1 Şubat 2008 Cuma

Doğanın içinde 7 gün...

1 Haziran 2005

Vipassana inzivalarını tamamladık. Güzel geribildirimler geldi. Son 6 aydaki farkındalık grupları, yurtdışı seyahatleri, inzivaların organizasyonu için koşuşturmalarım sonucu epey yorulduğumu hissettim. Aslında tam da değil. “Canım hiçbir şey yapmak istemiyor artık” diye bir düşünce ve his geldi, yaşamın anlamını, yaşamımı nasıl yaşadığımı sorgulamaya başladım yeniden. Bunun yorgunluktan olacağını anlayamadım. İçimde yorgunlukla ilgili dosyadaki bilgiler gerçekle bağlantı sağlayan türde değiller. Yorulduğumda yorulduğumu anlayamıyorum, sıkıldığımda da yoruldum zannediyorum. Bir karışık etiketleme durumu.

Bu yoğun maratonun sonunda da hem fiziksel, hem enerjisel bitkin hissediyorum. Bu ruh ve beden hali içinde DFP’nin sonuncusuna katılmak üzere, yine İngiltere’ye gidiyorum. Blogda Ekim ayında “Öööyle Denize Bakmak” adlı yazıda bu hali, Christopher Titmuss’la olan konuşmamızı yazdım. Şimdi Christopher’ın tavsiyesi üzerine ne yaptığımı yazmak istiyorum.

Önce nerede olduğumuzu yazayım. Bu DFP, katılımcılardan Yeshe’nin arkadaşlarıyla kurduğu bir permakültür merkezinde yapılıyordu. Yerleşim yerinden uzak, ağaçlıklı, geniş bir arazi üzerindeki bu yerde, birkaç oba çadırı kurmuşlardı. Samandan da iki bina yapmışlardı. Böyle birkaç cümlede yazıverdim ama inanılmaz bir emek vardı tüm yapılarda, bahçede. Permakültür anlayışına göre, bahçeyi düzenlemişler. Çok huzurlu, estetik olarak güzel, zengin ve kullanışlı bir yerdi. Hepimiz çadırlarda kalıyorduk. Mutfak açık havadaydı. Yemekler kamp ateşinde pişiyordu. Tuvaletler kompost tuvaletti, yani yerden yüksekte, tahtadan bir yapı. Bir delik var, tuvaletten sonra o delikten aşağı talaş atıyorduk. Duş için ise, kamp ateşinin üzerinde ısıttığımız suyu kamp için hazırlanmış duş torbalarına dolduruyorduk. Bunu yukarıda bir yere asıyor, basınçla akan suyla hızlı hızlı duş yapıyorduk. Haziran ayı olması İngiltere’nin sıcak olduğu anlamına gelmiyor. Kazaklarla oturuyorduk. Saman binaların birinde toplanıyorduk. İçeride soba yanıyordu ve çok güzel ısınıyordu. Koşullar basit ve çok temel ihtiyaçları karşılamaya yönelikti ama güzel bir hava vardı. Ben o zaman bu güzelliği görebiliyor muydum, hımmm yarım yarım. İçimde bir ses fazla mesaiye kalmıştı ve “canım bir şey yapmak istemiyor” diye bıkmadan, usanmadan tekrarlıyordu.

DFP’deki uygulamalardan biri ‘araştırma (inquiry)’ di. Bu uygulamada grubun ortasına iki minder konuluyordu. Christopher birinde oturup, bekliyor. Bir sorusu, sorunu olup da, kendi içinde keşif yapmak isteyen kişi sessizce gelip, Christopher’ın karşısına oturuyordu. Meselesini anlatıyor ve Christopher’ın sorduğu isabetli sorularla duruma ilişkin içgörüler kazanıyordu. Çok etkileyici bir yöntem olarak hatırlıyorum. O zamana kadar pek çok uygulamasını izlemiştim. Bu ruh halini sorgulamak istedim ben de. Kalktım, mindere oturdum. Durumu anlattım. Christopher’ın gayet basit bir şekilde, “sen yorulmuşsun, hepsi bu” deyişine nasıl bozulmuştum, tam bir hayalkırıklığı. Daha derin, kapsamlı, karmaşık bir süreç bekliyordum herhalde. Sadece yorulmuşum. Bazen çok basit şeylerin ardında karmaşıklıklar arıyor ve hakikaten süreci karmaşıklaştırıyoruz demek. Üstelik talihsizliğe bakın ki, “Aa basit bir nedeni varmış, ne güzel hemen çözülür” diyeceğime, hayalkırıklığına uğradım. Var mı sizin yaşamınızda da bunun örnekleri?

Christopher bir bakkal hesabından söz etmişti: “Harcadığından daha azı giriş yapıyorsa, enerji tabii azalır. Enerjiyi artırma kaynaklarından en birincisi, doğa. Sonra sessizlik ve yalnızlık” demişti. Detaylar sözünü ettiğim önceki yazıda.

Bunları duyduğumda kalbim yerinden hopladı. Zira İngiltere’ye gelirken, dönüş tarihimi belirlemekte zorluk çekmiştim. Mantık ile sezgi farklı tarihleri söylemişti, ne yapacağımı şaşırmış, sonunda sezginin sözünü dinlemiş, programın bitiminden 9 gün sonraya bileti almıştım. Zaten minicik bir bütçem vardı, mantığım kafamın etini yemişti ‘bu zamanı nerede geçireceksin’ diye.

Christopher’ın sözleri kalbimi hoplattı. Çünkü Yeshe DFP bitiminde dileyenlerin bu merkezde kalabileceğini söylemişti. Birden kararımı verdim. DFP sonrası 7 gün burada kalacaktım. Benden başka kimse kalmayacaktı. İşte Christopher’ın önerdiği her koşul var: doğa, sessizlik, yalnızlık. Diğer yanda da Allah’ın dağ başında, basit koşullarda, tek başına. Bir yandan çekici, bir yandan hafif endişe verici.

Eğer blogdaki diğer yazılardan birkaçını okumuşsanız, böyle konularda pek öyle endişeye pabuç bırakmadığımı görmüşsünüzdür. Kaldım orada. O kadar keyifliydi ki anlatamam. Sabah ağaçların altından uygun dalları topluyordum, testere ile kesiyordum. Ateş yakıyor, yemeği ocağa koyuyordum. Zira kamp ateşinde suyun ısınması bile epey zaman alabiliyordu. Yeshe (yaşamda destek verenleri bol olsun) bana kendi oba çadırında kalabileceğimi söyledi, özenle, sevgiyle yapılmış, süslü bir çadırda kalıyordum. Günlük işlerden sonra yürüyüşe çıkıyordum.

Günlüğüme “Doğa olarak çok güzel bir yerdeyim. Neredeyse en temel konforların hepsi var, hem de bahçeden çıkmadan uzun yürüyüş yapılabilecek, ağaçlar içinde, geniş bir bölgedeyim. Pek tehlike var denemez. Korkacağım ne hayvan olabilir bilmiyorum (İyi ki, sonradan biri –artık beni korkutmak için mi söyledi, yoksa gerçek miydi bilemem- insanların bazı yırtıcı hayvanları beslemek için aldıklarını, sonra bakamayınca, doğaya saldıklarını söyledi. Yani hiç beklenmedik hayvanlarla karşılaşan, yaralanan olmuşmuş.) İçim huzurlu değil. Şu an ben huzurlu değilsem, kim huzurlu olsun! Doğanın içindeyim, yalnız başınayım. Kimse benden bir şey istemiyor. İstersem, bütün gün yatarım. Ama mutsuzum.”

O zaman yorgunluk, enerji düşüklüğü mekanizmasını anlayamıyordum. Oysa zaman içinde gördüm ki, bedende B vitaminleri eksik olduğunda da insanın morali bozulabiliyor. Derin derin sebepler ararken, bir B vitaminleri kompleksi alınca, birden her şeyin yoluna girdiğini çok kez gördüm. Ya da birkaç saat fazla uyuyunca. Ya da mercimek yiyip, bedendeki demir eksikliğini tamamlayınca. Ya da biraz bolca su içince. İçimdeki “bende yanlış bir şey var” inancı, tüm bu basit durumları olduğu gibi görmemi engelliyormuş meğer. Ne ilginç, değil mi? Hayatı nasıl zorlaştırabiliyoruz!

Yürüyüş sırasında nasıl güzel sarı çiçekler gördüm. Kalbime baktım, sevinç duymuyor, heyecanlanmıyor, güzelliği göremiyor. Bu farkındalık beni şaşırttı ve üzdü. Bu güzellik kalbime niye değmiyor? Kalbim kapanmış sanki. Eski koşullanma ile önce “Niye, niye!” diye zorladım kendimi, sonra “neyi yanlış yaptım?” diye sordum. Tabii tahmin edersiniz, hiç cevap gelmediği gibi, kalbim daha da kapandı. Ancak bu yaklaşımın sonucunu görmek açısından böyle yapmam çok iyi oldu.

Sonra vipassana uygulamasını hatırlayabildim. Bu kapalı kalple oturdum. Öyle kapanmış kalbim ve ben. Yan yana. Bir şey sormadım, anlamaya çalışmadım, değiştirmeye, dönüştürmeye kalkışmadım, tamire girişmedim. Öyle oturduk beraber. Bedenimde kalbimin yerindeki hisleri izledim. Ortaya çıkan duyguları izledim. Başımda da bir şeyler oldu, o hisleri de izledim. Bir süre sonra kalbim hafifçe aralandı. İçinden kırılmışlık, incinmişlik ile daha fazla incinme korkusu çıktı. Şaşkınlığımın hesabı yok. 40 yıl düşünsem aklıma gelmezdi. Neye ilişkin olduklarını anladım hemen. Bu duygular ortaya çıkınca, içimde nasıl bir şefkat duygusu oldu, anlatamam. Birden içimde kendini korumaya çalışan küçük bir kız gördüm sanki. Orada öylece durdum, her şey eriyip gitti.

Aldığım dersleri yazmışım günlüğüme:
- Kalp kapanınca, güzelliklerle bağlantı kurulamıyor, sevinç kayboluyor. Yaşam enerjisi alınamıyor. Gevşeklik hissedilmiyor. Daralma, bir şey eksik hissi, neşesizlik, keyifsizlik, enerjisizlik yaşanıyor.

- Kalbi açmak için, öyle dur. O kadar. Ortaya çıkan ile ne yapacağına sonra bakarsın.

- Kalp kapanınca, içeri girebilen azalıyor. Enerjide azalma varsa, kalbim ne durumda diye bakmakta fayda olabilir.

- Giden gelenden fazla ise? Ya gideni kısacaksın, ya geleni artıracaksın.
Şimdiki halde geleni artırmak daha uygun. nasıl?

* Doğada sessizlik
* Dönemsel olarak uzun sessizlik
*Yaşamdan takdir, sevgi, destek geldiğinde, ‘önemli değil, ne olacak’ diyeceğine, birlikte kutla bu güzelliği.
* Nefes al
* Hayvanların yaptığı gibi çekil, dur, gevşe, dinlen
(Orada Thich Nhat Hahn’ın bir kitabını okuyordum, bu onun tavsiyesi.)
* Yapmayı istemediğin bir şeyi yapıyorken bulursan kendini, bırak. Ya başkasına devret, ya tümden bırak, ya yöntem değiştir, ya da niye yaptığını hatırla, devam etmeyi değerli buluyorsan ancak, devam et.

O günden sonra çevreme baktım. Daha önce de görmüştüm ama bu kez kalbime dokundular: saman balyalarını taşıyanları, su borularını monte edenleri, hangi bitkinin nereye ekileceğini düşünenleri, dolap kulplarını takanları, kamp ateşinin çevresindeki tahta oyma oturma yerlerini yapanları, sobaları kuranları, burayı hayal edenleri, gerçekleşmesi için emek verenleri düşündüm. İçim minnet doldu. Nasıl bir katkı yaşamlarımıza. Ve bunları yaparken, hiç düşünemezlerdi kimlere ulaşacaklarını. Oysa önemli bir içgörünün belirebileceği nasıl güzel bir ortam yaratmışlardı yaşamım için… Bir teşekkür notu yazdım ama çoğu okumamıştır, katkılarını bilmiyorlar… Blogdaki bu yazıyı okuyup da kendi yaşam yolları için ışık bulanlara da dokundular aslında… Nasıl bir etki görüyor musunuz? Fark etmeden, nasıl etkiliyoruz birbirimizi! Dün üstünde çalıştığım başka bir proje için “bütünü etkiliyoruz” diye bir yazı yazdım. Gözlerim bu etkiye odaklandı, bu yayılan etkiyi fark ettikçe heyecanlanıyorum.

Yaşamın basitliği içinde yaşadım orada, birçok basit gerçeği fark ettim. Not almışım. Gülümseyerek, sizlerle de paylaşayım:

"İlham veren çeşitli öğretmenlerim oldu burada:

- Sobalar mesela: büyük kütükler (büyük hayaller ya da koşullanmalardaki değişiklikler) bir kibritle (niyet) yanmıyor. Bu bir süreç, kağıttan küçük dal parçalarına, oradan daha kalın dallara, oradan kütüklere. Yaşamda da küçük adımların, küçük gayretlerin, küçük değişikliklerin önemini ihmal etmeyeyim.

- Hava mesela: Yağmur yağdı, fırtına oldu, güneş çıktı, kuvvetli rüzgarlar esti, soğuk oldu, ılık oldu, müthiş bir hızla hava değişti durdu. Her şey gelip, geçiyor, her şey değişiyor. Yalnızca izle, onunla ak ve keyfine bak.

- Çaydanlıklar mesela: Eğer ateş yanıyorsa, mutlaka çaydanlığı üzerine koy. Her an sıcak suya ihtiyacın olabilir. Yaşamda da iç ve dış kaynakları bilgece kullan.

- Yaşam ağı mesela: Birbirimize bağlı olduğumuzun farkında ol- birbirimizi nasıl etkilediğimizi, kimlerin yaşamlarına, kalplerine dokunduğumuzu, bilmesek de. İçinden iyi bir şey yapmak geliyorsa, coşkuyla yap. Birilerine dokunacaktır mutlaka. Sana dokunanlara da teşekkür et, karşılaşmasan da, elbet bu teşekkür de bir şekilde onlara ulaşacaktır."

2 yorum:

  1. Sevgili Hale;

    Evrenin hediyeleri cesitli. Uzun yoldan gelirken cantamda tasidiklari anlam degerlerinin cok otesinde bakip, bakip bir turlu almadigim seyler. Sabah uyanip "oylesine denize bakmak" eyleminde bulunmusum (not: o yaziyi bulamadim, ekim demissin ama ya benim gozumden kacti ya da basligi farkli olabilir mi?). Yolda gelirken de mola yerinde "kalbinizi sevgiye acin" diye bir kitap bulup okuya okuya evin yolunu tuttum derken, blogspot'ta gorduklerim kelimenin tam anlami ile carpti. Oturdum, kalbime tarif ettigin gibi bakayim dedim. tam oldu mu bilmiyorum ama icinden epey birseyler dokuldu ben bakarken. Bir de yorulmanin yanlis etiketlenmesi gibi bir anahtar kelime. Bu gunlerde Vippasana kursu cok yogun. Odevimi aldim, sanal inzivamda yapadurayim bir yandan.

    Sevgiyle kal;

    YanıtlaSil
  2. Sevgili Deniz

    Yakından takip ettiğin ve beni de teşvik edip, hatta harekete geçirdiğin için teşekkürler... Sözünü ettiğim yazıyı atlamışım, bugün koydum. Böyle sıkı takip edenler olduğunu bilince, bana da bir "haydi hop hop, yayılmayalım, hareket!" enerjisi geliyor... :)

    Kendimize ve başkalarına "yoruldum" demek incelenesi bir hal bana göre. Ben de kendi yaşamımda bakıyorum, ilginç. Yorulmak diye tanımladığımız şey genelde çok farklı bileşenlerden oluşuyor.

    "Sanal inziva" sözüne bayıldım :) Bir başka yorumunda da vipassana okulu demiştin. Hiç öyle kast etmemiştim bu blogu, ancak öyle gidiyor hakikaten. Birilerimizin iç ve dış alemine ışık tutuyorsa, ne mutlu... Sevgiyle...

    YanıtlaSil