14 Ocak 2008 Pazartesi

Boş bir evde sessizlik...

14 Ekim 2001

Burma’dan döneli 6 ay kadar oldu. Her şey değişiyor diyoruz ama İstanbul’daki çevrem benimle aynı hızda değişmemiş gibi geliyor bana. Sanki bulyaptaki parçam değişti, şimdi eskiden uyduğum yere uyamıyormuşum gibi. Hafif bir kaybolmuşluk da var. Önümde bembeyaz bir sayfa ne çizmek istersem, çizebilirmişim gibi. Ama ne çizeceğimi bilemiyorum bir türlü.

Doğumgünümden önce kendi kendime bir sessizlik yapmaya karar verdim. Babam bu sessizliklerin bana yarar mı, zarar mı verdiğini kestiremiyor, hafiften dalgasını geçiyor. Halimde bir değişiklik var ancak anne babaların listesindeki kariyer, eş, ev, araba, gelecek güvencesi maddelerinin yanına tamam işareti koyamadığım için, onlar nezdinde ruh alemimde olanlar sayılmıyor. Anneannem de halimden endişeli. Hindistan’da, Burma’da ne yaptığımı anlamıyor ama bir işe dönüşeceğini ümit ediyor, “e, ne olacak şimdi?” diyor. Bir gün eskilerden oradan buradan konuşuyoruz. Halasının belli zamanlarda evin bir bölümüne bir perde çektiğini ve günlerce kimseyle konuşmadığını söyledi söz arasında. Ve bu söylediği zaman en az 70 yıl önce. Nasıl sevindim, “Anneanne işte ben de ona benzer bir şey yapıyorum” dedim. Anneannem, “Aman kimseler duymasın” dedi. Halası için biraz aklını sıyırmış diye mi düşünüyorlardı acaba o zaman, kimbilir, ama anneannemin endişesi biraz arttı :) Aileden pek destek yok ama pek köstek de yok, iyi.

Bu zamana kadar uzun inzivalar yaptığım için, gizliden gizliye kendimden beklentim var, görüyorum. Her ne kadar vipassana’nın olanı olduğu gibi görmek olduğunu bilsem de, bakıyorum kızdığım zaman huzursuzlanıyorum, üzüldüğüm zaman şaşırıyorum. Ne ilginç değil mi! Üstüne üstlük tabii bunca yoğun izlemenin sonunda, konsantrasyonum artmış, günlük yaşam içinde zihnimi müthiş izliyorum. Niyetleri, duyguları, düşünceleri pat pat görüyorum. Gördükçe, aman diyorum, bu ne! Nereye gitti bu inzivalar. Oysa derinden biliyorum ki, bu durum çok iyi bir şey, gittikçe olanları daha netlikle görüyorum, farkındalığım artıyor. Ancak yürümeye devam etmem gerek, yılmadan, gördüklerime kapılmadan. Önümdeki beyaz sayfaya da nasıl bir resim yapacağımı iyi tespit etmem gerektiğini hissediyorum.

İşte bu duygular ve düşüncelerle kendi kendime bir inziva yapmaya karar verdim. Tam o sırada kardeşim bir ev tuttu. Bahçe katı. Minicik bir yer. Tek oda, mutfak, banyo. Boya yapıldı, temizlik yapıldı. Daha taşınmasına zaman var. Bir haftalığına bu evde inziva yapayım dedim. Bir yatak taşıdık. Başka hiçbir eşya yok. Ocak, buzdolabı falan yok. Beden temizliklerine oldum olası ilgim var, sadece meyve-sebze suyu ya da yalnızca su içtiğim oruçlar yapmışlığım var. Evin bu koşullarında bari detoks yapayım, dedim. Şimdi bunları yazarken, yine içim şefkat dolu kahkahalarla doluyor. Taneyle ceviz, badem, fındık, hurma, kayısı, incir aldım. Sabah kahvaltısı ve öğle yemeği için gün gün bunları böldüm. Limon ve bal görüyorum şimdi günlüğüme baktığımda, menüde başka neler var hatırlamıyorum. Bu kadar da olabilir. Protein ve B12 vitamini içerdiğini bildiğim spirulina yosunu da var. Bol da su tabii.

İlk akşam günlüğüme yazdıklarım tipik bir tepki. Hakikaten buna otomatik tepki diyeceğim, zira her sefer aynı: “Kendimi niye bu cenderelerin içine sokuyorum? Deli miyim neyim?” :) İlk anda zora gelince, bir isyan ediyorum, sonra “Ah ne iyi etmişim” diye seviniyor, şükürler ediyorum.

Ancak bu kez şartlar herhalde yaşadığım en zoru. Zira ev boya kokuyor. Yiyecek çok kısıtlı. Dışarı hiç çıkmıyorum. Ancak en zorunu ilk gece keşfediyorum: evde ömrümde gördüğüm, göreceğimden de fazla hamam böceği yaşıyor. Şimdi yazarken, emin olamadım karafatma mı yoksa o böceklerin adı. Şu harika parlaklıkta siyah kabukları olan irili ufaklı böcekten söz ediyorum. Gece çıktıkları için, önceden bilemedim tabii buranın onların evi olduğunu. Ben misafir gelmişim gibi hissediyorum. Nereye gitsem böcek. Dün gece bu inzivayı hatırladığımda, sonuna kadar o şartlarda bu çalışmayı sürdürdüğüme şaşırdım. Koşullar yüzünden çalışmayı bırakmak aklıma hiç gelmedi sanırım. Neyse gündüz rahattım zaten. Gece de temizlikten orada kalan süpürge, faraş ve leğen işi kurtardı. Böcekleri öldürmek istemediğim için, onları faraşa toplayıp, leğene koyuyordum. Leğenin kenarlarından yukarı çıkamıyorlardı. Sonra gidip onları bahçeye atıyordum. Gecenin büyük bir kısmı böyle geçiyordu. Yüzlerce böcek taşıdım böyle. Aslında geceleri uzun uzun uyumamam için müthiş etkili bir yardımcı oldu :)

Oturma ve yürüme çalışmalarını düzenli bir şekilde yaptığımı hiç sanmıyorum. Ancak sessizlik bana müthiş iyi geliyor. Günlüğüme: “Sürekli geçmişte yaptığım yanlışlar zihnime geliyor. Kendime çok kızdığımı görüyorum.” diye yazmışım. Şimdi böyle bir inziva yapacak olsam, tam o sırada “peki buradan ne ders aldım?” diye sorardım, neyi farklı yapıyorum ya da yapabilirim diye sorardım. Ve bu dersleri yazardım. Günlük yaşama çıktığımda da bunları uygulayıp, sonuçlarına bakardım. Vipassana inzivasında önerilen bir yöntem değil elbette, ancak bu yaptığım da tam bir vipassana inzivası değil zaten.

Bu sessizlikte “başarı-başarısızlık” konusuna bakmışım. Başarısız oldum diye küsüp oturacağıma, kendime sorabileceğim soruları yazmışım, soruları beğendim, sizinle de paylaşayım. Şöyle yazmışım:
“Bir tek şeye bakarak, tüm faaliyeti değerlendirmek doğru değil. Bir işte başarılı olunan bölümler var, olunmayanlar var. Olunmayanların nedenlerine bakılır, düzeltilebilecekler, düzeltilir:
Bir işe daha başlamadan, önceden elde edebileceğim bilgi/beceri var mı? diye sorabilirim.
Bunu öğrenecek zamanım var mı?
Bunu öğretecek kimse/kitap/kurs vs var mı?
Bunu öğrenecek param/malzemem var mı?
Bunu gerçekten öğrenmek istiyor muyum?
İstemiyorsam, bu işi eldeki beceri/bilgi/yetenekle yapmak ne gibi eksikliklere yol açabilir?
Bu eksikler başkaları tarafından tamamlanabilir mi? Mesela kimler?
Eksikler çok önemliyse, bu işi tümden benden başka kim yapabilir?

Çok basit, basiretli bir insanın zaten yürüyeceği yol gibi görünüyor ama bazen hevesimiz kırılınca, bu soruları sorup, yola devam etmeyi unutuyoruz gibi.

Yine günlükten basit birkaç cümle:
Peki insan kendi seyrini, içinden geleni nasıl bilecek?
Coşkudan. Hem hazırlıkta, hem yaparken, hem sonrasındaki coşkudan, içe sinmeden, neşeden, tortu kalmamasından, geçip gitmesinden, yumuşaklığından, akış hissinden.
Peki bu içten gelene nasıl ulaşacağım?
Sor. Canım ne yapmak istiyor? Gelen fikirden sonra, ya beceremezsem, sonra yapayım, çok üşendim, şimdi param yok, aracım yok vs. geliyorsa, AYIKLA ve yola devam et. Önceleri biraz enerji vermek gerekebilir ancak bu enerji sonradan fazlasıyla geri döner.”

Kendime hazırladığım yemek menüsü için:
“İtiraf etmeliyim ki çok iyi bir fikir değildi. 12:00den sonra yemek yememekle ilgili bir sorun yaşamıyorum. Ancak yediklerim çok az ve yemek değil. Biraz aşırıya kaçmış gibiyim. Yosun tableti çok iyi oldu, öyle hissediyorum. Ancak artık bedenim daha fazla yemek istiyor. Başım ağrıyor ve çok isteksizim. Genel bir sıkkınlık, bıkkınlık halim var. Bu beslenme düzeni 3 gün için ideal ama sonrasında farklılaştırmak gerek. Aslında bedeni toksinlerden arındırmak ile farkındalık çalışması zorunluluktan bir araya geldi ama daha makul olmak iyi olurmuş.”
Daha önceki oruç zamanlarında, bedenin toksinlerden arınması dönemlerinde araştırmıştım, ilk birkaç gün toksinler sökülüp kana karıştığında geçici bir zehirlenme yaşanıyormuş. Bu da baş ağrısı, huzursuzluk, bedende kırıklık, halsizlik, isteksizlik şeklinde görünüyor. Bol su içilip, kan temizliğinde, birkaç gün sonra zihin müthiş bir berraklığa ulaştığı gibi, duyular, algılar keskinleşiyor, zihin dinginleşiyor, enerji artıyor. O ilk dönemde dişi sıkmak lazım yani. Gerçi benim bünyemde biraz farklı işler bu süreç, ilk 3 gün enerjik ve iyiyimdir genellikle, 4. gün zorlanırım. Bu kez de öyle olmuş.
Ancak bedeni iyi tanımak lazım. İnsanın gizli şekeri olabilir, başka bir hastalığı olabilir, bedeni temizliyorum diye telef olmanın alemi de yok tabii… :)

Yine günlükten:
“Karafatmalar aslında normal birer varlık ama ışıktan, aydınlıktan nasıl ölesiye korkuyorlar. Tüm yaşamları karanlık içinde geçiyor. Dün gece öyle üzüldüm ki hallerine. Bir kırıcık gölge buldular mı, sığınıveriyorlar ve kimse beni görmez inşallah diye dua ediyorlar gibi. Karafatmaların kalbi olur mu acaba, varsa küt küt ediyordur kesin. Saklandıklarını sanıyorlar ama gölge onları saklamıyor ki, açıktalar hala. Kendileri saklandım sanıyorlar.
İçimi fazla burkmak istemiyorum ama benim içimde de bazı özellikler karafatmalar gibi sanki. Gölge yanlar aydınlıktan korkuyor. Sanki gölgede kalınca, saklanmış oluyorlar gibi ama aynı karafatmalar gibi yalnızca kendileri saklandık sanıyorlar, oysa ortadalar. Farkındalık bu gölge yanlara ışık tutuyor ve artık gölge kalmıyor. Bu farkındalık ne önemli şey.”

Bu da böyle değişik bir inziva… 1 hafta. Sessizlik içinde. Az yiyecekle. Az uykulu. Bol oturmalı. Az yürüyüşlü. Biraz da yaşamı gözden geçirmeye, değerlendirmeye fırsat verilmiş. Gölge ve aydınlık birlikte kucaklanmış

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder