22 Ekim 2007 Pazartesi

Dingin Bir Zihinden Çıkan Eylemler İçin

Bu yazının Türkiye'nin gündemiyle eşzamanlılığının bir anlamı olmalı...

Ağustos 2005

Vipassana hocası olan Sharda'nın bir konuşmasından (Equinimity, 2000) bende kalanlar ve çağrıştırdıkları:

Bu yazıyı yazmaya Çarşamba günü başladım, ancak gelenler oldu, yazı yarım kaldı. Ertesi gün bir tanıdığım önceki gece Boston'da katıldığı vipassana hocası Thich Nhat Hanh'in konuşmasından bölümler göndermiş. Tam da yazmaya başladığım konuda. Hoşuma gitti bu eş zamanlılık...

Thich Nhat Hanh'ın konuşması gerçek sevgi üzerineymiş... “Anlayış, kavrayış; gerçek sevginin temelidir”, demiş TNH... “İçgörü anlamaya götürür insani... İçgörü, anlayış, kavrayış, idrak deneyimlemek için; koşturmacalı, meşgul hayatlarımıza durup bakmak ve kendimize gelmek için zaman ayırmamız gerek. Gerçek sevgi ve anlamaya, bilgeliğe özellikle 4 şey yardımcı olur” diye devam etmiş Thich Nhat Hanh. Ben de bunlardan biri üzerine yazacaktım, böylece farklı bir hocanın da enerjisinin karıştığı bir başlangıç oldu...

Buda’nın; yüksek derecede geliştirildiğinde zihni "ölçülemez" (immeasurable) hale getirdiği, ilahi sevgi zihni haline getirdiğini söylediği 4 nitelik şunlar:
* Sevgi- (loving-kindness) (metta): yani hem kendimizdeki, hem de başkalarındaki güzellikleri görmek...
* Şefkat-merhamet (compassion) (karuna): yani acıya yönelmiş sevgi. Acıyı görme ve bilme. Genellikle biz sorunların içine dalar ve kayboluruz acıda. Ya da acıya bakmamaya çalışırız. Oysa acıya yönelmezsek, göremeyiz. Acıya arkamızı döndüğümüzde, şefkat ve merhametin ortaya çıkması fırsatını kapatmış oluruz.
* Neşe (joy) (mudita): Başkalarının başarılarına sevinmek, mutluluklarını paylaşmak.
* Yargısız, tarafsız, eşit uzaklıkta durma (equinimity) (upekkha): Olanlara tutunmamak, itmemek, eşit mesafede durmak. Christopher Titmuss'un deyisiyle, "olanla olmak".

Bugün beni heyecanlandıran bu sonuncusu...

"Bu iyi, bu kötü.", "Bu hoşuma gidiyor, bu hoşuma gitmiyor.", "Bunu istiyorum, bunu istemiyorum.". Tüm bu yaklaşımlar bütünlüğümüzü bölüyor... Tutunma, arzular, tutkular, takıntılar bize acı veriyor... Bunu çok iyi biliyoruz... Çoğunlukla olanların istediğimiz gibi olmasını istiyoruz... Ancak yaşam nasıl oluyorsa, öyle olmaya devam ediyor... Bunu da çok iyi biliyoruz.

Tarafsızlık (Pratik sebeplerle bu yazı içinde equinimity karşılığı olarak bu kelimeyi kullanacağım, ancak anlamını tam karşılamadığını biliyorum, daha iyi bir kelime bulanlar bildirirlerse, sevinirim), bizim bütün halinde kalmamızı sağlıyor; sevgi, merhamet ve neşenin en saf halleriyle yaşanmasını mümkün kılıyor...

Tarafsızlık olmadan sevgi; sahiplenici bir sevgiye dönüşüyor...
Tarafsızlık olmadan merhamet, şefkat; acıma, üzüntü, kızgınlığa dönüşüyor...
Tarafsızlık olmadan başkalarının mutluluklarına ilişkin neşe; kıskançlık, imrenme, hatta hasete dönüşüyor...

Tarafsızlık, bir anlamda da sarsılmazlık... Ne olursa olsun, sarsılmadan kalabilmek hali... Tutku karşısında da, nefret karşısında da sarsılmadan, hareket etmeden kalabilme hali... Zihnin dingin, sakin kalabilmesi yani...

Ancak tarafsızlık, "kayıtsızlık" değil... Aldırmamazlık, umursamamazlık, ilgisizlik de değil... Kayıtsız olduğumuzda, yaşamla bağlantımız kopmuş haldedir... Kendimizi güvende hissetmek, güvenli bir yerde kalmak için, kulaklarımızı, gözlerimizi, zihnimizi dünyadaki acılara kapatırız... Ve bunu yaptığımızda yaşamdan da kopmuş oluruz, canlılıktan, duygulardan, gücümüzden...

Oysa tarafsızlık; pasif bir hal değil, aksine yaşamla tam olarak bağlantı kurmaktır...
Eylemsizlik değil, yalnızca korku ya da tutkuyla hareket etmemek halidir...

Kendimizden kaçmadığımız, uzaklaşmadığımız için, kendimizi "evimizde olduğu gibi" rahat hissederiz... Bir meditasyonda yaşamıştım, bu hal gözümün önünde şöyle canlanmıştı: koltuğa gömülüp, kendimizi bırakma gibi an'a bırakırız kendimizi... Bölünmeyiz, parçalanmayız iyi-kötü, hoş-hoş olmayan, tatlı-acı diye... Herşey olduğu gibi... Ne kadar başka türlü olmalarını dilersek, dileyelim; her şey olduğu gibi... Tutkuyla peşinden koşsak, tutmaya çalışsak da, olmasını istemesek, itmeye uğraşsak da, tüm bu çaba yalnızca zihnimizde, çünkü olan olmakta... Bu çekip, itme işte zihni çalkalandıran, huzursuz eden... Bizi yoran... Bu mücadeleyi bıraktığımızda, kendimizi bıraktığımızda, offf.... Şimdi deneyin, bakın ne rahat...

"Zihnimiz; olanın neden olduğunu anlamak istiyor... Eğer olanın neden olduğunu anlarsak, olanları değiştirebileceğimizi, olanı farklı yapabileceğimizi düşünüyoruz... Ancak düşünen zihin anlayamaz, çünkü çok küçük, çok dar bir alanı görebiliyor... Olanın neden böyle olduğu büyük bir sır!" diyor Sharda...

Uygulama önerisi:
Bugün içinde tepkilerimize bakalım. Bunu yazarken, "mıknatıs" geldi aklıma. Kendimizin nasıl bir mıknatıs gibi, hoşlandıklarımıza doğru çekildiğimize, hoşlanmadıklarımızı ittiğimize bakalım. Şimdilik tavrımızı, tutumumuzu değiştirmeye çalışmayalım. Yalnızca gözlemleyelim kendimizi.
(Gözlemlemeyi hatırlamak için, "mıknatıs" yazıp, bilgisayarınızın üzerine asabilirsiniz ya da odada uygun herhangi başka bir yere.)
* Mıknatıs itiyor mu, çekiyor mu?
* Ne kadar bir güçle itiyor ya da çekiyor? Bunu bir oyun haline getirelim, çekim ve itim güçlerini, enerjideki farkları görmeye çalışalım...
* İtmeyip, çekmeyip, eşit mesafede kaldığımız durumlara bakalım...

Bu oyunun adı, "mıknatıs oyunu" olsun...
Gördüklerinizi, gözlemlerinizi bizimle de paylaşırsanız, belki hem yazma yoluyla farklı bir farkındalık yaşarsınız, hem de hepimizin farkındalığına katkıda bulunmuş olursunuz...

Yaşam dansında kendi figürlerimi yapmanın, nasibime düşenlere can vermenin keyfi ve yürekten taşan sevgiyle


2007 notu: Bu yazının denk geldiği bu günler Türkiye'de pek çok konuda çalkantının yaşandığı günler. Tepki duyulan, tepkilere çanak tutulan, tepkiler doğurtulan günler. Şiddettin bir önceki duygusu kızgınlık, onun da arkasında çeşitli duygular ve ihtiyaçlar var. Bunları hem kendi içimizde, hem çevremizde, hem ülkemizde gözlemlemek, anlamaya çalışmak, ancak bu yazıda sözü edilen bir dinginlikle bunları yapmaya çalışmak çok önemli diye düşünüyorum. Acıya bakmayı reddetmek, aynı yazıda sözü edildiği gibi yaşamdan kopmak demek. Yaşamın içinde olalım, dingin bir zihin için emek verelim ve eylemimizin dingin bir zihinden gelmesine niyet edelim. Türkiye'de şu anda konuşulan "itidal" kavramını böyle anlıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder