13 Eylül 2007 Perşembe

Cennet Mahallesi

Bel’den Letoon’a yürüyorum, yolda bir tek çeşme görmedim. Susuzluğum had safhada. Pydnai’den sonra patikayı kaybede bula, Özlen Çayı’na yaklaşıyorum. Son düzlüğe indim diye düşünüp sevindim. Özlen Çayı’na yaklaştıkça, deniz kenarında cafe olduğunu düşündüğüm binalar belirdi, arkalarını görüyorum. Hayalimde gölge bir masaya oturup, ayaklarımı uzatıyorum ve hemen su ve kola ısmarlıyorum, kana kana içiyorum.

Neyse Çay’a vardım, tahta iğreti bir köprüden geçtim. Çayın kıyısında bir kadın bulaşık yıkıyor. Ona cafelerin açık olup olmadığını soruyorum, anlamsız bir soru; daha sorarken fark ediyorum. Git bak değil mi? Ama o zaman sonraki olaylar nasıl gelişecek? O soruyu sormasaydım, kimbilir günüm nasıl şekillenecekti. Ama sordum işte. Açık olmadığını söyledi. Haydiii! Hafiften panik oluyorum, su, su... “Hay Allah, ben de su bulurum diye düşünmüştüm” diyorum hayalkırıklığı içinde. Bana şaşkın gözlerle bakıyor, başka tek kelime konuşmuyoruz ve beni aldığı gibi piknik yaptıkları grubun yanına getiriyor. 15 -20 kişilik bir grup, hepsi kadın; genç yaşlı, çoluk çocuk. Çocuklar uzaktan beni görünce “turist geliyor” diye çığrışıyorlar. Kadınlar gülüşüyor. Benim hiçbir şey düşünecek halim yok, susuzluktan perişanım.

Hemen şişemi dolduruyorlar. Hepsi şaşkın gözlerle suyu içişimi seyrediyor. Bir yandan da sorular başlıyor. Nereden geliyorum, nereye gidiyorum, neden yürüyorum. Neden yürüyorum sorusunu ne kadar cevaplarsam cevaplayayım fark etmiyor, defalarca soruyorlar. Bana börek ikram ediyorlar. Anneannemin çocukluğumda pişirdiği, sonra da bir daha hiç yemediğim ve çok sevdiğim bir börek, hem de peynirlisini yapmışlar. Hevesle yiyorum. Kola da ikram ediyorlar. Yaşama göz kırpıyorum. O da bana.

Uzun uzun yürüyüşü soruyorlar. Neşeliler. Gülüp duruyorlar. Kendilerine Cennet Mahallesi ismini koydular. Sonra da “Ama biz çingene değiliz” dediler. Gırgır şamata. Kendimi oradan kaldıramıyorum bir türlü, 1 şişe su, 2 bardak kola içiyorum da yine de zor kanıyorum. Bir yandan da laf yetiştiriyorum.

İçlerinden Ayşe Teyze yürüyüşten beni vazgeçirmek için elinden geleni yapıyor. İkide bir de “yürümesen olmaz mı” diyor. Nerede kalacağımı sordular, kâğıtları çıkarıp Letoon’daki pansiyonun adını söyledim. Beni misafir etmek istiyorlar, Ayşe Teyze onlarda kalmam için ısrar ediyor. Üç gündür köy evlerinde kaldığım için banyo yapamadığımı, iyi bir banyo yapıp, dinlenmek istediğimi söylüyorum ama ısrarlar bitmiyor. Kendilerine güvenmediğimi düşünüyorlar, öyle olmadığını, dinlenmek istediğimi söylesem de, sonunda güvenmememin haklı olduğunu düşünüp, pansiyonda kalmama “tamam” diyorlar. Bu kez de “İlle seni arabayla götürelim” ısrarları başlıyor. Yürümek istiyorum. Haydi, bir mücadele daha. Ayşe Teyze yine niye yürüdüğümü soruyor, şaka gibi. Sonunda ben de, onlar da pes ediyor, orta noktada buluşuyoruz: “yalnızca çantamı” pansiyona bırakmaları konusunda anlaşıyoruz. Telefon numaraları alıp verdik. Teşekkürler edip, yola çıktım.

Mimozalar içindeki yol çok güzel ancak işaretleme çoğu yerde silik ve aralıklı. Bir yerde tümden işaretleri kaybettim, son işarete dönmemekte de inat ettim (son inadım oldu tabii) ve ormanının içinde kayboldum. Pusula ile harita okumayı da bilmediğim için, ilkel bir çare buldum. Araba seslerine doğru yürüdüm. Neyse sonunda bir araba yoluna çıktım.

Tam o sırada baktım, Cennet mahallesi beni cepten arıyor. Meğer kalacağım pansiyon yangın geçirmiş ve tümden yanmış, ama yandaki ailede kalabilirmişim. Çantayı kapının önüne bırakmalarını istemişler, bizimkiler de bırakmamış. Bildiriyorlar.

“Sen neredesin?” diyorlar. Ne bileyim. Kaybolduğumu anlatıyorum. Hemen etrafımda neler olduğunu soruyorlar. Birkaç dakika sonra da, bir kamyonetin arkasına doluşmuşlar, çığlıklarla gelip, beni aldılar. Herkes evine davet ediyor yine. Pes ettim ve akışa bıraktım kendimi. Ayşe teyze ve kızları beni evlerine götürdüler. Hayatımda bu kadar ihtimam gördüğümü hiç hatırlamıyorum. Hemen sıcak suyu açtılar. Banyo yaptım. İki de bir gelip, banyo kapısının dışından bağırıyorlar: “Suyu rahat kullan”, “sırtını lifleyeyim mi?”, “Şampuan rafta”. Tüm kirlilerimi çantadan zorla çıkarttırıp, makinede yıkayıp astılar. Dolaptan bir şalvar çıkardılar, hayatımda ilk defa şalvar giyiyorum, rahatlığına hayran kaldım. Bana yemekler hazırladılar. Yumuşacık da bir yatak hazırlamışlar, tek başıma bir odada kalıyorum. Akşam da bin bir türlü ikram. Sofraları her zaman bolluk, bereketle dolsun taşsın…

Ancak Ayşe Teyze hala ille niye yürümem gerektiğini anlamıyor. Kocası Mehmet Amca “Bu böyledir” diyor, “bir şeyi anlamazsa anlamaz”. Mehmet Amca yöreyle ilgili bana güzel bilgiler verdi. Hatta çevre halkının beni sivil polis sanabileceğini anlattı. Sanırım geçmişte haşhaş ekimi varmış. “O yüzden senden çekinebilirler” diyor. Bunun beni koruyabileceğini düşünüyor. Yüzüm ciddi ciddi dinliyor ama içim kahkahalarla gülüyor.

Hayatın düzenlemesi ilginç. Kızlarının bir sorunu var, bir ihtimal yardım edebileceğim bir konu. İki saat kadar onunla bir çalışma yapıyoruz.

Ertesi sabah yine harika bir kahvaltı. Ayşe Teyze elleriyle ceviz ayıklayıp yediriyor. İlle beni Saklıkent’e gezmeye götürmek istiyorlar. Ancak yola devam etmek istiyorum. Tam bir mücadele. Ama baktılar ki, devam etmekte ısrarlıyım, bu kez de yanıma yolluk hazırladılar. O kadar çok ki, çantamın altında çöküyorum. Zar zor 11’e doğru yola çıktım.

Kınık’ı henüz geçmişim, Çavdır’a doğru çamlar arasından araba yolunda yürüyorum. Arkadan çığlıklar geliyor. Bir döneyim ki bir kamyonetin arkasında cennet mahallesi ekibi. Yine pikniğe gidiyorlarmış, bu yolda olduğumu bildikleri için de oradaki bir piknik yerini seçmişler. Atlıyorum yanlarına, kısa bir mesafe gidiyoruz birlikte. Bir teyze diyor ki, “Bunlar sana yakılmış, yani seni çok sevmişler”. Piknik yerinde indik kamyonetten. Kasadaki mangal ızgaralarından biri pantolonumu lekelemiş. Hemen sabunlu bez yaptılar, üzerimi temizliyorlar, ben öylece duruyorum. Bu kadar özen, değer vermeyle sistemim başa çıkamıyor, ne yapacağımı bilemiyorum. “İlle bir şeyler ye, öyle yola çık” diyorlar. Saat epey geç oldu, yola çıkmak zorundayım. Ayşe Teyze yine soruyor, “Yürümek zorunda mısın?”

4 yorum:

  1. Merhaba,
    Yolculuğunuzu dün keşfettim ve bu öğlene kadar hepsini bi çırpıda okudum..Hem cesaretinize hayran kaldım, hem anlatım şeklinize, ama en çok gördüklerinizi hayatla ilgili yorumlayışınıza. Bilmem önceden de bu bağlantıları kuruyormuydunuz, yoksa bu yolculuğun ilhamımıdır..Özellikle kayaya yapışan böcek yorumunuz beni çok etkiledi..Bir de karşınıza çıkan "rastlantıları" yorumlama biçiminiz..Daha önce kendinizi sıkı bir eğitimden geçirmişsiniz sanırım "farkındalık"la ilgili..
    Ben aslında aborjinlerin yolu veya shirley maclaine'in yaptığı hac yolu, varsa mayaların yolu hakkında ne bulabilirim diye girmiştim internete. İlk sizin yazılarınız çıktı karşıma..ve orada kaldım..
    Shirley MacLaine ile tanışmıştım hac yollarıyla..ve büyülenmiştim. O zamandan beri dönem dönem "ben de" diye coşarım..ama gerçekten yapabileceğimi düşünmemişim..son bir yıldır kafamda giderek sıklaşarak yankılanan ve "yapabilirim"e dönüşmeye başlayan, çok heyecan verici bir düşünce bu..Sanki tüm hayatım buna bağlı gibi hissediyorum. Bu kadar coşku olunca tereddütlerim de artıyor tabi..Aklımda iki çekince var:birincisi kitaplarında okuduğum insanlar bu yolculukları tek başlarına yapıyorlar veya karşılarına onlara rehberlik edecek çok özel bir öğretmen çıkıyor..Adeta doğaüstü ilhamların gövde gösterisine dönüşen deneyimler yaşıyor ve bu yolculuktan sonra değişerek yaşamlarına yeni bir noktadan devam ediyorlar. Ben hep bir değişim, bir olağanüstülük beklentisiyle yaşarım. Sanki çok özelim, çok büyük potansiyelim var, ve keşfetmek üzereyim..Dolayısıyla böyle bir yolculuktan beklentim çok..Böyle bir yolculuktan sonra bunu bulamamaktan korkarım..Kendi kendime bazı şeyleri keşfedecek olsam bugüne kadar keşfederdim değil mi ya..
    Bir de güvenlik konusunda kendimi rahatlatmak ve sevdiklerimi ikna etmek boyutu var..Ben öyle bir tur grubuna katılıp güven içinde yapacaksam bu yolculuğu yapmam ki..Maksadım tanımadığım insanlarla sosyalleşip güzel manzaralar görmek değil..Toparlayacak olursam Coelho'nun başındaki gibi bir bilge olmadan*hac yolu'nu mutlaka okumuşsunuzdur diye düşünüyorum-ben hayal kırıklığına uğradım o kitapta, o ayrı--bu yolculuğu tamamladığınızda olduğunuz "siz" giderkenkinden farklı mıydı, yepyeni bir yön alma konusunda ihtiyac duyduğu güce sahip miydi ve bunu yapabildi mi çok merak ediyorum..Bir de toprağın enerjisine inanırım..Sanki Himalayalar'da bilgelik parmak ucunda..Bir yanım bu yolculuk aslında içinde, mekanın önemi yok diğer, öbür yanım bu cesareti bulup bu zamanı ayırabileceksen himalayalar'ın zirvesine git diyor..
    Böyle işte, paylaşımınız ve verdiğiniz ilham için çok çok teşekkürler..

    YanıtlaSil
  2. halecim,bir çırpıda okudum tümünü.kiminde güldüm, kiminde gözümden yaş geldi.içim çoşkuyla doldu....eline yüreğine sağlık..çağla

    YanıtlaSil
  3. Sevgili İpek...
    İçindekileri, nasıl ve nerelerden etkilendiğini paylaştığın için çok teşekkür ederim. Aborjinlerin yolunu ararken karşına çıkmama da pek eğlendim.

    Yazdıklarına söylenecek epey söz var. Öncelikle şimdiki halinden daha büyük bir potansiyelin olduğunu düşünmen sevindirici. Kendini keşfetmek için yoğun bir istek hissetmen de öyle. Bunun için, senin de çok güzel ifade ettiğin gibi, farkındalığı arttırmak belki de tek yol. Farkındalığı artırmanın çok çeşitli yöntemleri var. Herkes kendisine en uygun hissettiğini, uygun hissettiği zamanda uyguluyor. Sen de kendi yolunu, yöntemini kendi içinde hissedeceksin ya da hissediyorsun.

    Bu tür iç yolculukların ille de dışta yolculukla olması gerekmediğini, hatta tam tersi bazen tamamen oturduğun yerde oluştuğunu kendi deneyimimden biliyorum. Bu Likya yolu yürüyüşlerini bitirdikten sonra, yaşamımda 1997den beri yaptığım inzivaları yazmak istiyorum. Belki senin de ilgini çeker. İçinde biraz Hindistan ve Burma da var :)

    İç yolculukta iyi arkadaşların çok yararı olduğunu biliyorum. İnsanın gurusunun, hocasının kendisi olmasının en uygunu olduğuna hem inanıyorum, hem de derinden biliyorum. Yine de şimdiye kadarki iç yolculuğumda çok değerli arkadaşlarım, öğretmenlerim oldu, oluyor. Yaşamımdaki etkileri çok büyük. Ve de onlar benim karşıma çıktı, ben aramadım. Ben sadece soru sordum. Sana da önerim soru sorman, ne arıyorum, ne istiyorum, ne oluyor gibi.

    Bu Likya yolu yürüyüşünün beni nasıl etkilediğini istersen, blogdaki yazılardan birinde yazayım.

    Bilgelik Himalayalarda parmak ucunda mı bilmiyorum. Senin için belki öyledir. Epey gezdim, Himalayaların eteklerinde de bulundum. Bildiğim o ki, eğer içime bakmıyorsam, farkında değilsem, hiç bir yerin bana faydası yok. Yok eğer uyanıksam, farkındaysam, günlük yaşam içinde vapur iskelesinde beklerken de içgörüler yağmur gibi yağıyor.
    Yüreğin sana bir sonraki adımını gösterecektir, mesele bunu görebilmekte, hissedebilmekte. O da temiz, berrak zihin gerektiriyor.

    Dediğim gibi yazacak söz çok. Şimdilik bu kadar olsun. Sevgiyle

    YanıtlaSil
  4. Sevgili Çağlacım
    Senin de gözlerine sağlık. Duygularını paylaştığın için çok teşekkürler.

    YanıtlaSil