16 Ekim 2007 Salı

Mevlevilikteki gibi bir bilinç

Bir önceki sayfadaki an’ı dolu dolu yaşamaktan söz eden yazıyı tekrar okuyunca, birden paylaşmak istediğim başka bir şey geldi aklıma. Mevlevilikteki “görüşmek” teriminin anlamını ve uygulamasını ilk ne zaman duydum hatırlamıyorum. Ancak 2003’te Mevlana türbesini ve Mevlevilik müzesini gezerken, derinden kalbimi sardığını hatırlıyorum. Bir önceki yazıda bulaşıkları yıkarkenki, an’da olma bilincinden söz ederken, “görüşme”yi de farklı bir boyut olarak resme koymayı istedim.

Farkındalık zaten saygı, şükür ve sevgiye götürüyor insanı. Saygı, şükür, sevgi de insanı farkındalığa götürüyor. Belki nereden başlandığı, hangi yoldan yüründüğü pek de önemli değil. Belki önemli olan neredeysen oradan başlamak, yüzünü dönmek ve adım atmak.

Şifre gibi oldu biraz, önce “görüşme”nin ne olduğunu yazayım, daha doğrusu alıntı yapayım:

“Mevlevi’ye göre, her şeyin canı vardır ve insana hizmet eden her şeye, insan da saygı göstermeye mecburdur. Mevlevi, camide namaza kalkarken yere kapanıp secde yerini öper, yani secde yeri ile görüşür; namaz bittikten sonra gene secde yeriyle görüşüp kalkar. Yatarken önce yastıkla görüşüp yatar, sonra yorganını üstüne çekerken onunla görüşür, yani ucunu öper.

Su, kahve, çay içeceği zaman bardağı veya fincanı öper, onunla görüşür. (…) Herhangi bir kitabı, okumak üzere alınca, kitapla görüşür, okuduktan sonra yerine, yine görüşerek, hafifçe, yani atmadan, incitmeden kor. Tespihi görüşerek alır, çektikten sonra gene görüşerek usulca yerine bırakır. Bu, her şey hakkında caridir.” (Mevlevi Adab ve Erkanı, Abdülbaki Gökpınarlı, s. 18)

Bu bilinç içimi eritiyor, yaşadığım hissi başka bir kelimeyle anlatamayacağım. Her şeyin canı var/yok, bilinci var/yok; bu değil paylaşmak istediğim. Günlük yaşamımızda kullandığımız eşyaları fark etmek; sadece kullanmak değil, onlarla –günlük dilde kullandığımız anlamıyla yazıyorum- görüşmek, alış veriş yapmak ve bunu kutlamak fikri, hissi içimi coşturuyor. Alışveriş derken şunu kast ediyorum, biz o nesneyi kullanarak, onu yaşama katıyoruz, bir anlamı, bir fonksiyonu oluyor bu kullanım nedeniyle; biz de ne ise yaptığımız onu yapabilmek için o nesneden yardım almış oluyoruz, biz de o nesne sayesinde o işi yaparak yaşama katılmış oluyoruz. Karşılıklı alış veriş. Karşılıklı teşekkür. Başka bir görüşle; kullanan, kullanılan yok, nesne, kişi ayrımı yok. Bu ölçüde bir saygı ve özeni özlüyorum kendimde de, yaşadığım dünyada da.

Derseniz ki, “Sen neresindesin bu yolun, günlük hay huyun içinde böyle bir bilincin uyanıklığında mısın?”, hatta yazdığım diğer yazılar için de aynı soruyu sorabilirsiniz, size bir hikaye anlatmak isterim- bilirsiniz mutlaka ama buraya çok denk düştü.

Çocukluğumda annemin anlattığı kelimelerle yazacağım:
Bir topal karınca varmış. Bir gün pılısını pırtısını toplamış, bir çıkın yapmış, yola çıkmış. Onu görenler merak etmiş, “Nereye yolculuk?” demişler. “Mekke’ye” demiş. Bu cevaba şaşmışlar, “Sen küçücük bir karıncasın, üstelik de topalsın, sen kim Mekke’ye varmak kim! Ölürsün yolda.” demişler. Karınca sakin bir sesle, “Olsun varsın, yolundayım ya…”

2 yorum:

  1. Merhaba,
    Bu yazdıklarınız çok ilgimi çekti.Mevlevilerin nesneler ile alışveriş içnde olduklarını ilk kez duydum.Bende böyleyim. Her şeyle konuşurum.Yastığımla,yatağımla,kitaplarımla herşeyle.. Bunu duymak çok hoşuma gitti. Sizin bloğunuzu şöyle buldum: Mail gelmiş bir arkadaşımdan Hale'nin seyir defteri-11 diye. Orda yazdıklarınız çok hoşuma gitti ve google dan arayıp buldum. Çok inceleyemedim ama zaman içinde takip edeceğim. Elinize sağlık.
    Sevgiler.
    Ayşe

    YanıtlaSil
  2. Merhaba

    Yalnızca Mevleviler değil. Değişik gruplar da doğadaki varlıkların bilinciyle iletişim kurmakla ilgili çalışmalar yapıyorlar. Mesela İskoçya’da bulunan Findhorn topluluğu böyle bir deneyimle bir araya gelmiş bir grup anladığım kadarıyla. Dorothy Maclean ve Judy McAllister bu konuyla ilgili dünyanın çeşitli yerlerinde çalışmalar yapıyorlar.
    Bana göre, bu bilinç yeniçağ öğretilerinin çok ötesinde. Yıllar yıllar önce bir belgesel izliyordum. Hangi ilde hatırlayamıyorum, bir kasabada çok yaşlı bir zanaatkar ile konuşuyordu sunucu. Bir cümle hatırlıyorum. Dükkan sahibi dedi ki, “Sabah dükkana geldiğimde, önce dükkanı selamlarım”. Beni çok etkilemişti bu söz. Nasıl bir bilinç, nasıl bir saygı, nasıl bir an’da olma hali. Şehir hayatında ne yaptığımızı bile fark etmeden deneyimden deneyime koşturduğumuz hallerimizden ne kadar farklı.

    Blogu nasıl bulduğunuzu paylaşmanıza bayıldım. Demek hale’nin seyir defteri diye mailler dolaşıyor :) Çok hoş. Umarım diğer yazılarda da ilham veren bölümler olur da, siz de kendi deneyimlerinizi paylaşırsınız bizimle. Benim için yorumları okumak büyük keyif...
    Sevgiyle

    YanıtlaSil