ilginç olan Findhorn'un (bir spiritüel ve ekolojik merkez) kurucularından biri olan Eileen Caddy'nin bir kitabı... Birlikte okuyalım- geçmiş bir güne ait ama ne fark eder... Bugünmüş sırası...


19 ARALIK

"Bu yaşam, bir eylem yaşamıdır, bir değişim yaşamıdır. Atalete izin verme, çünkü sen atıl olduğun zaman durgun bir kısır döngünün içine kolayca girebilirsin. Senin kendi ruhsal deneyimini kendi başına yaşaman gerekiyor. Kendi yolunda kendi kişisel arayışını gerçekleştiriyor olman gerekiyor. Nerede değişim gerektiğine bak ve o değişimi oluşturabilmek için gereken eylemi gerçekleştir. Eğer değişim rahatsızlık veriyorsa bil ki, ne kadar çabuk gerçekleşirse o kadar kolay olur. Bir yara bandını hızla çekmek, yavaşça çekmekten daha az acı vericidir. O nedenle, ne yapılması gerekiyorsa, çok fazla düşünerek vakit kaybetmeden yap. Yeniye doğru o adımı tereddüt etmeden at ve sadece bil ki yenide, arkanda ve geçmişte bıraktığından çok daha harika şeyler olacak. Değişimle birlikte yaşam da gelir, dolu dolu ve muhteşem bir yaşam. Bu sana sunuluyor. Onu al ve onun icin sonsuz şükran duy."

İçimizdeki Kapıları Açmak / Eileen Caddy


Yeniye yüzümüzü döndüğümüz, adımlarımızı attığımız taptaze günler dileğiyle...

14 Mayıs 2009 Perşembe

İşimize Gelmeyen Sezgiler Ne Oluyor?

Beypazarı-Akyazı yolu üzerindeki Kuş Cennetinin arkasındaki kat kat renkli dağ,
19 Nisan 2009


Bugün kısmetimize zihnimizde, kalbimizde evirip çevireceğimiz birkaç soru çıktı:

Günlük yaşamımızda seçimlerimizi yaparken, bazen sezgilerimizi izliyoruz... İçimize sıcak geleni, içimize neşe, coşku vereni, zihnimizle açıklayamasak da içimize doğru geleni, kuvvetli bir çekilim hissettiğimizi ya da sessiz ama derinden bildiğimizi hissettiğimizi izliyoruz... Genellikle sezgilerimiz bize bir şeyi yapmanın uygun olmadığını belirttiğinde buna uymakta oldukça sadık davranıyoruz. 'Yapma'ya uymak sanki daha kolay...

Ya içimizden "yap" şeklinde gelenler? Sanki burada bir pazarlık payı varmış gibi davranabiliyoruz. İçimizde bir his, "doğada bir gün geçir", "hiç bir şey yapmadığın bir gün geçir", "bir gün boyunca herşeyi bırak ve tamamen kendine ayır", "sabah yürüyüş yap", "şu kimseyi ara", "şu öğrendiklerini bir grupla paylaş", "şunu beslenmene kat", "qi gong yap", "her gün sessizce otur" gibi yaşam yolumuzu kolaylaştıracak, kalitesini artıracak ya da her günkü rutinimizi kıracak, tazelik, yenilik, farklılık getirerek anlayışımızı artıracak uygulamalar içimizde yankılanıyor. Bir gün değil, beş gün değil, üç hafta değil... Uzun bir süre, içimizde sanki sessiz bir ses sakin bir tonla sürekli bize hatırlatıyor, yolu gösteriyor...

Ancak bu "yapsan iyi olur" sesine ya kulakları tıkıyoruz, ya "tamam tamam haftaya" diye -biraz sert kaçacak ama olanı yumuşatmanın da alemi yok- yalan söylüyoruz kendimize, ya pazarlık yapıyoruz "her gün yapamam, 2 gün yapsam olur mu?, "20 dakika yapamam, 5 dakika yapsam olur mu?"...

Geçenlerde Caroline Myss'in bir videosunu izliyordum. Bir anısını paylaştı. 25 yıl kadar önce daha şifa çalışmalarına yeni başladığında, bir AIDS hastası gelmiş. Myss ve birlikte çalıştığı arkadaşı AIDS hakkında pek bir şey bilmiyormuş. Tedirgin olmuşlar önce, ancak sonra üzerinde çalışmışlar ve adamın yapması gerekenlere ilişkin bir liste çıkarmışlar. İşte ayaklarını tuzlu suya koy, bilmemne yağını ısıt karnına koy, şu meditasyonu yap, şu arınma çalışmasını yap diye oldukça uzun ve detaylı bir listeymiş. Adama gösterdiklerinde, "Hepsi bu mu?" demiş. Myss, o zamandan beri yaşamında böyle birine hiç rastlamadığını anlattı. Herkes pazarlık yapıyormuş. Kendimizden biliyoruz, değil mi? Myss, adamın tüm dikkatini listeye verdiğini ve harfiyen yerine getirdiğini söyledi. Adam AIDS'den tamamen kurtulmuş ve şu anda avukatlık yaparak hayatını normal bir şekilde sürdürüyormuş. AIDS'ten kurtulan kimse duymamıştım daha önce. Bu hikayeye şaşırdım. Ancak en çok da aslında nasıl şefkatle yaşamın bize yol gösterdiğini ve tembellik, üşengeçlik, inançsızlık, istikrarsızlık enerjileriyle kendimizi sabote ettiğimizi düşündüm.

Bazen aylarca, yıllarca bir durumun içinde hapis kalıyoruz. Herhalde bu durumdan yeterince bıkmıyoruz ki, sezgilerimizin bize gösterdiği çıkış yollarını takip etmiyoruz. Bazı hallerde "Çıkış yolunu görmüyorum" diyoruz. Ancak acaba hakikaten görmüyor muyuz, yoksa içimizden bir şeyler geliyor da, "Bu yolun nasıl çıkış yolu olacağını görmüyorum. Böyle saçma/küçük/ilgisiz/dolaylı bir şeyi yaşama geçirdiğimde, bunun benim sorunumu nasıl çözeceğimi görmüyorum. Bu çıkış yolu olamaz" deyip, hapishanenin içinde dönmeye devam mı ediyoruz? Belki de o küçük/ilgisiz/saçma/dolaylı yoldan biraz ilerlesek, herşey daha farklı görünecek gözümüze, belki hiç beklenmedik açılımlar olacak, belki ansızın destek gelecek... Bir denemeden ne kaybederiz ki... Ama ayaklarımıza beton dökülmüş gibi bir inat içimizde, bir inat...

Bu kadar inatla, bu kadar bilmişlikle, bu kadar inançsızlıkla "sevginin yaşama geçmiş hali" nasıl olacağız? Zihnimiz bazı hallerde teslim olmasının en uygun seçim olacağını görmüyor mu?

Yalnız küçücük de bir hatırlatma: Sezgilerimiz -şu andaki anlayışıma ve deneyimlerime göre- bize hiç bir zaman birinin kalbini kırmayı, zarar verecek bir şey yapmayı söylemiyor. Hep yapıcı, hep şefkatli, hep sevgiye ve anlayışı artırmaya yönelik adımlar söylüyor...

İçimizde derinden doğru olduğunu bildiklerimizi takip edebilme cesaretini, istekliliğini gösterebilmemiz ve yaşamla ekip halinde yürüyebilmemiz dileğiyle...

12 Mayıs 2009 Salı

Augusto Boal: Cesaret...

Boal'ı uğurlama gününden... 9.5.2009


"Mutlu Olmak icin Cesaretli Olun!"

Augusto Boal


Augusto Boal'ı kardeşim Jale (Karabekir) vesilesiyle tanıyorum. Ezilenler Tiyatrosunun kurucusu. 10 gün olmuş bu dünyadan uğurlanalı. Kardeşim bir anma-uğurlama buluşması düzenlediğinde, Boal ile ilgili bir röportaj izledim. Dünyanın daha güzel, herkes için yaşanabilir bir yer olabilmesini hayal eden ve bu hayaline doğru yürüyenlerden, emek verenlerden, ruhunu, yaşamını ortaya koyanlardan biri... Politik görüşleri sebebiyle hapse atıldığında, nasıl etkilendiğini soruyor röportajı yapan. "Sessizliği dinledim. Eskiden hep sesleri dinlerdim. Orada sessizliği dinlemeyi öğrendim." diyor.

Şimdi her neredeyse yolu açık olsun... Bu dünya için yaptıkları şimdi bir şekilde ışığa dönüşüp, yolunu aydınlatsın...

Bizlerin de mutlu olmak için cesaretli olabilmemiz dileğiyle...


11 Mayıs 2009 Pazartesi

Zihnin Koridorlarında Kaybolduk

Bir çoğumuz oraya buraya koşuyoruz. Ayaklarımız yere basmıyormuş gibi, yaşama değmiyormuş gibiyiz. Bugünler farkındalığa -ne yapıyorsak, ne hissediyorsak, ne düşünüyorsak, tarafsızca gözlemlemeye- belki en çok ihtiyaç duyduğumuz günler... Sessizliğe, hiç bir şey yapmadan sessizce oturup, bedenimizde ve zihnimizde olanları izlemeye en çok ihtiyaç duyduğumuz günler... Olan'ı nasıl renklendirdiğimizi, tatlandırdığımızı, hikayelerle giydirdiğimizi görmenin belki de en çok gerektiği günler... Olan'ı olduğu gibi görmek için kuvvetle niyet etmemizin gerektiği günler... Zihnin koridorlarında kaybolduğumuzu fark etmemiz gereken günler... Belki...

Bugün bir alıntı paylaşmak istiyorum:

Mobi Ho bir anısını aktarıyor:

“Bir keresinde harıl harıl yemek pişiriyordum ve etrafa saçılmış kap kacak ve malzemenin ortasına koyduğum bir kaşığı bulamadım. Orayı burayı ararken, Tay (Öğretmen anlamında. Kast edilen Thich Nhat Hahn) mutfağa girdi ve gülümsedi. “Mobi neyi arıyor?” diye sordu. Tabii ben, “Kaşığı! Kaşığı arıyorum!” diye yanıtladım. Tay gene gülümseyerek “Hayır, Mobi Mobi’yi arıyor” diye yanıtladı.”

Farkındalığın Mucizesi, Thich Nhat Hahn, Kuraldışı, 2007, sayfa:7

5 Mayıs 2009 Salı

Elimizdeki Kap

25.4.2009


"İstemek; kabul edip, almanın başlangıcıdır.
Okyanusa giderken, elinizde bir çay kaşığı ile gitmediğinizden emin olun.
En azından bir kova alın ki çocuklar size gülmesin."

Jim Rohn

(Alıntı: Speak Peace in a World of Conflict, What You Say Next Will Change Your World, M. Rosenberg)

İçgörü isterken, rehberlik isterken, açıklık isterken, sevgiyi hissetmek isterken, elimize bakalım, çay kaşığı mı var, kahve fincanı mı var... Kabımızın büyüklüğü kadar alabileceğimizi hatırlayalım... Kabımızın büyüklüğü de içimizi ne kadar boşalttığımızla ilgili... Ellerimiz hala eskinin olayları, öfkeleri, inançları, intikam alma istekleri, pişmanlıkları ile doluysa, kabımız küçüldükçe küçülüyor. Değer mi peki, gün kaçıyor, yaşam geçiyor...


Kabımızı her geçen gün büyütebilmemiz dileğiyle...