Bugün içimde heyecan, hatta coşku uyandıran bir konuyu paylaşmak istiyorum...
1970'li yıllardan beri vipassana ve dharma hocası ve Gaia House'un kurucularından biri olan Christina Feldman'ın bir konuşmasından (Impermanence and Insight–1992) bende kalanlar ve kendi yorumum:
Hepimiz zihinsel olarak, her şeyin değiştiğini biliriz... Aslında hiç bir şeyin sürekliliğine güvenip, ona sırtımızı dayayamayacağımızı da biliriz... Yaşamda her şey gelir ve geçer...
Kalıcı ve sürekli olmayış, gelip geçicilik, fanilik (impermanence) yaşamımızdaki her şeyi yönetir.
"Ben her şeyin değiştiğini biliyorum, bu bilgi benim için yeni bir şey ifade etmiyor", diyorsanız; işte size bu bilginin gerçekten sizin iliklerinize, bilincinize, kalbinizin derinliklerine işleyip işlemediğini gösterecek sorular:
Kendimizi olan bitene direnirken buluyor muyuz?
Kendimizi içimizde olanları kontrol etmeye çalışırken buluyor muyuz?
Kendimizi dışımızda olanları kontrol etmeye çalışırken buluyor muyuz?
İçimizde ve/ veya dışımızda olanlardan korku, endişe duyuyor muyuz?
Yaşamda bir şeylere tutunmaya, bir şeyleri tutmaya çalışıyor muyuz?
Olana bitene isyan ederken duyuyor muyuz kendimizi?
(Bu soruları kendime sorduğumda doğrusu biraz sarsılmıştım. Zihinde bilmekle yürekten bilmek arasında nasıl da fark var! Yürekten bildiğimizi bize, yaşamlarımızın seyri, yaşama karşı duruşumuz öyle de güzel gösteriyor ki...)
"Ah" diyor Christina (aslında çok ciddi görünüşlü biri Christina, böyle demezdi herhalde, biraz Hale'ce oldu :)), "Gelip geçiciliği yürekten anlamanın; yaşamımızı, nasıl baktığımızı, nasıl tepki verdiğimizi değiştirmek üzerinde çok muazzam bir gücü var."
Gelip geçiciliği yürekten anladığımızda, ani bir özgürleşme olur... Deneyimlediğimiz acı, sıkıntı, karmaşanın önemli bir bölümü çarpıcı bir şekilde yok olur... Gerçeği görme, hiçliği anlama yolunda bir kapı açılır...
An be an olmakta olana kendimizi "uyumladığımızda", huzur ve uyum kendiliğinden gelir...
* -meli, -mali'lari (şunu yapmalıyım, bunu söylememeliyim vb);
* dirençlerimizi;
* hoşlanmalarımızı, hoşlanmamalarımızı;
* yansıtmalarımızı bırakabilsek, yasam çok daha kolay olur...
(Bunlar çok bildiğimiz fikirler ancak kendi yaşamımı izlediğimde gördüğüm -meli, -mali enerjisine inanamadım... Yaşamı gerçekten keyifle, yürekten yaşamak yerine, "ayıp olur, sonucu ne olur, öyle istedi, ne düşünür, suçluluk duygusu" kaynaklı yaşamak çok acı değil mi? Canlılık bunun neresinde? Yürekten iletişim anlayışı, "hepimiz iyiyiz, hoşuz ama ölüyüz" diyor.)
Neden gelip geçiciliği yürekten anlamaktan kaçınıyoruz acaba?
Çünkü gerçekten gelip geçiciliğin doğasını anlamak istesek,
* yaşamlarımızı nasıl yaşadığımıza,
* her an'a nasıl tepki verdiğimize,
* başkalarına nasıl tepki/ karşılık verdiğimize,
* kendimizle ilişkimize,
* seçimlerimize,
* değerlerimize,
* neye zaman verdiğimize,
* neye enerji verdiğimize bakmamız gerekir...
Öyle çok zamanı "edinmek, kazanmak, sahip olmak, ulaşmak" için harcıyoruz ki...
Ve öyle çok şeyi sanki hiç gitmeyeceklermiş gibi "çantada keklik" sayıyoruz ki...
Dünyayı tahmin edilebilir, sabit, güvenilir kılmak için uğraşıp duruyoruz...
Tutunmaya çalışıyoruz, geçiciliği inkâr ediyoruz ve böylece kontrolde olduğumuzu, güvende olduğumuzu hissetmeye çalışıyoruz.
Sezgisel olarak hepimiz biliyoruz ki, tüm bu tutunmalar, kurmalar, planlamalar değişimin gel gitlerini durdurmak için hiç işe yaramıyor... Kontrol edemezsek, kurban konumuna düşeriz diye düşünüyoruz.
Oysa gelip geçiciliği anlamak, yaşamın gerçekte ne olduğunu kutlamayı getiriyor... Her an’ın değerini bilmeyi... Hiç bir şeyi "ne de olsa var" deyip, çantada keklik görmemeyi...
Kontrolü bırakmak aslında öğrenmek için kendini açmak demek... Şu anda burada olanla olmak demek...
Bu değişim içinde tutunacağımız bir "merkez" bulmak zor... Tutunmayı, merkezleri, ben'i, sen'i bırakıp, her şeyi birer "süreç" olarak görmek... Ne kadar özgürleştirici... (Bu "süreç" konusunu bir gün ayrıca işlesek...)
(Bir gün çamaşır asıyordum ve aniden geçiciliğin harikalığını görüverdim... Eğer gelip geçicilik olmasaydı, çamaşırlar kurumazdı... Yemek de yapamazdık... Çayda şeker erimezdi... Bebekler büyüyemezdi... Bu metni yazamazdım... Duygularım değişmeseydi, bir duyguda takılıp kalırdım... Hareket edemezdim... Değişim olmasa, yaşam olmazdı... Yaşam ancak değişim olduğu için var... Bu ne kadar harika, sevinç verici bir şey...)
Peki, ne yapalım... Bence hiç bir şey... Yalnızca yaşamı, kendimizi gözlemleyelim: an an gelip geçiciliği görmeye çalısalım... Geçiciliği bilinçli olarak göre göre, bir an birdenbire herşeyi çok açık görüveriyor olabiliriz... Yaşamımız aydınlanıverir...
Şöyle de bitirelim: "Bu yol, tercihleri olmayanlar için hiç de zor değil..."
Yaşam dansında kendi figürlerimi yapmanın, nasibime düşenlere can vermenin keyfi ve yürekten taşan sevgiyle
Hale
2007 notu: Aynen katılıyorum :)
Hepimiz zihinsel olarak, her şeyin değiştiğini biliriz... Aslında hiç bir şeyin sürekliliğine güvenip, ona sırtımızı dayayamayacağımızı da biliriz... Yaşamda her şey gelir ve geçer...
Kalıcı ve sürekli olmayış, gelip geçicilik, fanilik (impermanence) yaşamımızdaki her şeyi yönetir.
"Ben her şeyin değiştiğini biliyorum, bu bilgi benim için yeni bir şey ifade etmiyor", diyorsanız; işte size bu bilginin gerçekten sizin iliklerinize, bilincinize, kalbinizin derinliklerine işleyip işlemediğini gösterecek sorular:
Kendimizi olan bitene direnirken buluyor muyuz?
Kendimizi içimizde olanları kontrol etmeye çalışırken buluyor muyuz?
Kendimizi dışımızda olanları kontrol etmeye çalışırken buluyor muyuz?
İçimizde ve/ veya dışımızda olanlardan korku, endişe duyuyor muyuz?
Yaşamda bir şeylere tutunmaya, bir şeyleri tutmaya çalışıyor muyuz?
Olana bitene isyan ederken duyuyor muyuz kendimizi?
(Bu soruları kendime sorduğumda doğrusu biraz sarsılmıştım. Zihinde bilmekle yürekten bilmek arasında nasıl da fark var! Yürekten bildiğimizi bize, yaşamlarımızın seyri, yaşama karşı duruşumuz öyle de güzel gösteriyor ki...)
"Ah" diyor Christina (aslında çok ciddi görünüşlü biri Christina, böyle demezdi herhalde, biraz Hale'ce oldu :)), "Gelip geçiciliği yürekten anlamanın; yaşamımızı, nasıl baktığımızı, nasıl tepki verdiğimizi değiştirmek üzerinde çok muazzam bir gücü var."
Gelip geçiciliği yürekten anladığımızda, ani bir özgürleşme olur... Deneyimlediğimiz acı, sıkıntı, karmaşanın önemli bir bölümü çarpıcı bir şekilde yok olur... Gerçeği görme, hiçliği anlama yolunda bir kapı açılır...
An be an olmakta olana kendimizi "uyumladığımızda", huzur ve uyum kendiliğinden gelir...
* -meli, -mali'lari (şunu yapmalıyım, bunu söylememeliyim vb);
* dirençlerimizi;
* hoşlanmalarımızı, hoşlanmamalarımızı;
* yansıtmalarımızı bırakabilsek, yasam çok daha kolay olur...
(Bunlar çok bildiğimiz fikirler ancak kendi yaşamımı izlediğimde gördüğüm -meli, -mali enerjisine inanamadım... Yaşamı gerçekten keyifle, yürekten yaşamak yerine, "ayıp olur, sonucu ne olur, öyle istedi, ne düşünür, suçluluk duygusu" kaynaklı yaşamak çok acı değil mi? Canlılık bunun neresinde? Yürekten iletişim anlayışı, "hepimiz iyiyiz, hoşuz ama ölüyüz" diyor.)
Neden gelip geçiciliği yürekten anlamaktan kaçınıyoruz acaba?
Çünkü gerçekten gelip geçiciliğin doğasını anlamak istesek,
* yaşamlarımızı nasıl yaşadığımıza,
* her an'a nasıl tepki verdiğimize,
* başkalarına nasıl tepki/ karşılık verdiğimize,
* kendimizle ilişkimize,
* seçimlerimize,
* değerlerimize,
* neye zaman verdiğimize,
* neye enerji verdiğimize bakmamız gerekir...
Öyle çok zamanı "edinmek, kazanmak, sahip olmak, ulaşmak" için harcıyoruz ki...
Ve öyle çok şeyi sanki hiç gitmeyeceklermiş gibi "çantada keklik" sayıyoruz ki...
Dünyayı tahmin edilebilir, sabit, güvenilir kılmak için uğraşıp duruyoruz...
Tutunmaya çalışıyoruz, geçiciliği inkâr ediyoruz ve böylece kontrolde olduğumuzu, güvende olduğumuzu hissetmeye çalışıyoruz.
Sezgisel olarak hepimiz biliyoruz ki, tüm bu tutunmalar, kurmalar, planlamalar değişimin gel gitlerini durdurmak için hiç işe yaramıyor... Kontrol edemezsek, kurban konumuna düşeriz diye düşünüyoruz.
Oysa gelip geçiciliği anlamak, yaşamın gerçekte ne olduğunu kutlamayı getiriyor... Her an’ın değerini bilmeyi... Hiç bir şeyi "ne de olsa var" deyip, çantada keklik görmemeyi...
Kontrolü bırakmak aslında öğrenmek için kendini açmak demek... Şu anda burada olanla olmak demek...
Bu değişim içinde tutunacağımız bir "merkez" bulmak zor... Tutunmayı, merkezleri, ben'i, sen'i bırakıp, her şeyi birer "süreç" olarak görmek... Ne kadar özgürleştirici... (Bu "süreç" konusunu bir gün ayrıca işlesek...)
(Bir gün çamaşır asıyordum ve aniden geçiciliğin harikalığını görüverdim... Eğer gelip geçicilik olmasaydı, çamaşırlar kurumazdı... Yemek de yapamazdık... Çayda şeker erimezdi... Bebekler büyüyemezdi... Bu metni yazamazdım... Duygularım değişmeseydi, bir duyguda takılıp kalırdım... Hareket edemezdim... Değişim olmasa, yaşam olmazdı... Yaşam ancak değişim olduğu için var... Bu ne kadar harika, sevinç verici bir şey...)
Peki, ne yapalım... Bence hiç bir şey... Yalnızca yaşamı, kendimizi gözlemleyelim: an an gelip geçiciliği görmeye çalısalım... Geçiciliği bilinçli olarak göre göre, bir an birdenbire herşeyi çok açık görüveriyor olabiliriz... Yaşamımız aydınlanıverir...
Şöyle de bitirelim: "Bu yol, tercihleri olmayanlar için hiç de zor değil..."
Yaşam dansında kendi figürlerimi yapmanın, nasibime düşenlere can vermenin keyfi ve yürekten taşan sevgiyle
Hale
2007 notu: Aynen katılıyorum :)
Ne zaman okumak icin bloguna girsem o anki ruh durumuma iyi gelen bir yaziyla karsilasiyorum, bu da cok hosuma gidiyor:)
YanıtlaSilSu anda da kendi disimda olanlari kontrol etmeye, distaki olaylari engellemeye calisiyor, onlardan o kadar korku ve endise duyuyorum ki enerjimi buna harcadigimi goremiyordum, yazini okuyunca icimde bir seyler uyandi, bir farkindalik olustu. Yazini birazdan tekrar okuyacagim, geciciligi gercekten gormeye, anlamaya ihtiyacim var. Hayatima yaptigin bu guzel katkilardan dolayi sana tesekkur ederim arkadasim:)
Çok sevindim Gökçecim. Umarım bu mesajı okuyana kadar farkındalığın daha da genişlemiştir. Kendi deneyimime göre, geçiciliği şimdi, şu anda yaşamın içinde görmeye alışmak, sonra zorlu durumlarda çok işe yarıyor. Klavyede bir tuşa basmam ve bunun bitmesi, sesin başlaması ve bitmesi, içimdeki düşüncelerin başlaması ve bitmesi gibi. Herşeyin başına ve sonuna bakarsak, bir süre sonra bu gerçeği daha derinden anlama fırsatımız olabiliyor. Bana göre, işi basitleştirmeli, küçükten, şimdi olandan başlamalı, gerisi kendiliğinden akıp geliyor. Eh bu mesaj da bitti işte :))))
YanıtlaSil