24 Eylül 2007 Pazartesi

Adrasan – Olympos parkuru

23 Nisan 2007

Uzun bir parkur olduğu ve ayaklarımın nasıl tepki vereceğini bilemediğim için sabah 7’de yola çıktım. Ancak parkurun başlangıcını bulmakta o kadar zorluk çektim ki. Bir ara bir köylüye sordum, “Sizinkiler geçeli biraz oldu, sen arkada kalmışsın”, dedi. Meğer ODTÜlü 30 kişilik bir grup bu parkuru yürüyormuş. Ben de bozuntuya vermedim, “Yetişirim şimdi ben”, dedim. Ama nerede, adamcağızın tarif ettiği yoldan biraz gittim, yine kayboldum. Herhalde en uzun kaybolmalarımdan biriydi. Bir ara ümitsizliğe kapıldım ve herhalde bulamayacağım, vazgeçeyim dedim ilk defa. Tam o sırada bir işaret gördüm ve yolun ucunu buldum. Sonrası rahat geldi.

Patika başladıktan hemen sonra insanın gönlünü coşturan manzaralar var. Zamanım olsa iyice bir içime doldurmak isterdim oradaki güzelliği. Ama bu günkü parkurun uzun olduğunu biliyordum, yükseğe tırmanmam gerektiğini de. O yüzden pek durmadım yolda. Çam ağaçları içinde bir vadinin yamacında yürüyordum. Parkurun büyük bir kısmı tırmanma idi. Ama yol o kadar güzeldi ki, yürümeye kesinlikle değer. Özellikle ağaçların yapraklarını neredeyse şeffaflaştıran güneş ışığı, kalın gövdeli yaşlı ağaçlar, kocaman gölgeli büyük ağaçlar, tepedeki düzlükteki kır çiçekleri muhteşemdi. Keyifle yürüdüm.

Fotoğraf Rita Schumann'ın albümünden:


Birkaç yıl önce Bora ile bir yaz okulunda çocuklara “ekoloji atölyesi” hazırlamıştık. Programı çalışırken, Burcu bize Sharing Nature with Children diye bir kitap önermişti. Ruhuyla, uygulanabilirliği ile, sadeliği ile çok yararlandığımız bir kitap olmuştu. Orada okuduğum bir çalışmayı hatırlıyorum. Bir ağacın kalp atışlarını dinlemek adında bir etkinlik idi. Özellikle ilkbaharda, ağaçlar tam da özsuyunu dallara pompalarken, bir stetoskobu ağacın gövdesine dayayın ve sessizce bekleyin, diyordu. Bir gün bunu yapmayı çok istiyorum. Şimdi ise Nisan ayının bu harika günlerinde yürürken, doğanın kalp atışlarını duyuyorum sanki gönül stetoskobumla.

Fotoğraf Itzik Dagai'nin albümünden:

Fotoğraf Rita Schumann'ın albümünden: Çok hoşuma gitti, iki farklı kişi aynı kareyi aynı açıdan çekmişler :)


Tepedeki çoban kulübesine gelmeden, ilk düzlükten sonra solda nefes kesen bir manzara noktası vardı. Tahtalı Dağı ve karlı tepeleriyle dizi dizi dağlar muhteşem görünüyorlardı. Orada oturup, yemeğimi yedim. Biri Türk, biri Alman iki kişi geldiler. Sohbet ettik. Türk olan meğerse değişik doğa sporları turları organize eden bir firmanın sahibiymiş. Bana çeşitli bilgiler verdi. Dağın tepesinde bile yaşamın bunca desteği kalbimi sevinçle doldurdu.

Çoban kulübesinden sonra ağaçların ve altındaki bitkilerin yapısı tamamen değişti. Sanki yeşillikten, donuk bir enerjiye geçiş oldu. Sarp bir tepede dar bir keçiyolundan yürümek zorunda kaldım, o kadar çok rüzgâr vardı ki, bir ara epey tedirgin oldum. Yükle dengeyi sağlamak her zaman kolay olmuyordu. Allahtan cep çekiyordu, Yasin’e koordinat bildiren bir mesaj attım.

Sonrasında bir kanyondan aşağı indim. Fethiye’den bu yana herhangi bir yerde böyle sıkıldığımı hiç hatırlamıyorum. Sıcaklık sanki arttı. Bir ara durduğumda kafamda bir uğultu duydum. Bu uğultu ve kafamdaki zzz hissi epey bir süre devam etti. İniş çok uzun sürdü, dinlenecek de bir yer yoktu. Sıkıldım, sıkıldım. Tek ilgimi uyanık tutan sandal ve defne ağaçlarıydı. Sandal ağacını çok seviyorum. Arada da defne yaprağı koparıp, kokladım, içime ferahlık verdi. Niye sıkıldım diye baktım, mantıklı bir açıklama bulamadım, ben de sabırla sıkıntı bulutunun içinden geçtim. İki buçuk saat kadar sonra patika genişledi, kanyonun ağzı açıldı, etrafı görebilir oldum. İçim de rahatladı. Patikanın geri kalanı çok iyiydi. Olympos’ta bilet kulübesinin deniz tarafına indim.

Olympos konaklama

Olympos’ta mı kalsam, Çıralı’ya mı gitsem, kararsız kaldım. Bir işaret istedim. İşaret Olympos tarafına çıktı. Orada da Kadir’in yerinde kalmaya karar vermiştim zaten. Daha önce Olympos’ta başka bir pansiyonda kalmıştım ve rahat da etmiştim ama Kaş’taki rehberler ille de Kadir’in Yeri’nde kalmamı önerdiler. ‘Haydi onları dinleyeyim’, dedim. O kadar yukarıdaymış ki, yürü yürü bitmedi. Bu meşhur yer tamamen yanmış ve yeniden yapıyorlarmış. Ben gittiğimde inşaat hala sürüyordu, ancak kalınabiliyordu da. Ağaç evleri epey konforlu yapmışlar. Banyosu içinde. Yataklar harika, yorgan, yastık, nevresim yepyeni ve bembeyaz, sanırım benim odadakini ilk ben kullandım. Yorgan tüm yolculuk boyunca en iyi ısıtan yorgandı. Ertesi günü bunu resepsiyondaki kıza söylediğimde, şaşırdı, böyle bir geri bildirim hiç almamıştı herhalde. Ancak öyle çok akşamı üşüyerek geçirmiştim ki.

Sıcak suyu var. Çok yorulmuşum, hemen duş alıp, öylece yattım yemekten önce. Bedenimde, zihnimde olanları izledim. Çok iyi geldi. Bugün ilk defa dizlerim ve topuklarım da ağrıdı.

Yarım pansiyon 25 ytl, fiyatı da çok makul. Akşam yemeği de nasıl güzeldi. Et yemediğim için, bazen böyle hallerde zorlanıyorum ama nohut, pilav, domates çorbası, karışık güzel de bir salata vardı. Harika. Et yiyenler için mantı da vardı. Her daim çay, kahve hazır.

Ortada bir ateş yaktılar, müzik de var. Hareketli bir yer. Öyle yorgunum ki erkenden yattım, müziği falan bir süre sonra duymaz oldum.

(Kadir'in Yeri: 0242 892 12 50 - http://www.kadirstreehouses.com/ )

Olympos’tan Çıralı’ya: (24 Nisan 2007)

Fotoğraflar Itzik Dagai'nin albümünden:


Ertesi gün Çıralı’da kalmaya karar verdim, iyi ki de öyle yapmışım, Kadir’in yerinden Çıralı’daki Emek Pansiyon’a bir saatte yürüdüm. Emek Pansiyon gerçekten söyledikleri gibi Çıralı’da Tahtalı’ya doğru en uçta. Tabii bir sonraki gün için iyi bir başlangıç noktası. Pansiyona yerleştim. Denize girmek istiyorum ama hava rüzgârlı, deniz de soğuk.

Çıralı’da sahilde biraz zaman geçirdim. Ulupınar’a yürüsem mi diye düşünüyorum bir yandan, bir yandan da yola devam edeyim istiyorum. Olympos’ta birkaç gün kalsa mıydım diye düşündüm, olabilirdi, ama sanki doydum gibi. Kalıp da kafamı dinleyeyim halim yok. Kafamı dinlemiş gibi hissediyorum. Dönüşe ilişkin düşünceler kafama üşüşüyor bir yandan. Zihnim iyice hareketlenmeye başladı. Dönüşte tam ne yapacağımı bilmiyorum, belki yoldaki gibi, bir sonraki işarete odaklanmak en doğrusu.


Fotoğraf Rita Schumann'ın albümünden: Kumsalın hemen üstündeki alanda tek başına duran yaşlı ağaçlar var, uzun uzun onları izledim...


Çıralı'da dolanırken, bir araba durdu yanımda. Yabancı, genç bir çift. Olimpos'a gidiş yolunu sordular. Tarif ettim. Sonra Çıralı'nın sahiline nasıl gidebileceklerini sordular. Tam o sıra birdenbire bir köpek sürüsü üstümüze doğru koşmaya başladı. Ne olduğunu anlamadım. Hepimiz tedirgin olduk. "İsterseniz, arabaya binin" dediler. Bindim. "Bari size yol ayrımına kadar yolu göstereyim" dedim. Birlikte arabada giderken, nereden geliyoruz, nereye gidiyoruz lafladık. Tek başıma yolda olduğumu duyunca çok şaşırdılar tabii. Gece Yanartaş'ı görmeye gidip gitmediğimi sordular. Daha önceki bir gezide gündüz oraya yürümüş olduğumu, bu kez gece gece tek başıma gitmeyi düşünmediğimi söyledim. Onlar gideceklermiş, "Bize katılmak istemez misin?" dediler. Eh, kısmet, "Haydi" dedim. Akşam beni pansiyonun önünden aldılar, sayelerinde Kimera'yı gece de görmüş oldum :)

Fotoğraf Rita Schumann'ın albümünden: Yanartaş

Fotoğrafı birlikte Yanartaş'ı görmeye gittiğimiz Portekizli çiftten Rui Negrao çekti:


Çıralı Konaklama

Emek Pansiyon oldukça rahattı. Yemekleri de güzeldi. Parkurun başlangıcına yakın olması avantajı.

(Emek Pansiyon: Kazım + Orhan Emek - 0242 825 70 32 - 0536 3911554 http://www.emekpansiyon.com.tr/)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder