21 Şubat 2008 Perşembe

Alışkanlık Enerjisi ve Durmak...

Ne haldeyiz...

İngiltere’de 2005 yılında Permaculture Garden diye doğanın içinde, kamp koşullarında tek başına bir hafta geçirmiştim. Sessizlik, tek başınalık ve doğa beni çok beslemişti. Bir de kitap okumuştum orada. Thich Nhat Hahn’ın Buda’nın Öğretisi diye bir kitap. Yol gösterici bir kitaptı, ancak beni en çok etkileyen bölüm, kitabın başlarındaki “Durdurma, Sakinleşme, Dinlenme, İyileşme” adlı bölümdü (Okyanus Yayınları, s.30). Hatta dönüşte o zaman düzenli toplandığımız farkındalık gruplarından birinde bu konuda bir konuşma yapmıştım. Hatta Buket de içgörü yahoo grubuna bir yazı yazmıştı Haziran 2005’te bu konuşmayı anlatan.

Bu yazıda o konuşmanın durdurma bölümünü tekrar düzenleyip, paylaşmak istiyorum…

Thich Nhat Hahn, “içgörü bizi acıdan, mutsuzluklardan ve yanılsamalardan özgürleştirir. Eğer durmazsak, içgörü kazanamayız.” der ve bir Zen hikâyesi anlatır:
At dörtnala koşmaktadır ve ata binen adam önemli bir yere gidiyormuş gibi görünür. Yolun kenarında duran başka bir adam bağırır, “Nereye gidiyorsun?” ve at üstündeki adam yanıtlar, “Bilmiyorum, ata sor!”

Şöyle bir durup kendi hayatlarımıza baktığımızda, bu hikâye tanıdık geliyor mu? At burada bizleri çeken alışkanlık enerjisi, bizi sürükleyen, bilinçsizce, seçimsizce yaptıklarımız. Kendimizi bu enerjiye bırakmışız. Nereye gittiğimizi bilmiyoruz ve duramıyoruz.

Sürekli bir şey yapıyoruz, bir mücadele halindeyiz. Arkadaşımız soruyor: Neler yapıyorsun? Cevap: “Koşturuyoruz işte.”

Bazen bu atın ismi, iş listeleri, yapmak istediklerimiz, hedeflerimiz, olmak istediklerimiz, zihnimizdeki –meli/-malı düşünceleri, ayıp olmasınlar... Kamçılar da kuvvetli arzular, bazen depresyon, bazen sıkıntı, bazen öfke.

Ya işleri bitirmeye çalışıyoruz, ya da içinde bulunduğumuz ruh halinden kurtulmaya çalışıyoruz. Sürekli bir çaba, çalışma. Durmayı, dinlenmeyi bilmiyoruz.

Bazen kendimize dinlenmek için bir gün ayırıyoruz, “evde oturacağım, dinleneceğim” diyoruz. Sonra sabah perdeler gözümüze ilişiyor, biraz kirlenmişler mi ne. Perdeleri yıkamak iş değil zaten, ne olacak. Tüm evin perdelerini indirip, yıkıyoruz. Sebzeliğe de kurumuş maydanoz parçaları dökülmüş, en iyisi çıkarıp tümünü bir temizlemek. Gözümüze başka bir şey ilişiyor, onu da yapıyoruz. Sonra internet mesajlarına bakayım, şunu da okuyayım, bunu da derken, gün bitiyor. İçimizde bir hüzün. Bilinçsizce oradan oraya savrulduğumuz bir gün daha. Dinlenmek hiçbir şey yapmadan tavana bakmak olabileceği gibi, farkındalıkla yapılmış işlerle de mümkün olabilir. Oysa bakıyoruz da biz alışkanlık enerjisiyle hareket etmişiz. Hiç durmamışız.

Ya da bazen bunalımlı bir ruh halinde oluyoruz. Sanki bir şey yapmıyor gibi görünüyoruz ama sürekli bir iç ve dış hareket halinde oluyoruz. Bir şey ye, TV seyret, vitamin al, müzik aç, kapat, tekrar bir şey ye, bundan nasıl kurtulacağım diye düşün, banyo yap, tütsü yak, buzdolabının dip köşelerini araştır, bir şey ye, kitap oku, kitabı bırak, internete gir, bir şeyler ara, bırak. Geçmişteki ilgili ruh hallerini, olayları düşün. Sonra geleceği, yapılması gerekip de yapmadıklarını düşün. İyice bir geril. Endişeler içini kaplasın. Çırpın. Hiçbir şey yapmıyor gibi görün ama fiziksel ve zihinsel olarak sürekli bir faaliyet içinde ol. Tanıdık mı? Durmayı bilmiyoruz.

Tatile gittiğimizde bile yoruluyoruz, şunu da görelim, bunu da, şunu da yapalım, bunu da. Listelerle dolaşıyoruz, gördüklerimizi işaretliyoruz, memnun oluyoruz. Sanki bize madalya verecekler sonunda. Sindiremediğimiz, ruhunu yakalayamadığımız içi boş yorgunluklar.

Thich Nhat Hahn diyor ki, “Durdurma sanatını –düşüncemizi, alışkanlık enerjimizi, unutkanlığımızı, bizi yöneten güçlü duyguları durdurmayı- öğrenmeliyiz. Bir duygu içimizde fırtına gibi estiği zaman huzurumuz kalmaz. Bu çalkantılı durumu nasıl bırakabiliriz? Korkumuzu, umutsuzluğumuzu, öfkemizi, şiddetli arzumuzu nasıl durdurabiliriz?”

Devam ediyor: “Alışkanlık enerjilerimiz çoğunlukla irademizden daha güçlüdür. İstemediğimiz şeyleri söyler, yaparız ve ardından da pişman oluruz. Kendimize ve başkalarına acı çektiririz. Bir daha yapmayacağımıza yemin edebiliriz, ama tekrar yaparız. Neden? Çünkü alışkanlık enerjimiz (vashana) bizi iter.”

Vashana Sanskritçe herhalde. Bilhassa yazdım. Bu enerjiye bir ad koymak, kendimizden ayrı bir varlığı olduğunu görmemize, bu enerjiyle özdeşleşmememize yardımcı olur belki.

Peki ne yapacağız:

İlk iş, baktık ki, atın üzerinde koşturuyoruz. Soralım: “Bir dakika burada ne oluyor?”

Kaybolduğumuzu (ne yaptığımızı fark etmediğimizi, otomatik olarak yaşadığımızı) fark ettiğimizde daha önce belirlediğimiz bir işarete odaklanalım. Bu; nefes alıp verme olabilir, karnımızın hareketi olabilir- nefes alıp vermeyle yükselen inen. Ellere, ayaklara, ayak tabanlarına odaklanma olabilir. “Ayaklarım şu an ne durumda? Sıcak mı, serin mi? Gevşek mi, gergin mi? Dokunma hissini nasıl yaşıyorum?” ya da “Nasıl nefes alıyorum? Kesik kesik mi, derin mi?” Kendimiz için anda olmanın başlangıç noktası kılalım bu işareti. Kısa bir süre de olsa, bunu gözlemleyelim. Bu gözlemleme koşturan atı durduracak, bilinçsizce giden tekere çomak sokacaktır. Gün içinde ara ara 30 saniye bile bu tür farkındalık, yaşam kalitemizi bir süre sonra ciddi şekilde artırabilir. Çeşitli deneyimlerle sabit :)

Duramıyorsak, duramadığımızı fark edelim. “Aaa, duramıyorum” Thich Nhat Hahn’ın bir süre uyguladığım ve yararını gördüğüm bir önerisi var: “Merhaba alışkanlık enerjisi, senin orada olduğunu biliyorum. Sen duramama alışkanlığısın, seni tanıyorum.” diyoruz. Bunu nefes alırken, söylüyoruz. Nefes verirken de, “Duramamama (ya da alışkanlık enerjisine, duramama enerjisine) gülümsüyorum.” diyoruz ve fiziksel olarak da gülümsüyoruz. Thich Nhat Hahn diyor ki, “Eğer sadece ona gülümsersek, gücünün büyük bir kısmını kaybeder. Farkındalık; alışkanlık enerjimizi tanımamızı sağlayan ve onun bize hakim olmasını önleyen enerjidir.”

Şahsen üzerimde hüküm süren enerjileri yakından tanımayı da seviyorum. Uygun bir ortamdaysak, 5 dakika olsun yatalım. Hiç kıpırdamadan duralım, ortaya çıkanları (duygular, bedensel hisler, düşünceler) izleyelim. Düşüncelerin içinde kaybolmayalım, düşündüğümüzü bilelim, yine dikkatimizi bedenimize getirelim. Bana ne oluyor? Şu an ne oluyor?

Hatta belki bu enerjiye ilişkin yazabiliriz de. Sanki karşılıklı konuşur gibi. Bu enerjinin aslında hangi ihtiyacımızı karşılamak için bir strateji olduğunu görmeye çalışabiliriz. Elbette talihsiz bir strateji, çünkü ihtiyacımızı karşılayamadığımız gibi, çeşitli zararlara da sebep olmaktayız. Ortaya çıkan ihtiyaçları karşılamanın başka hangi yolları olabilir, bunlara bakabiliriz.

Ve de küçük inzivalarla kendimize durmayı öğretebiliriz. “Şu kadar süre boyunca, gün içinde durmaya, alışkanlık enerjisini fark etmeye, bu enerjiyi yakından tanımaya ve özgür seçimimle yaşamaya niyet ediyorum. Bunu gerçekleştirmek için, bana yardımcı olması için şu adımları (her sabah niyeti okumak, outlooka, cep telefonuna hatırlatıcı koymak, akşam değerlendirme yazısı yazmak, arkadaşlarla her gün bu konuyu konuşmak, yazmak gibi) atmak istiyorum.”

Hangi kitapta okumuştum şimdi hatırlayamıyorum ama çok beğenmiştim: merdiveni tırmanmak için çok çaba harcıyor olabiliriz ancak merdiveni doğru yere dayamadıysak, tepeye çıktığımızda çok hayal kırıklığına uğrayabiliriz. Her an bakmakta yarar var, merdiveni doğru yere mi dayadım? Bu at beni nereye götürüyor?

Özgürlük için durmak ilk adım…

2 yorum:

  1. Bu yazının sonunda düşündüm.
    Kendinizi mi yazdınız yoksa beni tanıyormusunuz?
    Yoksa yoksa tüm insanlar mı böyle? o zaman niye ben kendi kendime kızıyorum diye düşündürdünüz beni.
    Sağlam bir yazı
    Sevgiler,

    YanıtlaSil
  2. Merhaba
    Kendimize kızıyoruz, çünkü belki daha harika bir yaşam hayal ediyoruz.
    Gerçek ihtiyaçlarımızı fark ettiğimiz, bu ihtiyaçları gerçekten karşılayabilecek şeyleri yaptığımız, hem kendimizle, hem çevremizle derinden bağlantıda olduğumuz bir yaşam hayal ediyoruz belki ve kızgınlık bu özlemi hatırlatıyor bize, bu kızgınlık belki ruhumuzun bize çağrısı... Kimbilir :)))
    Sevgiler

    YanıtlaSil