Ağustos 2005
Gaia House'un kurucularından biri ve vipassana hocası olan Christopher Titmuss'un DFP'deki soruları:
Bir çatışma halinde kendinize sorun:
* Haklı olduğumu göstermek ihtiyacında mıyım?
* İlle de anlaşılmak ihtiyacında mıyım?
* Durumun çözülmesi sonucuna bağlanmış durumda mıyım?
Ağzımızı açarken, ardındaki niyete iyi bakalım... Olanı olduğu gibi görüyor muyuz ve olana bilgelikten ve sevgiden gelen bir karşılık veriyor muyuz? Yoksa "ben haklıyım, sen haksızsın" kıskacında kısılmış mıyız?
Konuşma sırasında tamamen sonuca mı odaklıyız, yoksa her iki tarafın da ihtiyacını, duygularını görebiliyor muyuz, o andaki gerçeklerini kavrayabiliyor muyuz?
Genelde yaşamlarımızdaki çatışma hallerine ilişkin tepkimiz nasıl? Halının altına süpürüyor muyuz? Ortalığı ringe mi çeviriyoruz? Biri ringe çağırdığında, hemen koşuyor muyuz? Geçmişin klasörleri açılıyor mu bir bir?
Oysa bu an’ı yepyeni haliyle görebilir miyiz? Geçmişin dosyaları olmadan? Haklı olmaya çalışmadan? Gelecekteki sonuca bağımlı olmadan? O an’ı, o haliyle? Yepyeni...
Özgürlük bu olabilir mi? Geçmişin prangalarını taşımadan yürüyebilmek, her an'a yepyeni niteliğiyle bakabilmek, kendi kimliğimizi korumak yerine olanı olduğu gibi görebilmek...
2007 notu:
Geçenlerde Sevgi anlattı. Yaşlıca bir tanıdığı özgürlük üzerine konuşurlarken, bir Zen deyişini hatırlatmış: “Hayatta ya haklısındır, ya da özgür.”
Haklılığa o kadar yapışmış durumdayız ki, büyülenmiş gibi artık başka bir şey görmüyor gözümüz. Haklılık hali perde gibi. Sizin de başınıza gelmiştir mutlaka, ben kendimi kaç kere çok haklı olduğumu düşündüğüm bir konuda bazen aylar sonra tamamen yanlış algıladığımı fark etmiş halde bulmuşumdur. İnanın bazen yıllar sonra resmi bambaşka gördüğüm olaylar da var.
Hatta daha sonra belki uzun yazarım, çok da sözlü anlatmışlığım var: Bir kişiyi çok ufak bir olaydan dolayı bir türlü bağışlayamıyordum. Kendimi yerden yere attım, altına üstüne baktım, türlü niyetler yaptım, yok, affedemiyorum. Ancak sinirim de bozuluyor bir yandan, böyle küçük bir olay için bu ne tutunma böyle! Olaydan aşağı yukarı 3 sene sonra, bir inziva yapıyorum kendi kendime. Yaşamımdaki olaylara bakıyorum sırayla. Bu olay da çıktı. Zihnim günlük yaşamdakine göre daha dingin ve temiz o sırada herhalde ki, olayı bambaşka bir şekilde görüverdim. Ve beynimden vurulmuşa döndüm. Çünkü olayda aslında bağışlanması gereken kişi benmişim. Elbette karşı tarafın da daha önce gördüğüm gibi bir talihsiz hareketi varmış, ancak bu çok ufakmış. Benimki kocaman. O kadar kocaman ki ve ben o kadar haklı olduğumu düşünmüşüm ki onca yıl, görememişim. Çok utandım önce, yani kendime kızdım. Sonra olaylara, o durumdaki koşullara baktım, neyi farklı yapabilirdim diye baktım, telafi için yapılacakları yaptım ve kendimi de bağışladım. Olay eridi gitti.
Çok yakında 8 sene önceki bir olayı da bambaşka bir şekilde gördüm, yine şaşkınlık geçirdim. Ah haklılık perdesi ah!
O yüzden yazmışımdır mutlaka, Thich Nhat Hanh’ın sorusunu hatırlatmayı seviyorum kendime günlük yaşamda: “Emin miyim?” Bazen resmi tamamen gördüğümü düşündüğüm zamanlarda bile, bu soruyu soruyorum. Ve cevabım büyük çoğunlukla “hayır” oluyor. Çünkü algılayamadığım çok ayrıntı ve örgü var. Yargılama yapmaya kalktığım her sefer burnumun üstüne düşüyorum. Ya da belki şöyle söylemeli, faturayı sonunda kendime de kesiyorum her sefer. Ama bu süreç kasvetli bir süreç değil, her birinden yeni içgörülerle çıkıyorum. Özgürleşerek yani.
Christopher’ın sorularına bugün baktığımda yeniden, üzerlerinde yazılacak çok şey olduğunu görüyorum. Ama belki şimdilik soru halinde kalmaları daha iyi. Biraz gözlemleyelim kendimizi.
18 Ekim 2007 Perşembe
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder