16 Eylül 2007 Pazar

Tekke Aşçısı Gibi Biri- Bilinmeyenin Hediyeleri

Kalkan’a vardığım akşam bir yerde yemek yedim ve hoşuma gitmedi. Ertesi gün halsizim, enerjim düşük. Yaşamımda güvenli alanlardan çıkıp, bilinmeyene çıkmışlığım epey var. Avrupa’da, Asya’da tek başına yolculuk etmişliğim var. Aylarca konuşmadığım inzivalar yapmışlığım var. Daha önce örneğini görmediğim işler yapmışlığım var. Hapishanede çalışmışlığım var. Ancak bakıyorum da zihnimde bir bilinmeyen korkusu. Öyle bir korku ki bu; birçok hikâye doğuruyor durmadan: Yolu bulabilecek miyim, nasıl yokuş çıkacağım, ya köpek çıkarsa, karanlığa kalırsam. Yol bilinir oldukça tavrım nasıl değişiyor, yürünen yol aileden oluyor, endişesiz bir bakış oluyor. Bilinmeyen yol ise beni ürkütüyor. Bu kadar yol yürüdüğüm halde. Oysa her seferinde yol yeni değil mi! Aynı yolu da yürüsem, neyle karşılaşacağımı bilemem ki. Aynı kalan ne var ki bu dünyada. Her “an” bilinmeyene açılmıyor mu? Bilindik zannediyoruz ama aslında tamamen bir varsayım değil mi bu? Bir sonraki an hep bilinmeyen. Bilinmeyene kendini bırakabiliyor musun, bırakamıyor musun? Haydi bakalım.

Bir ümitsizlik dalgası kaplayıverdi içimi. Bu bilinmeyen korkusunun yanında, hedefin uzaklığı çöktü üzerime. Zihnimde ben kim, Antalya’ya varmak kim düşünceleri. Yol çok uzun. Bense daha çok başındayım ve en kolay yerleri geçtim, düşünceleri. Döneyim, bırakayım halleri. Gücüm geri çekilmiş gibi. Bu hali tanıyorum. Daha önce de başıma gelmişliği var. Çok istediğim bir işe başlayıp, bir süre sonra bir yılgınlığa düşmüşlüğüm var. İçimde yoğun bir hüzün, güçsüzlük hissi. Bu hislere neyin sebep olduğunu tam olarak bilmiyorum, ama biraz da olsun tahminlerim var.

Geçmişte bu halden nasıl çıktığımı hatırlamıyorum. Hiçbir şey yapasım yok. Sıkıntılı sıkıntılı dolaşıyorum, karnım aç. Daha önce bir lokanta görmüştüm, oraya gideyim, dedim. Ama bu kez önünden geçerken içerdekileri gözüm tutmadı. Başka bir yola saptım, Likya yolu işaretlerini gördüm, takip ettim, bari gidip bir sonraki parkurun başlangıcını bulayım, çantayla yol aramak zorunda kalmam, dedim. Buldum da, biraz rahatladım. Ama şu karın açlığını ne yapacağım. Daha önce yemek yediğim yere gideyim dedim ama bu sefer de o gün adamcağızın sorduğum bir soruya kasten doğru cevap vermediğini fark ettim tam o anda gördüğüm bir tabeladan. Haydi. Orası bir kez daha silindi.

Ümitsizce hemen önümdeki dik merdivenlerden indim. Tam köşede küçücük bir lokanta gördüm, dışarıda iki masa var. Birinde civar esnafı olduğunu tahmin ettiğim iki adam yemek yiyor. İçeri girdim, kimseler yok. Yiyeceklerin yanına gideyim ki, dumanı tüten bir barbunya pilaki. Çevresinde de çeşit çeşit sebze yemeği. Ispanak. Patates salatası. Zeytinyağlı brokoli. Pırasa. Yeşil fasulye. Brüksel lahanası. Et yemeyen biri için mucize görüntüler. O sırada lokantanın sahibi göründü. Ufak tefek, topluca bir adam. Telaşla oradan oraya koşturuyor. Cennete düşmüş gibi hissettiğim için, gözlerimi yiyeceklerden ayıramıyorum.

Bana küçücük tabaklar içine özenle yerleştirilmiş birkaç yiyecek getirdi. Üstüne de bir kahve içtim. Havada özen, şefkat, paylaşma hissediyorum. Daracık bir sokakta olduğu için manzarası falan yok. Ama kafamı kaldırıp gökyüzüne baktığımda bulutların şekli hala gözlerimin önünde. Hıristiyanların dini tablolarındaki gibi bir gökyüzü- yine tarifsiz! Bu arada tam yemeği bitirmeme yakın, çok eski bir arkadaşımın aradığını gördüm, nerede olduğumu, ne yaptığımı bilmiyor. “İstanbul’da değilim” diye bir mesaj yazdım. Yasemin’den gelen mesaj içimi yıkadı: “Bulunduğun yer mucizeler ve evrenin sonsuz güzellikleriyle dolsun.”. İç iklimim değişiyor… Dileği gerçekleşiyor…

Lokanta sahibi nasıl nezaketle el üstünde tuttu beni. Bir de hesap geldi. Üç kuruş, öyle küçük bir rakam. Gözlerim şaşkınlıkla açılmış. Şaka yapıyor sandım önce. Bu halime içten içe bir eğlendi, gözlerinden okudum.

Ertesi gün sabah 5te yeri göğü inleten gök gürültüleriyle uyandım. Bir fırtına. Deniz kabarmış, o güzelim mavi rengi acayip bir gri olmuş. Yola çıkamadım tabii. Öğle yemeğine tekrar aynı yere gittim. Yine harika yiyecekler. Bu arada bir sürü insan gelip gidiyor. Tahminim gelenler esnaf, orada çalışanlar, işçiler, köylüler, gençler, yaşlılar. Kıyafetlerden işleri tam anlaşılmıyor ama oralı oldukları belli. Geleni gideni bol. Gelen doyup gidiyor. Kimi sanki para vermiyor. Bilmem nasıl hallediyorlar. Bu kez yiyeceğime karışmıyorum, lokanta sahibi kendi seçip hazırlıyor. Epeyce roka getirmiş, bayram halindeyim, yolun başından beri ilk defa yeşillik yiyorum. Akşam da oradayım. Klasik Türk müziği çalıyor içeride. Çok yıllar önce öğrendiğim bir parça çalıyor. Gökyüzünde de tek bir yıldız var.

Ayrılırken, bolluk bereket dileklerimi söylüyorum lokanta sahibine. “İç yüzünü bilmem ama geleni gideni doyuruyorsunuz”, diyorum. Hafifçe gülümsüyor, “Dergâh gibidir burası” diyor. “Belli” diyorum. Beni de çukurlardan çıkarıp, yola koyuyor yine. Ve hayal ettiğim yolu tamamlıyorum. İyi ki vazgeçmemişim o zaman. Vazgeçmemem için ne müthiş bir yardım geliyor lokanta sahibi eliyle, kurulan sözsüz, derin bağlantıyla. Midemi, ruhumu doyurdu, herhalde pek çok başkasına da yaptığı gibi.

Bu yolculuk boyunca gördüğüm o ki, bilinmeyene kendimi bıraktığım her zaman harika hediyeler verdi bana.

8 yorum:

  1. Tekrar merhaba..Herhalde yapılması en zor şeylerden birisi insanın kendini bilinmeyene teslim etmesi. Bu biraz evrene güvenmeyle ilgili, biraz kendini bilmeyle ve biraz da harekete geçmekle..Ben evrene güveniyorum, kalbimin sesini dinliyorum, ve konfor alanımın dışına çıkıyorum. Risk alıyorum. Ben bu adımı atınca evren de adımını atıyor ve gerçek ödüller bunu yapabildiğimiz zaman geliyor..Ama benim için hayatımda karşılaştığım en büyük zorluk bu..kalbimin sesini duymaya başladım ama risk almak ve kendini bırakmak çok çok zor benim için. Küçük hedeflerle adım adım ilerleyeceğim inşallah bu yolculukta..
    Bana yazdığın cevap için de çok teşekkürler..Himalayalardaki yolu da buldum bu arada..buldum bulmasına ama karlı dağların rakımını gördüm ve o yolu yaparsam fiziksel kaygılar ve zorlanmadan düşünmeye fırsat bulamam gibi geldi..Aborjinlerinki de çölden geçiyor. İlham gelip de suyun yerini hissetmedin mi yandın..Bu rotayı da ileride daha aydınlanmış bir dönemime sakladım:)Ve bu araştırma süreçlerinde de senin de dediğin gibi, bu yol bahane gerçek iç yolculuk içinde ve şu anda
    noktasına geldim..Yine de çok istiyorum yapmayı, hislerim değişmedi..Şimdilik böyle.. okumaya, düşünmeye, keşfetmeye devam..Yorumların için tekrar çok teşekkürler..İnzivalarının hikayesini de merakla bekliyorum..Hiç ilgi alanıma ve de aklımın köşesine girmemişti bugüne kadar:)Ve de fotoğraflar harika olmuş.Sen anlatırken canlandırmak da güzeldi ama böyle bir başka güzel olmuş.Günlerinin ilhamla ve sevgiyle mutluluk içinde geçmesini dilerim.

    YanıtlaSil
  2. Merhaba

    Gelen yorumları e posta adresime bildiren mekanizmayı keşfettim, şimdi eski yazılara gelen yorumları da görebileceğim. Gecikme için kusura bakma.

    Yorumlarını, içinde oluşanları, kendi sürecini paylaştığın için teşekkürler.

    Bilinmeyene kendimizi bırakmak günlük yaşamda ne anlama geliyor? Aklımızı kullanmak yüreğimizle bağımızı kesiyor mu? Bilgelik yürek ile aklın el ele yürüyüşü mü? Bilinmeyene kendimizi bırakmak acaba tutunduğumuz bir şeyi bırakmak mı? Ne o tutunduğumuz şey o sırada? Risk almanın da güvenli yolları var mı? Kendini bırakmak ne demek? Bırakmanın zor olduğu şeyler neler?

    Bugün yorum soru şeklinde... Cevap beklediğimden değil, hep birlikte düşünelim diye...

    Güzel dileğin için teşekkürler. Ben de sana bilinmeyende harika bir yolculuk diliyorum.

    YanıtlaSil
  3. Yine yuregime dokunan bir yazi, simdiki durumumu ozetliyor, oyle bir sey yasiyorum ki su an tarif etmek icin sana sukranlarimi sunuyorum...ruhumu doyurduğun icin...

    YanıtlaSil
  4. Gokcecim
    Bilinmeyenden nice güzellikler, hediyeler diliyorum sana...

    YanıtlaSil
  5. Hale,
    Bakıyorum önce yeni yazı yazmış mısın diye; yoksa eski yazılardan gözüme kestirdiğim birini tıklayıp, kısmetim neymiş okuyorum. Eskileri, hemen "tükenmesinler" diye küçük lokmalar halinde yiyorum.. Eski bir alışkanlık işte: güzel bir yemekle karşılaştım mı "yavaş yiyim de bitmesin" olabiliyorum hala :)

    YanıtlaSil
  6. Sevgili Hale,
    "zihnimde bir bilinmeyen korkusu" diyorsun ya, bu kadar olur yani! Benim zihnimde de o korkudan var ve yazını okurken ipuçları, ipuçları geliyor. Uzun uzun yazılır ya bir gün yazarım belki, içim minnettarlıkla doluyor, demeden geçmek olmaz. Sağolasın!

    YanıtlaSil
  7. Hala bekliyoruz Tugay, uzun uzun yazar, yaşamlarımıza zenginlik katarsın diye... Haydi...

    YanıtlaSil
  8. Sevgili Hale,
    İlk yorumuma böyle başlamayı uygun gördüm, çünkü sen bizimle sadece bir yol hikayesini değil, çok önemli hayat derslerini paylaşmışsın, samimiyetim bundan. Bir roman okur gibi okuyorum blogunu, en başından bu yana. Çok sevdiğim romanların son sayfalarındaki -yine bitiyor işte- hüznüyle; yavaş yavaş.
    Kimbilir nerelerdesin şimdilerde? Kim bilir ne hikayeler biriktiriyorsun yine. Söyleyebileceğim tek şey: yazdıkların yüreğime dokunuyor. Sağolasın!

    YanıtlaSil