23 Ocak 2008 Çarşamba

Gaia House- Affetme Üzerine- 2005

18 Mart 2005

Hala Gaia House’tayım :) 4 günlük çalışma inzivasından sonra birkaç gün sessizlik içinde yalnızca oturma ve yürüme çalışması yaptım. Geri kalan zamanlarda da kütüphanede kasetlerden hocaların konuşmalarından bazılarını dinledim. Öyle çok konuşma var ki, bir duvar dolusu. Bazı dinlediğim konuşmaları farkındalık yazıları altında yazdım burada zaten. Birkaç da konuşmanın kasedini satın almışım. Dinleyip, size aktarırım belki zaman içinde. Acaba hala alınabiliyor mu bu konuşmalar, Gaia House’un sitesine bakmalı (
www.gaiahouse.co.uk ) . En azından içinizden ilgilenen varsa, aklınızda olsun. Belki bizimle de paylaşan olur :)

Bunu yazdım ama meraklıyım ya, gidip kendim baktım. “Recorded Talks” diye bir başlık altında çeşitli hocaların konuşmaları var. Çok değil ama yine de konular güzel. Hayalkırıklığının bilgeliği, sabır, alışkanlıkları kırma gibi konularda konuşmalar var. Ayrıca ölüm, affetme, dinleme üzerine de yönlendirilmiş (guided) meditasyonlar var. Üstelik de MP3 olarak alınırsa, bir konuşma 5 YTL gibi bir fiyata geliyor ki, bana makul geldi, postasıyla falan.

Parantezi kapatalım… :)

Gaia House’ta bir programa daha katılıyorum: Bağışlamaya Doğru (Towards Forgiveness). Hocası Bhante Bodhidhamma. O da sonradan Satipanya Merkezinin idarecisi oldu. (
www.satipanya.org.uk) Hızlı konuşan, ama zeki ve komik bir adam. Psikolojik danışmanmış önceden, insan ruhundan farklı bir yönden de anlıyor yani. Konuşmalarında epey eğleniyor diye düşünmüştüm o zaman, ben de dinlerken içimde kıkırdama sesleri duyuyordum… Herhalde yaptığım alemlikleri hocanın ağzından duyunca, komik geliyordu, ciddiyet yerini bir hafifliğe bırakıyordu… Hani şu “ne şaşkınım ya” hali var ya, o…

Bhante Bodhidhamma bütün çalışmayı şu cümle üzerine kurdu: “Kendi terapistiniz olun.”

Sonra biraz teorik temel oluşturması için, zihnin nasıl çalıştığını anlattı. Ardından da uygulama yaptık neredeyse iki tam gün… Çok güzel ve etkiliydi… Hatta oradan dönüşte, biz de farkındalık grubunda uyguladık, güzel geribildirimler geldi… Hatta Buket bununla ilgili bir yazı yazmıştı, bulursam, onu da koyayım bloga.

Burada daha ziyade teori kısmından birkaç noktayı paylaşmak istiyorum. Vipassana uygulaması bilmeyenler için, uygulama hem havada kalır, hem belki uygun olmaz diye düşündüm zira… Olur da (ki gidişat öyle gibi) vipassana uygulamasını burada paylaşırsam, affetme uygulamasına ilişkin de bir yazı yazarım Bhante Boddhidhamma’nın da çalışmasını içeren.

Bhante Boddhidhamma, “Zihnimiz kılıktan kılığa, halden hale giriyor. Peki bu zihin hallerini nasıl yaratıyoruz?” diye başladı. Zihni bir köpük baloncuğuna benzetelim. Bu baloncuğun dış zarı çok hassastır. Bu zara bir şey dokunduğunda, hemen bir his oluşur ve de bu hisse ilişkin bilinç ortaya çıkar. Dokunma olduğunda baloncuğun içinde dalgalanma oluşur.

Diyelim bir kuş ötüyor. Aslında orada olan hava dalgalarının kulak zarına basınç uygulaması ve zarı aşağı yukarı hareket ettirmesidir. Bir dokunma hali yani. Bu his baloncuğun içinde tercüme edilir ve kuş sesi haline gelir. Hatta kimi zaman içimizde coşku oluşturur, baharı düşünürüz, zihin bir hikaye yaratır. Kuş coşku içinde şarkı söylüyor diye düşünürüz, içimiz pır pır eder. Tabii belki de bir kedi yuvaya yaklaşıyordur, alarm ötüşüdür, bunu bilmeyiz. Aslında olan tam olarak neydi? Kulak zarımızda aşağı yukarı basınç. Gerisini zihnimiz yarattı. Yaşadığımız dünyayı aslında kendimiz yaratıyoruz, elbette madde dünyası hepimiz için aynı. Ancak hepimiz farklı iç dünyalarda yaşıyoruz. Kendi yarattığımız dünyalarda. Bana başım ağrıyor dediğinizde, ne demek istediğinizi anlarım, zira benim de başım ağrıdı daha önce. Ama sizin baş ağrınızı bilemem. Kuşun ötüşünü kendimize göre yorumlarız. Yorumlarımızdan yarattığımız dünyamızda yaşar dururuz.

Aynı şekilde sert bir söz duyduğumuzda, yine aynı mekanizma işliyor. Kulak zarımızda tam tam çalınıyor (hoca böyle demedi tabii ama birden gözümde öyle canlandı). Tabii bir de karşımızdakinin yüz ifadesini görüyoruz. Bunlar dış zara dokunuyor, sonra içeride dalgalanma oluşuyor ve geçmiş koşullanmalarla, deneyimlerle, alışkanlıklarla, hikayelerle renkleniyor, şekilleniyor ve ortaya bir hikaye çıkıyor. Ve kızıyoruz.

Karşımızdaki genellikle bize bir kere bir laf ediyor, diyelim ki “Çok sorumsuzsun, nasıl bu işi yapmadın” diyor. Sonra biz bu sözü zihnimizde bütün gün evirip çevirip tekrarlıyoruz: “Nasıl bana sorumsuz der. Sorumsuz kelimesini ben ona ödetmesini bilirim. Bana sorumsuz demeden önce kendisine baksın. Sorumsuz ha, sorumsuz” Bazen bütün gün yetmiyor, bir hafta boyunca bu kelimeyi tekrarlayıp duruyoruz. Oysa karşımızdaki bir kere söylemişti, biz onlarca, hatta belki yüzlerce kez. Sonunda kocaman bir öfke yaratıyoruz tabii. Ve “günümü mahvetti, bütün keyfim kaçtı” diye karşımızdakine daha da kızıyoruz.“

Bhante Boddhidhamma diyor ki, “Eğer zihnimizdeki huzursuzluğu, acıyı karşımızdakinin yarattığını kabul edersek, bu acıyı durdurmak, ortadan kaldırmak için, yapabileceğimiz tek bir şey olur: bu insanı ortadan kaldırmak. Oysa eğer acıyı yaratanın kendim olduğunu fark edersem, bir çözüm yolu görebilirim.

Yaşamda acı çekmek seçime bağlıdır (suffering is optional). O baloncuğun içindeki dalgalanmanın bir yerlerinde, eski koşullanmalar sebebiyle vereceğim tepki şekillenir. İç tepkiyi kendim yaratırım yani. Burada elbette psikolojik acıdan söz ediyorum. Fiziksel acıda durum farklı.

Eğer içimdeki acıya başka biri neden oldu dersem, çözümsüz kalırım. Ama içimdeki acıyı kendimin yarattığımı fark edersem, o zaman nasıl yarattıysam, öyle de çözerim, eritirim, ortadan kaldırırım.

Psikolojik acım için tüm sorumluluğu üstlenmek, yalnızca bu acıya ilişkin şifalanmama yardımcı olmaz, aynı zamanda başkaları beni hırpalamaya çalıştıklarında da nasıl hırpalanmayacağımı öğretmiş olurum kendime… Kimse bize psikolojik acı veremez. Ve sorumluluğu üzerimize alırsak, içimizdeki tüm acıyı eritebiliriz. (Burada tüm’ün altını birkaç kez çizdi.) Ümit veren bir resim, değil mi?

Biz başkasına acı verdiysek, peki? (Burada bir ekleme yapmak istiyorum. Şiddetsiz İletişim bu konuyu çok güzel anlatır. ‘Neden’- ‘tetikleyen’ ayrımı yapar. Eylemimiz başkasının üzülmesine ‘neden’ olmaz ama onun üzülmesinin tetikleyeni olur. Neden, kendi zihnindeki hikayelerdir. Çünkü üzülüp üzülmemeyi seçebilir.) Belki hareketimiz, sözümüz karşısında karşımızdaki üzülmüş olabilir. Burada “Ne yapalım, kendi zihni hikaye uydurdu, kendi kendini üzdü” deyip de işin içinden sıyrılamayız tabii. Ayaklarımızı yere basalım. Dış dünyada domino etkisiyle bir hareketlilik var. Hepimiz bunun farkındayız. Her hareketimizle, sözümüzle dünyaya bir enerji göndermiş oluyoruz ve bunun sonuçlarını da yaşayacağız elbette. Yani ağzımızdan çıkanın sorumluluğu yine bizde.

He-man’di galiba bir çizgi film kahramanı vardı: “Güç bende artık” diye bağırırdı. Bizim de “Sorumluluk bende artık” diye bağırma zamanımız geldi belki de. Sorumluluğu üstlendiğimizde, hem müthiş bir özgürlük, hem de gelişme, bilinçlenme yolunda rahat ilerleme imkanı oluyor. Kolay mı! Bana göre, değil. Hemen oluyor mu! Deneyimime, gözlememi göre, hayır! En iyi ilk adım ne? Bana göre, nerede sorumluluğu aldığımızı, nerede sorumluluğu üstlenmediğimizi gözlemek hayatımızda. Değiştirmeyi falan boş vermek önce. Sadece gözlemek. Sadece ne oluyor fark etmek.

Bir Bhante Bodhidhamma, bir benim deneyimler saç örgüsü gibi örüyoruz konuyu, umarım karışık olmuyordur.

Bodhidhamma devam ediyor: “Birisine ters bir şey yaptığımızda ya da söylediğimizde, içimizde utanç ya da suçluluk duygusu oluşuyor bazen. Neden? Çünkü kendi gözümüzdeki imajımıza uygun olmayan bir şey yaptığımızı hissediyoruz.” Haydi zihinde bir dalgalanma. Bir de o sözün ya da hareketin sonuçları var, kimbilir domino taşları hangi yöne düşüp, neleri yerinden oynatacak!

Bu halde içinizdeki utanç ya da suçluluk duygusunu fark edin ve yaptığınız hareketin sonucunda bunların ortaya çıktığını, zihninizde dalgalar oluştuğunu da fark edin. Sonra da bu duyguların tamamen kendilerini ifade etmelerine izin verin.” Burada dış dünyaya ifade kast edilmiyor. Zihinde ve bedende tükenene kadar onlarla oturun, onları izleyin, denilmek isteniyor. Bazen küçük çocuklar kendilerini yerden yere atarlar ya, psikologların önerdiği, öyle durun, tepki vermeyindir benim bildiğim. İşte öyle, bu duyguları bırakın, iyice, sonuna kadar yaşansınlar. Zaten her doğan, ölür ilkesi gereği, bir süre sonra bitecektir. “Hepsi bu. Kendi içinizde yarattığınız iç sorun bitmiştir. Bu kadar. Tabii bu demek değil ki, işten atılmayacaksınız ya da arkadaşınız size küsmeyecek. Bunlar sizin kontrolünüzün dışında. Ekilen tohum elbette yeşerecek. Dünyaya bir birim güç koydunuzsa, o bir birim güç bir şeyleri ittirecek. Ama iç dünyanızda zihninizin dingin olmasını siz yaratıyorsunuz.”

Bodhidhamma söz etmemiş ama tabii telafi edilecek, tazmin edilecek bir şey varsa, zihinde bu utanç ve suçluluk duygusu tükendikten sonra, şefkat duygusuyla, karşımızdakinin yaşamına güzel bir şekilde katkıda bulunmak arzusuyla bunları yapmak da iyi olur. Bu kez de farklı bir domino etkisi yaratırız. Yaşam oyun gibi değil mi!

“Bazen utanç duymayın, suçluluk hissetmeyin deniyor. Bir kere bu mümkün değil, bunlar doğal süreçler çünkü. Üstelik de bu duygular çok iyi öğretmenler, rehberler olabilir. Çünkü biliriz ki, bu hareketi yaparsam ya da sözü söylersem, utanç ya da suçluluk duygusu gelecek sonunda ve sonuçlarının da ne olacağını tam olarak bilmiyorum. O sözü söylemekten ya da hareketi yapmaktan vazgeçebilirim. (biraz şiddetsiz iletişim ruhu: Ya da en azından o sözü söylemek istememin altındaki ihtiyaca bakarım, bu ihtiyacı karşılamanın daha uygun yolları var mı, bunu araştırırım.)

“Bazı hallerde birini affedemiyorsam ne olacak? Affedememenin altında ‘affetmeyeceğim!’ hali vardır genellikle. Sanki yumruğumuzu sıkmışız gibi. O zaman o halle kalın, orada durun, o sıkılı yumrukla oturun, onunla durun ta ki o yumruk açılana kadar. Genellikle yumruğun içinde büyük bir acı, belki yas duygusu vardır. O acıyı tutuyoruzdur. Ancak dışarıdan nefret gibi görünür bu hal. Bu acıyı, bu incinmişliği, bu üzüntüyü, bu yas duygusunu kabul etmediğimiz, bu duyguları dolu dolu yaşamak için kendimize izin vermediğimiz sürece, yumruğumuzu açmayız.”

Meditasyonlarda belki yaşamışsınızdır, eğer bedeninizin bir yerinde gerginlik görürseniz, vipassana hocası ‘bunu gevşetmeyin’ der. Sadece o gerginliğe odaklanın, bakın, gözlemleyin. Vipassananın en harika kısmı bu benim için belki de. Mucize gibi kısmı. Öyle bakarken siz, hiçbir kontrol, manipülasyon, değiştirme olmadan, gözünüzün önünde gerginlik açılır ve gevşeme yaşarsınız. Doğal haline döner. Bayılıyorum bu hale, öyle dur bak yalnızca.

Aynı şey duygularımız için de geçerli. Bhante Bodhidhamma’nın yumruk örneğinde de aynı şeyi yapmak mümkün ve işe yarayabilir, kendim yaradığını deneyimledim. Öyle o affedememe haliyle oturun, neyse içinizde olan, öyle onunla oturun, ona bakın, sessizce, bir şeyi değiştirmeye çalışmadan, kaçmaya, yok etmeye, temizlemeye çalışmadan, öylece yanında oturun. Büyük bir ihtimalle bir süre sonra o yumruk açılacaktır. Kendi deneyimimde içimde bir şefkat duygusu oluşuyor bir süre sonra, bedende bir rahatlık... Her şey gözüme çok başka görünebiliyor. Bazı dersler açıklıkla beliriveriyor önümde.

Söz çok. Epey malzeme oldu bugün. Yine de son bir temayı daha paylaşmak istiyorum bu çalışmadan.

İntikam duygusundan söz etti hoca, dedi ki “Amerika’da idamı izlemek mümkün. Tespit edilen o ki, çocukları öldürülen anne babalar, öldürenin idamını izlediklerinde tatmin olmuyorlar. İşkence görsün istiyorlar, idam tekrarlansın istiyorlar. İntikam duygusu böyle bir şey. Çinlilerin güzel bir sözü var: İntikam almak isteyen iki mezar kazmalı. Karşımızdakini ne kadar cezalandırırsak cezalandıralım, tatmin olamıyoruz.”

Kendi yaşamlarımıza bakalım, kızdığımızda karşımızdakinin bizim kadar acı çekmesini istediğimiz oluyor mu? Canını acıtacak sözler söylesek de, bir türlü içimizdeki acı hafiflemiyor değil mi? Belki iç huzurumuz için, cezalandırma isteğimizin haklılığına tutunmayı bırakıp, başka ne yapabiliriz ona bakabiliriz. Çinliler haklı olabilir.
Bizde de anneannemin anlattığı bir hikaye var: Adamın biri kendisine kötülük yapmış bir komşusuna çok kızmış. Kapısına gitmiş, demiş ki “Bana bak, beni daha kızdırma, var ya seni şu kulağından tutar, diyar diyar süründürürüm.” Karşısındaki işi biliyor, demiş ki, “Sen de benimle olduktan sonra”…

Belki de affetmenin ilk adımlarından biri bu tutunmayı bırakmak ve zihni farklı bir oluşuma açmaktır…

Bu konu çok güzel ve bence çok önemli. Yazarken, içim de enerji ve heyecan doldu. Tekrar bu konuda ancak farklı detayları yazmak dileğiyle…

2 yorum:

  1. Merhaba Halecim,

    Yazilarini bitirdigim zamandan bu yana daha yeni yazilar eklemissin, keyifle okudum, kimi yerde sasirdim, kimi yerde uzuldum, daha cok kendime yeni seyler kattim. Bu arada bi sey farkettim bilmem sen farkinda misin? Daha once direge tirmanan hikayedeki adam gibi, uzun yaziyorsun diyenleri fazla mi onemsiyorsun? Burasi senin blogun istedigin kadar kisa ve uzun yazabilirsin, nedense ben su son bi kac yazini okurken aralarda uzun oldu toparliyorum seklindeki aciklamalarina takildim, sen icinden geldigi gibi yaz lutfen...
    ya da YİM diliyle yazarsam son birkac yazinda uzun yaziyorum, uzun oldu toparliyorum gibi kelimeler kullandiginda uzuluyorum, korkuyorum, endiseleniyorum, tedirgin oluyorum, cunku senin araciliginla ogrenme, kendimi gerceklestirme, gelisimime katkida bulunma, arkadaslik, esenlik, huzur, bilgi... ihtiyacimi karsiliyorum, senden ricam yazilarinin uzun oldugunu duydugunda ya da okudugunda kendini kisa yazmak (belki de yazmamak) zorunda hissedip hissetmedigini soyleyebilir misin? Nasil hissettigini bilmeye ihtiyacim var:) Sevgilerimle...

    YanıtlaSil
  2. Gökçecim

    Bu katkını okuduğumda İstanbul dışında ağaçların içinde bir yerde kalıyordum. Sorularını birkaç kere okudum o zaman ve yürüyüşlere çıktım. Ne oluyor içimde baktım. Çok yararlandım. Orada gördüklerimi de yaşama geçirdim. Sonra yaşamın rüzgarına kapıldım. Senin bu içten ve çok yardımcı mesajına ve sorularına bu kadar zaman sonra yazdığım için üzülüyorum.

    Diğer yandan bir kutlamam da var. Senin de yönlendirmenle baktım, "Niye uzun yazdın dediklerinde, tedirgin oluyorum? Hangi ihtiyacım ortaya çıkıyor?" Şunu gördüm: Hem kendimin, hem başkalarının zaman ve enerjilerini verimli kullanmak benim için çok önemli. Uzun yazınca, zaman ve enerji kaybı ihtimali olabilir diye düşünüyormuşum. Senin de yardımınla altta yatan ihtiyacı görünce, yazıları yazarken, pek de gerekmeyen kelimeleri elemeye daha dikkat eder oldum. Yazının kısa ya da uzun olmasına değil, içinin dolu olmasına dikkat etmeye gayret ediyorum şimdi. Böylece o uyarılar, tedirginliğim ve senin aynalığın kendimi geliştirmem için müthiş bir fırsat yarattı. Çok teşekkür ediyorum.

    Bu vesile ile zihnimdeki bazı mesajları duygularla karıştığında iyi algılayamadığımı da fark ettim. Yani 'uzun yazıyorsun' mesajını dışarıdan duyunca, içimdeki bir şey bununla aynı fikirdeydi, ancak içine tedirginlik girince, işler karıştı. Sen ihtiyacımla bağlantımı kurmama yardımcı olunca, tedirginlik eridi, ortaya bir güzellik, gelişme çıktı.

    Tüm bunlar için kalpten teşekkür...

    YanıtlaSil