14.12.2005
Eşyaların eğitmenliğinde farkındalık meditasyonu:
Sahip olduğumuz ıvır zıvırı gözden geçirip, artık yaşamımızda gerekli olmayanları elden çıkarmak bir tür “bırakma” egzersizi. Aynı vipassana uygulamalarında olduğu gibi, tutunmadan, yapışmadan, bağımlılık oluşturmadan özgür bir şekilde durabilmek egzersizi. Bırakabilmek, özgürlük demek...
Her an yeniliği kutlayarak, geçmişin bağlarından özgür bir şekilde yaşamda var olabilmek...
Nasıl başlasak?
Önce nereden başlayacağımızı seçelim: Bir çekmece, bir raf, bir masanın üzeri, arabanın bagajı, bir dolabın içi, bilgisayardaki bir klasörün içi.
Şimdiye gelme:
Başlamadan önce duralım, kendimizi tamamen an’a getirelim. Vipassana tekniğini bilenler, aynı oturma çalışmasına başlar gibi, bir dakika kadar çalışma yapabilirler. Bilmeyenler, gözlerinizi kapatıp, bulunduğunuz yerdeki sesleri dinleyin, oturduğunuzu fark edin, bedeninizdeki hisleri (ağrı, sıcaklık, kaşınma, titreşim, vs.) fark edin, düşünüyorsanız, düşündüğünüzü fark edin ve düşüncelerinizi takip etmeden dikkatinizi tekrar bedeninize odaklayın.
Bir an’da bir iş:
Vipassanadaki ilkeyi hatırlayalım: bir anda bir iş... Yani niyet ettiğimiz sürede yalnızca bir yerdeki eşyaları gözden geçirelim, dağılmayalım... Tüm dikkatimizi bir yere odaklayalım... Bu tür egzersizlerle kendimizi bir an’da bir işe odaklanmaya alıştırabiliriz.
Tutum:
Eşyaları gözden geçirmeyi bir görev gibi değil, bir hazine sandığını açar gibi yapalım. Yaşamımızda yeri olan, bizim bir parçamız olan her bir eşyayı merakla, ilgiyle elimize alalım. Yaşamımızdaki her şeyin bir fonksiyonu olduğuna inanıyorum, kimilerinin fonksiyonu da bize bırakmayı öğretmek, takıldığımız yerleri göstermek... Her bir eşya bilinçaltımıza bir yolculuk olabilir...
Elimize aldığımız her bir şey için: “Bu bir gün işe yarar mı?” diye sormayalım. Çünkü bu sorunun cevabı genellikle “belki” olur ve gizli gizli bilinçaltımızda geleceğe ilişkin endişemizi beslemiş oluruz.
Yardımcı olabilecek sorular şunlar olabilir:
“Bu eşya benim için neye hizmet ediyor? Baktığımda ya da hakkında düşündüğümde enerjim yükseliyor mu, yani sevinç duyuyor muyum, yoksa enerjim azalıyor, bir sıkıntı, yorgunluk mu hissediyorum? Şu anda içimde ne oluyor?”
Sıkıntı duyduğumuzda ya da anılara daldığımızda, üzüldüğümüzde, kızgınlık hissettiğimizde, gözlerimizi kapatalım ve duygumuzu tanımlamaya çalışalım, bedenimizdeki hisleri fark edelim. Olayların içinde kaybolmayalım, hatırladığımızda hatırladığımızı fark edelim o kadar. Düşünceler geldiğinde, düşündüğümüzü fark edelim ve tekrar bedenimizdeki hislere dönelim. Olayın duygusu bitene kadar bu süreci sürdürelim.
Bir ayıklama süreci sırasında evde dolabın üzerinde oyuncak uğurböceğini gördüm. 1999 depreminde afet bölgesinde zor koşullarda 7 ay yaşayıp, çalıştıktan sonra, birlikte çalıştığımız ekip ayrılmadan birbirimize bu uğurböceklerinden almıştık. Bu kez tüm dikkatimle uğur böceğine baktım ve içimde üzüntü, kızgınlık, hayalkırıklığı buldum. 5 yıldır belki yüzlerce kez gördüm bu oyuncağı. Zihnini izleyenler bilir, zihinde çok hızlı düşünceler vardır, bunlar biz fark etmeden ruh halimizi, kararlarımızı etkilerler, ancak zihin yavaşlamaya, gözlemleyen bilinç hızlanmaya başladığında bunları fark etmeye başlarız. Demek ki fark etmeden her bu sevimli uğurböceğini gördüğümde, zihnin kuytularında anılar ve duygular canlanmaktaymış ve ruh halimi etkilemekteymiş... İşte geçmişten taşıdığım bir yükü hatırlatan bir öğretmen... Burada yapılacak olan, o uğurböceğini ortadan kaldırmak, atmak değil, çünkü o geçmişin yükünü boşaltmamı hatırlatan bir araç. Orada durup, yukarıda anlattığım şekilde o duygu yükünü gözlemlemek, itmeden, müdahale etmeden, kontrol etmeye, yok etmeye çalışmadan yalnızca zihnimizde ve bedenimizde olanları izleyip, gözlemlemek gerekiyor. O olayın duygu yükü boşaldıktan sonra, uğurböceği ile ne yapacağıma karar verdim.
(2007 notu: Burada şiddetsiz iletişimin empati yönteminden (Şiddetsiz İletişim, Marshall Rosenberg, Sistem Yayıncılık) ve çeşitli bağışlama çalışmalarından da yararlanılabilir. Bunlarla ilgili de yazma niyetim var.)
Gördüğünüz gibi, eşyaları gözden geçirmek bir tür terapi olabilir... Duygusal bağımlılıklarımızla, gelecek endişemizle, korkularımızla (ya lazım olursa, ya bir daha alamazsam), kararsızlığımızla, tembelliğimizle, üşengeçliğimizle, erteleme kalıbımızla (hafta sonu gelsin de), mükemmeliyetçiliğimizle (yaptım mı tam yapmak isterim, o eşref saatini bekliyorum), hatta isyankârlığımızla (toplamıyorum işte!) yüzleşme fırsatı veren bir meditasyon, terapi, geçmişle hesaplaşma, arınma, sadeleşme süreci...
Yıllar içinde birikmiş her bir ıvır zıvır aslında “ertelenmiş bir karar” demek... Çünkü bir türlü ne yapacağımıza karar veremiyoruz: atayım mı, tutayım mı, vereyim mi, tutsam, nereye koyayım, atsam nereye atayım, versem, kime vereyim? Karar verme mekanizmamızı görebilmek için harika bir fırsat... Bir şeyi atabilmek, verebilmek için, onu “bırakabilmek” gerekir. Kolayca bırakabiliyor muyuz? Yoksa minicik notlara bile tutunuyor muyuz? Eskiye, öğrettiklerinden dolayı teşekkürlerimizi sunup, onu serbest bırakabiliyor muyuz? Yaşamımızda yeniye yer açabiliyor muyuz?
Yaşamımızda gerçek bir anlamı ya da önemi olmayan şeylerden kurtulmakla, zihnimiz ve bedenimiz daha da hafifliyor. Farkındalık çalışmasının başında hep konuştuğumuz gibi, denemeden bilinmiyor, ne kadar okusak da, zihnen hak versek de, yaşamadan bilemiyoruz...
Haydi küçücük bir yerden başlayalım. Bir tek şey bırakalım. Biri bu süreci patates cipsi yemeye benzetmişti, “bir tane cips yiyemezsiniz zaten” demişti... Geçmişin yüklerinden kurtulmak için haydi eyleme... :))
Yaşam dansında kendi figürlerimi yapmanın, nasibime düşenlere can vermenin keyfi ve yürekten taşan sevgiyle
30 Ekim 2007 Salı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder