Bu yolculuğa ilişkin önceki yazıları okuduysanız, yalnız başına yürümeye başladığım ilk günlerde bilinmeyen korkusunun ziyaretine evsahipliği ettiğimi hatırlarsınız. Bir de çoban köpeklerine ilişkin çok tedirgin olduğumu da yazdım birkaç kez. Yolculuğun bu anına kadar da hiç bir köpek saldırısına uğramadığımı da gördünüz. Bugün de bu yolculukta beni başka neler korkuttu, onları paylaşayım istedim.
Bir keresinden Bel’den yola çıktım. Tepeye vardım, ormanın içine girdim. Muhteşem bir ortam. Yaşlı, upuzun ağaçlar arasından yürüyorum. Arkamdan pat pat bir ses. Durdum, döndüm, ilerideki çalılıkların ardına bakmaya çalıştım. Bir şey göremedim. Ses de kesildi. Tekrar yürümeye başladım. Kısa bir süre sonra tekrar pat pat. Yürüyorum ses var, duruyorum ses kesiliyor. Sanki biri bir tenekeye vuruyor. Aklıma “Dağda akli dengesi yerinde olmayan biri var herhalde, benimle dalga geçiyor” düşüncesi geldi. Huzursuz oldum. Allahtan kısa sürdü. Zira ansızın bu pat pat sesinin çantamın serbest kalmış kayışlarından geldiğini fark ettim :))))
İkinci bir olayda ise, bir patikada yürüyorum. Hafifçe tıslama gibi bir ses geliyor arada. Yılan falan olur diye ürktüm. Ara ara böyle bir ses çıkıyor, anlık geriliyorum. Ama yola da devam ediyorum. Sonra bu sesin gömlek cebimdeki düdüğün içindeki bilyeden çıktığını anlayınca, kendime uzun uzun güldüm tabii.
Yine korktuğum anlardan birisi de yürürken, birkaç kere garip bir fıs sesinin çıkmasıydı. Aman derken, bir bakayım ki içi sünger gibi olan bir dalın üzerine basmaktaymışım, o fıslıyormuş.
Bir keresinde de yine tıngır mıngır yürüyorum. Tuhaf, boğuk bir ses beni takip ediyor. Her zaman değil ama ara ara duyuyorum. Yine kulakları diktim, ne oluyoruz diye alarma geçtim. Neymiş? Çantanın iç kısımlarındaki yarı boşalmış su şişesinin içindeki su sesiymiş.
Hatırlayabildiğim korkuların da hepi topu bunlar işte. Yani anlayacağınız, beni korkutanlar yine kendi çıkardığım seslerdi… Yolda başka da korkutucu bir şeyle (köpekleri hariç tutarsak) karşılaşmadım…
Bir keresinden Bel’den yola çıktım. Tepeye vardım, ormanın içine girdim. Muhteşem bir ortam. Yaşlı, upuzun ağaçlar arasından yürüyorum. Arkamdan pat pat bir ses. Durdum, döndüm, ilerideki çalılıkların ardına bakmaya çalıştım. Bir şey göremedim. Ses de kesildi. Tekrar yürümeye başladım. Kısa bir süre sonra tekrar pat pat. Yürüyorum ses var, duruyorum ses kesiliyor. Sanki biri bir tenekeye vuruyor. Aklıma “Dağda akli dengesi yerinde olmayan biri var herhalde, benimle dalga geçiyor” düşüncesi geldi. Huzursuz oldum. Allahtan kısa sürdü. Zira ansızın bu pat pat sesinin çantamın serbest kalmış kayışlarından geldiğini fark ettim :))))
İkinci bir olayda ise, bir patikada yürüyorum. Hafifçe tıslama gibi bir ses geliyor arada. Yılan falan olur diye ürktüm. Ara ara böyle bir ses çıkıyor, anlık geriliyorum. Ama yola da devam ediyorum. Sonra bu sesin gömlek cebimdeki düdüğün içindeki bilyeden çıktığını anlayınca, kendime uzun uzun güldüm tabii.
Yine korktuğum anlardan birisi de yürürken, birkaç kere garip bir fıs sesinin çıkmasıydı. Aman derken, bir bakayım ki içi sünger gibi olan bir dalın üzerine basmaktaymışım, o fıslıyormuş.
Bir keresinde de yine tıngır mıngır yürüyorum. Tuhaf, boğuk bir ses beni takip ediyor. Her zaman değil ama ara ara duyuyorum. Yine kulakları diktim, ne oluyoruz diye alarma geçtim. Neymiş? Çantanın iç kısımlarındaki yarı boşalmış su şişesinin içindeki su sesiymiş.
Hatırlayabildiğim korkuların da hepi topu bunlar işte. Yani anlayacağınız, beni korkutanlar yine kendi çıkardığım seslerdi… Yolda başka da korkutucu bir şeyle (köpekleri hariç tutarsak) karşılaşmadım…
Yaşam da böyle değil mi? Yaşamda bizi en çok korkutanlar gerçekler değil de, kendi zihnimizin hikayeleri değil mi! Hangimiz gerçek tehlikelerle karşılaşıyoruz ki? Karşılaşsak da, Allah aşkına tüm yaşamımızda kaç defa? Gerisi hep zihnin hikayesi, hep zihnin hikayesi...
Merhaba Hale,
YanıtlaSilYazin icin cok tesekkurler. Bir arkadasimla birlikte Nisan sonu bir haftaligina Likya yolunda yuruyus yapmayi planliyoruz. Simdilik tek cekincemiz iki bayanin aksam cadirda kalmasi. Anladigim kadariyla sen genelde pansiyonda gecelemissin. Cadirda kalmak konusunda ne dusunuyorsun?
Merhaba
YanıtlaSilNisan yürüyüş için en güzel zaman bence. Hala gelinciklerin, papatyaların olduğu, suların aktığı dönem. Harika bir yürüyüş diliyorum. Sizin yürüyüş ihtimali bile beni heyecanlandırdı. Ben de bir ihtimal yine Nisan'da oralarda olacağım :)
Çadırda kalma meselesine gelince, evet ben hiç çadırda kalmadım. Hep pansiyonda ya da köy evlerinde kaldım, bunu yapamayacağım yerleri de atladım.
Siz daha önce iki kadın çadırda hiç kaldınız mı? Bunun güvenli olup olmadığını bilmiyorum. Eğer kaldınızsa, tecrübeniz var demektir. Likya yolunda tehlike içeren bir hikaye duymadım. Yolu açan Kate de aylarca kendi kendine dolaşmış bu yolda ama çadırda mı kalmış, bilmiyorum.
Yine de istersen, Likya yolunda tabelaların bakımını yapan Ersin Demirel'e bir soralım. Tecrübesi, bilgisi bize yol gösterir. Ya da Kate'e. İkisinin de e-posta adresleri var bende.
Bir de nereden nereye yürümeyi planlıyorsunuz acaba? Çeşitli yerlerde kamplar var, çadırınızı bir tesisin içine kurabilirsiniz. Hem güvenli, hem çadır, hem su taşımaya gerek yok. Parkuru bildirirseniz, bildiğim yerleri size söylerim.
Hale selamlar..Oncelikle yazılarını cok begenerek okudum..ve artık bizde senin gibi içimizdeki boslugu aramaya gidiyoruz..dusuncemiz hisaronu-gelidonya feneri arası yurumek ortalama 10 ile 15 gun dusunuyoruz.parkur durumunu
YanıtlaSilMerhaba Batuhan
YanıtlaSilSen bu mesajı yazdığında ben Finike-Demre arasında likya yollarında yokuş çıkıyordum. Bilmem yola çıktınız mı bu arada. Hiçliği deneyimlediğiniz, güzelliklerle dolduğunuz harika bir yürüyüş diliyorum...