3 Ocak 2008 Perşembe

Burma Nerede Acaba? (1)

Farkındalığımı geliştirme heyecanı içimi iyice sarmıştı. Heyecanlı, sürükleyici bir film seyreder gibiydim. Kendi yaşamımın, zihnimin filmini, belgeselini izliyordum. Daha yoğun bir izleme için, bu kez Burma’daki bir sinemaya gidip, 3 aylık bir inziva yapmaya karar verdim. Buna karar verdiğimde Burma’nın nerede olduğunu bilmiyordum. Atlası açtım, Bangladeş ile Tayland arasında bir ülkeymiş. Annemle babamın nesli bu ülkeyi Birmanya olarak biliyor, cunta rejimi de ülkenin adını Myanmar olarak değiştirmiş. Bu ülke hakkında hiçbir şey bilmiyorum o zaman. Kulaklarımı kabartınca, ülkenin 1962 yılından beri bir cunta tarafından yönetildiğini, hatta ülkesindeki insanların haklarını savunduğu için Aung San Suu Kyi’nin yıllardır ev hapsinde olduğunu ve 1991 yılında Nobel Barış Ödülü aldığını öğreniyorum. Her an da halk isyanı olabilir deniyor. Bu satırları yazdığım sırada (2007 Kasım) bu isyan yıllardan sonra çıktı ve şu sıralar oradaki halkın acılarına farklı acılar da eklendi.

Bunları duymama rağmen kafama koydum bir kere, Burma’ya gideceğim. Yakın çevreme bu cunta ve isyan ihtimallerinden hiç söz etmiyorum. Vipassana uygulamasının içinde çeşitli okullar var: Goenka, Mahasi gibi. Bu isimler uygulamaları ortaya koymuş kişilerin isimleri. Benim o ana kadar takip ettiğim okul Mahasi okulu. Uygulamaya ilişkin bir kuşkum yok, o yüzden diğer okulları ya da uygulamaları merak etmiyorum. Burma’ya gitme sebeplerimden en büyüğü de Mahasi uygulamasının anavatanı olarak Burma’nın gösterilmesi.

Türkiye’de büyük elçilik arıyorum, yok tabii. Sonunda Burma vizesinin Tayland’dan alınabileceğini öğreniyorum. Demek önce Tayland’a gitmem lazım.

Burma’da bir inziva merkezini gözüme kestirdim. Bu seçimi nasıl yaptığımı şimdi hatırlayamıyorum ama bu merkez ile yazışıyorum. Mektupların ulaşması iki üç ay alıyor, neyse sonunda merkezde inziva yapacağıma ilişkin bir yazıyı almayı başarıyorum. Bu yazının Tayland’da vize almak için gerekeceği söylendi.

4 Kasım 2000’de Tayland’a yola çıktım. Bu inzivaya hazırlanırken, 3 aylık bir inziva gözümde büyüdü, gözüm korktu. 2.5 ay kalmaya karar verdim.

Tayland’a gidiş kolaydı. Yanlış hatırlamıyorsam, 15 güne kadar kalışlarda Tayland için vize almaya gerek de yoktu. Ucuz bir otele yerleştim. Yemek işi de çok basit, her yer yemek yapan yerlerle dolu ve benim ağız tadıma uygun yiyecekleri tanımakta da zorlanmadım. Bir de sokaklar meyve ve meyve suyu satan yerlerle dolu. Beslenmekte zorluk yok yani. Tayland’a vardığımda ilk işim vizeye başvurmak oldu. İngiltere’deki Gaia House’ta Raymond bana gerekli bilgileri vermişti, hatta konsolosluğun yerini de tarif etmişti. Kolaylıkla buldum. Ama bana meditasyon vizesi vermediler merkezden aldığım mektubuma rağmen. Kızdım, hayalkırıklığına uğradım. Vizeyi hazırlamaları birkaç gün alacakmış, Tayland’da kalmam lazım yani bir süre. Canım sıkıldı. Zaten Bangkok’un hızlı şehir hayatı, karmaşası bunalttı beni. Etrafta bir başka merkez bakındım hem kalabileceğim, hem de vipassana uygulaması yapacağım. Başka bir hevesim yok o sıralar, orayı burayı göreyim niyetim yok. İşim gücüm farkındalık. Bir mıknatıs beni tüm gücüyle çekiyor gibi, başka hiçbir yöne bakamıyorum. O kadar önemli bir yeri var yaşamımda, merkezde duruyor.

Yine de birkaç tapınak gezdim. Biri şöyleymiş: “Şimdi bir tapınağın avlusundayım. Avlu kare biçiminde, ana binanın çevresinde yüksek tavanlı koridorlar var. Tavanlar altın renkli ve aynalı işlemelerle dolu. Kahverengi bir zemin var. Koridorun iç kısmı boydan boya Buda heykelleriyle dolu. Kimi Buda oturuyor, kimi ayakta, ellerinin duruşu farklı. Elbet anlamları var ama ben bilmiyorum. Koridorun üzeri Osmanlı kiremitlerine benzer kiremitlerle örtülmüş. Ana bina mermerden yapılmış, kırmızı ve altın rengi hakim. Altın süslemeler güneşte yanıyor gibi parıldıyor. İnsana güven ve coşku veriyor. Bu zengin renk cümbüşünü insan soluk alırken içine çekmek istiyor. Kendimi derin soluk alırken buluyorum.”

Neyse buldum bir merkez: Wat Mahathat. Önce gidip, ne yapıyorlar bir baktım. Gelenlere vipassana tekniğini anlatıyorlar ancak yöntemleri biraz farklı, sanki şarkı söyler gibi etiketlemeleri yapıyorlar. Bir komiğime gitti, ama her türlü koşulda uygulama yapabilecek kadar temelim olduğunu hissettiğim için, aldırmadım, orada kalmaya karar verdim. Bir kız daha var kalan. Penceresiz, ışıksız, havasız, dolayısıyla çok sıcak bir odada kalıyoruz. Gündüzleri de uygulama yapıyoruz. Burada herkes et yiyor, bir et yemeyen benim. Kendimi biraz rahatsız hissediyorum ama çözüm bulamıyorum. Bir hoca bana kendi elleriyle yemek pişiriyor –ki bu hiç olan bir şey değilmiş sonradan öğrendim. Belki de ilkelerini bir yana koyup, uygulamamı desteklemek istedi, bilmiyorum. Öyle ya da böyle, ona da bu yaşam yolunda destek verenler çok olsun.

Uygulamaya ilişkin yaşadıklarımı bir hoca ile paylaşıyorum. Ama uygun bir rehberlik aldığımdan şüphem çok, yine de iyi niyeti beni derinden etkiliyor. Orada bir rüya görüyorum, şimdi bile netlikle aklımda ve pek çok şekilde desteklendiğimi hissediyorum. O zaman tam anlayamamıştım sanırım ama sonraları desteği daha çok fark eder oldum.

Vizeyi verecekleri gün bu kısa inzivadan çıktım. Vizemi aldım. Sokakta gördüğüm bir seyahat acentesinden de ucuza bir uçak bileti aldım Burma için. Kolaylıkla aktı her şey ve Yangon’a uçtum. Yangon Burma’nın başşehri. Ben Burma diye yazıyorum ama bu, daha önce de yazdım ya, cuntadan önceki ismi. Şimdiki adı Myanmar. Politik sorunlar olduğunu bildiğim için, biraz huzursuzum. Havaalanında ülkeye giriş için yetkililerin yanına gittim ki, kadıncağızın yüzünde beyaz bir tabaka. Üzüldüm, herhalde cildinde bir sorun var diye düşündüm. Yanaklarına beyaz krem gibi bir şey sürmüş. Neyse ben kadıncağızın cilt sorunlarını düşünürken, beni ülkeye aldılar. Üzerimde dolar var, öyle tembihlediler zira. Ancak bildirdiğimden daha yüksek bir miktar, korkuyorum üstümü arayacaklar diye. Neyse bir şey olmadı. Güneşli bir şehre çıktım. Yolda pek çok insanın yüzünde o beyaz tabaka. Hiçbir anlam veremedim. Ya salgın, ya bu ülkede böyle bir süs püs hadisesi var. Ancak kadın erkek herkeste olan bir şey. Sonradan öğrendiğime göre, güneş o kadar yakıcıymış ki, bir ağaçtan elde edilen bu maddeyi yüzlerine sürüyorlarmış korunmak için. Güneşin ne kadar yakıcı olduğunu, götürdüğüm neredeyse bütün giysilerin renginin solmasından kısa sürede anlıyorum kendim de zaten.

Bir gün dinlendim bir otelde. Tuhaf bir his, evde gibiyim. Dünyaya neredeyse kapalı bir ülkede olmama rağmen, içim rahat, evet evde gibiyim.

Ertesi günü merkeze gitmenin yolunu araştırdım, ancak taksiyle gidebilirmişim. Atladım bir taksiye, taksi şu çocukluğumdaki dolmuşların modelinden ve simsiyah, kocaman. Taksi epey gittikten sonra bahçe içinde bir binanın önünde durdu. Parasını öderken, bir Budist rahip geldi yanıma. Tipinden yabancı olduğu belli. Saçı yok ama sarışın biri. Gülerek, ne için geldiğimi sordu. Hikayeyi anlattım. “Seni Hmawbi’ye alalım” dedi. Burası neresi, Hmawbi neresi, bilmiyorum zaten, “Olabilir” dedim. Bu arada çantamı çıkardım bagajdan. Hoca “Bu ne büyük çanta, buradan kutuplara mı seyahat edeceksin” deyip güldü. Tabii içinde tam 3 aylık tuvalet kağıdı, temizlik malzemesi, en inceden kalına kadar giysiler olduğunu ne bilsin. Hindistan’da sütten ağzım yandı, şimdi yoğurdu üfleyerek yiyorum. Zaten burası Hindistan’dan daha da geri bir yere benziyor, hazırlıklarım içimi rahatlatıyor.

Neyse hoca –ki bu hoca şimdi Türkiye’de vipassana inzivaları yürüten Jeff Oliver- beni kendi hocasıyla, yani en büyük hoca :) ile tanıştırmaya götürdü. Orada öyle bir adet var, saygı sunmak gibi. Hem de nerede kalacağıma karar verilecek. O ana kadar takip edebildiğim; bu merkezin iki bölümü olduğu, Yangon’un içindeki bölüm, yani o sırada içinde bulunduğum bölüm ve de Yangon’un dışında kırsal alanda olduğunu tahmin ettiğim Hmawbi bölümü. Büyük hoca –Sayadaw U Janaka (Burma’da saygı ifade etmek için saygın kişilerin isminin önüne sayadaw kelimesini koyuyorlar.)- topluca biri. Bir koltuğa oturmuş, bütün gün gelen gidenin derdini dinliyor, yol gösteriyor anladığım. Önünde eğilmek gerekiyormuş. Benimle odaya girenler ne yaptılarsa yaptım ama içim içimi yiyor: “Ne işin var böyle yerlerde, guru mudur nedir, senin gurularla ne işin var, bilmediğin etmediğin yerlere geliyorsun, vır vır vır”. Avusturalyalı hoca uzun uzun anlatıyor, “Meditasyona gelmiş” diyor, “şöyle yapalım, böyle yapalım”. Sanki başka biri hakkında konuşuluyor, hiç ilgilenmiyorum. Dur bakalım ne olacak havasındayım ve de kendimi yemekle meşgulum o sıra. Bilmem size de olur mu, yeni bir ortama girdiğimde bazen, o ortama henüz adapte olamamışken, kendimi yer dururum, “Niye buradayım, ne işim var, kalkıp gideyim”. Ancak bu kez iş biraz çetrefilli. Ta Türkiye’den Burma’ya geldim. Evdeki tüm ahaliye de Burma’da 3 ay kalacağımı söylemişim. Şimdi dönüp de ne diyeyim. Tüm bunlar şu büyük hocanın önünde eğilme hikayesinden çıkanlar- hatırlatayım.

Avusturalyalı hoca meğer 3 ay için Hmawbi’de hocalık yapmaya gelmiş. O gün ‘tesadüfen’ ana merkeze gelmiş ve ‘tesadüfen’ tam beni getiren taksi bahçeye girdiğinde oradan geçiyormuş. Kader ağlarını örüyor yine ama o zamanlar farkında değilim. O karşılaşma bugün Türkiye’de pek çok insanın hayatını etkilemekte.

Sayadaw u Janaka Hmawbi’ye gitmeme “izin” verdi, o gece orada kaldım.

Bu arada bir ayrıntı daha var. Bu merkezde kıyafet zorunluluğu varmış. Zaten hocanın önünde eğilmek beni iyice gerdi, şimdi de kıyafet. Uzun kahverengi etek, üzerine beyaz buluz giyecekmişiz, bir de uzun kahverengi bir kumaşı omzumuzdan çapraz geçirecekmişiz. Var ya, kendimi yedim yedim bitirdim. Hindistan’daki özgür düşünceli hoca nerede, burası nerede!

Nereden bulacağım bu kıyafetleri! Tam o sırada Thet Thet belirdi. Ufak tefek, güzel yüzlü bir Burmalı. “Hiç dert etme” dedi bana, “hallederiz”. Halletti de, hemencecik. Kahverengi bir kumaş aldık, eteği hemen diktirdi. Beyaz buluz da bulduk. Nasıl yardımcı, nasıl şefkatli. İçim bir iyi hissetti. Sakinliği, desteği gevşememi sağladı.

Beni Svedagon Pagoda’ya götürdü. Oranın en büyük tapınağı. Altından yapılmış. Müthiş bir ihtişam.

Burmalı Budistlerin değişik ritüelleri var. Bu yazının konusunun dışında ama birkaç yerel unsur da paylaşayım istiyorum. Bir kere astrolojiye çok inanıyorlarmış. Hatta çocuklar doğdukları güne göre adlandırılıyorlarmış. O yüzden de herkes birbirinin hangi günde doğduğunu biliyor. O günlerde pagodalardaki kendi günlerinin bölümlerine gidip, oradaki Buda heykelinin üzerine yaşlarından bir fazla kap kadar su döküyorlarmış temizlenmek, arınmak, huzur bulmak için. Her günün bir anlamı var, mesela Pazar ün ve zafer, Perşembe bilgelik, Çarşamba kral, Cuma düşmanlık gibi anlamlara sahipmiş. Hımmm. Pagodanın içi çan sesi dolu. Meğer çan çalmak bir çeşit dua imiş. Çanın sesini duyan herkesle sevabını paylaşma dileğiyle çan çalınıyormuş. Biraz tuhaf bir ritüel ama manası güzelmiş. Sevabını paylaşmak, ilginç ve çok da hoş.

Bu ülkede kadınların çoğunun saçları bellerine kadar, simsiyah, çok sağlıklı görünüyor. Kadın erkek herkes uzun etek giyiyor. Minicik çocuklar bile. İlginç görüntüler. Burmalılar saçlarını pazartesi, Cuma ve de doğdukları günde kesmiyorlar ve yıkamıyorlarmış. Şu insanlık ne ilginç, ne inançlar, uygulamalar var. Her yöre başka başka. Kocaman olmuş gözlerim ve kulaklarımla gördüklerimi, duyduklarımı izliyorum.

Thet Thet bana saatlerini ayırdı, gezdirdi, giydirdi, anlattı, paylaştı. Teşekkürler ettim, ne yapacağımı bilemedim. Hatta bana bazı şeylerin parasını ödetmedi. “Bu da benim sevabım olsun” dedi. Mahcup kaldım. Sonra Thet Thet ile bağlantımız hiç kesilmedi- şu son olaylara kadar. Yazıştık hep. Kardeş gibi sevdiğim biri, dünyanın bir ucunda. Şimdi ne halde bilmiyorum, endişe içimde bulut bulut geziyor. (Bu yazıyı yazdıktan sonra Thet Thet’ten kısacık bir mesaj geldi, iyiymiş, dualarımın onu koruduğuna inandığını yazmış. Gözlerimde birkaç damla yaş… )

Devamı var...

9 yorum:

  1. Paylaşım için teşekkürler, bende Hindistan ve Burma'ya gitmeyi düşünüyorum ama bir türlü harekete geçemedim :(

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Olur da bu mesajı okursanız, tam şimdi küçücük de olsa bir adım atmaya ne dersiniz? Yolculuğa hazırlık süreci bile bizleri değiştiriyor, şekillendiriyor. Tam şimdi yapabileceğiniz nasıl bir hazırlık adımı olabilir? Sevgiler...

      Sil
  2. Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.

      Sil
  3. Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  4. Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  5. Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet, bende Arakan da muslumanlar hakkinda arastirirken bu yaziyi okumak zorunda kaldim. Herkes bir turlu davranir, doårusuna Allah karar verir

      Sil
  6. Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.

    YanıtlaSil