5 Ocak 2008 Cumartesi

Burma- Hmawbi maceraları (2)

Kasım 2000 Burma inzivası anılarına devam...
Ertesi günü Avusturalyalı hoca (o zamanki adı ile U Dhammarakkhita) ile Hwabi’ye gittim. Beni bir kuti’ye (küçük ev) yerleştirdiler. İki katlı bir binanın alt katında kalıyorum. Bu katta iki oda var, birinde Tayvanlı bir Budist rahibe kalıyor, birinde ben. Bir tuvalet, bir banyo var, bir de tellerle kapatılmış veranda gibi bir yer- çamaşır asmak için herhalde.

Oda gayet geniş. İçinde bir tek yatak var. Yatağın üzerinde bir hasır var ama şilte yok. Uyku tulumu getirmeyi akıl ettim ama şilte getirmek aklıma bile gelmedi. Yatağın üzerinde bir de cibinlik var, iyi. Bazen insanın basireti bağlanıyor, tam 5 hafta o kuru tahta-hasır yatağın üzerinde yattım. Kemiklerim bata bata. Sonradan etrafta ince şilteler gördüm de, gidip sormak aklıma geldi. Ama gördüğünüz gibi kuru tahta üzerinde 5 hafta yattım diye hava atacak bir deneyimim de oldu :) Ne deneyim ama!

Neyse giydik kıyafetleri. Nasıl kızıyorum. Bir kere etek iki metre genişliğinde, abartmıyorum tarzı böyle. Özel bir bağlanma şekli var, katlayıp, beline sokuşturuyorsun. O da öyle duruyor- teoride ve Burmalıların üstünde tabii. Benim belimde ise katiyen durmuyor. Açılıp aşağı düşecek diye ödüm kopuyor. Sonunda izci çantasından farksız çantamı eşeledim ve büyük çengelli iğneler buldum. Kocaman bir düğüm atıp bir de çengelli iğneliyorum. Burmalılar yerlere yatıyorlar bu koca düğüme ama yapacak bir şey yok. Neyse ki sonradan başka bir model keşfedip, o modelden kopçalı bir etek yaptırdım da rahat ettim. O etek hala evde. Hatta geçen sene Burma’ya inzivaya giden Figen’e ödünç verdim, giymiş, rahat etmiş. Gidecek olan varsa, aklında olsun, gelip model alabilir :)

Bu merkezde bin türlü sebeple hocaların önünde eğilmek gerekiyor. Tam bir ego törpüsü. Benim egomun hiç törpülenmeye niyeti yok. Kızgınlıktan ne yapacağını bilemiyor. Fırsat bulduğunda bu uygulamayı sorguluyor, şikâyet ediyor, yapmasam olmaz mı diyor, kimi zaman yapmıyor. Bu eğilme öğretinin önünde saygıyla eğilmek anlamına geliyormuş, yani kişinin önünde eğilinmiyormuş özünde. Bunu aklımda tutmaya çalışıyorum, eğildiğimde “sevginin, güzelliğin önünde eğiliyorum” diyorum.

Hmawbi’deki merkez epey geniş bir arazinin üzerinde kurulmuş. Benim kaldığım gibi, küçük küçük evler, kulübeler, birçok kişinin bir arada kaldığı binalar var. Ağaçlık bir yer. Herkesin bir arada yemek yediği bir yemekhane var. İki de meditasyon salonu. Kadınlar erkekler ayrı meditasyon yapıyor. Haydi yine çıldırıyorum. Nereye geldim, nedir bu, her yer kural, ayrımcılık. Şimdi geriye bakınca bu kadar yaygara neden diyorum, hepsinin olası anlamlarını, yararlarını tahmin edebiliyorum, üstelik bana ne, uygulamanı yap sen değil mi ama o zaman bıraksalar orada devrim yapacağım, öyle hırslanıyorum.

Geniş arazi dedim ya, doğanın içine tek kişinin oturabileceği gibi, yerden yüksek, yani dört direk üzerine oturtulmuş platformlar yapmışlar. Üzerleri kapalı. İsyankar ruhum daha fazla cendereye giremediği için bu platformlardan birini gözüne kestirdi, herkesten uzak, orada meditasyon yapıyorum. Daha doğrusu yapmaya çalışıyorum. Bir kere minder yok, bağdaş kurup oturamadığım için perişanım. Sonunda plastik bir banyo taburesi buldum, onun üzerinde oturuyorum- gözünüzde canlanıyor mu, şimdi hatırlayınca, kahkahalarla gülüyorum, o zaman çok ciddiyim tabii :) Hoca beni platformda banyo taburesinin üzerinde otururken gördü, “ayıpladı”, ama hiç kulak asmadım, Hindistan’daki hocamın rehberliği hala kulaklarımda, “nasıl oturduğun değil, önemli olan farkındalığın”.

Doğada meditasyon yapmak ne harika gibi görünüyor değil mi? Bana hiç öyle gelmedi. Tam oturuyorum, gözümü kapatıyorum, karnımın hareketlerini izlemeye başlıyorum. Hışır hışır. Aldırmıyorum, duyduğumu fark ediyorum, zihnimden geçenleri fark ediyorum. Hışır hışır. Hışır. Daha da hışır. Hışır yaklaşıyor. Bu hışır ancak büyük bir hayvandan gelebilir. Haydi, gözlerimi açıyorum, hızla arkama bakıyorum. Orada kocaman kertenkele tipli hayvanlar var, o. Belki zararlı değildir (ki sonradan öğrendim değilmiş) ama ben hareketsiz öylece durduğum için, olur da beni ağaç zanneder de üstüme gelirse diye endişe içindeyim :) Hızlı hareketim sebebiyle zaten korkup kaçıyor. Yine dönüyorum, nefesime odaklanıyorum önce, çok güzel, tek tek olanları izliyorum, harika gidiyor. Hışır hışır. Gerisini yazmayayım. Dönüşte bu sahneleri anneme anlattığımda gözlerinden yaş gelene kadar güldü, bunları yazarken de içim kahkaha içinde, çok komik hakikaten. Yaşamdaki tepkilerimiz daha mı farklı sanki. Çoğu olayda işte böylesine komiğiz şehrin ortasında da…

Tabii tecrübesizlik. Sonradan benden başka herkesin bu platformlarda cibinlikle oturduğunu gördüm. Gittim hemen ben de bir tane aldım. Zaten sivrisinek ısıracak diye de aklım gidiyor. Sıtma falan. İlk Hindistan’a gidişimde aşılar olmuştum, sıtma hapı kullanmıştım. Ama sonra gerek duymadım. Yine de aklımın bir köşesinde endişe varmış meğer. Ama bu da başka bir tecrübesizlik, hiç sıtma hikayesi duymadım onca zaman içinde.

Bu yazdıklarım fark ettiyseniz benim zihnimin hikayeleri, yazdıklarım içinde çok az gerçek var. Aslında çok güzel, sessiz, sakin, huzurlu, yüksek enerjili bir yer burası. Sabah 3.30da uyanmak gerekiyor, kahvaltı ve öğle yemeği saati belli. Bir de hoca ile görüşme saati. Bunun dışında serbest kişi. Ne kadar oturma çalışması yaptığı, ne kadar yürüme, tamamen kendi disiplinine kalmış. Sabah kalkıp kalkmadığına da kimse bakmıyor, yalnız kahvaltıyı kaçırmamak gerek. Zira günde yalnız iki öğün var, diğer yerlerdeki gibi.

Bu arada bana yalnızca 1 aylık vize verildiği için, ben de iki buçuk ay kalmak istediğim için, merkez benim yerime vize için başvuruyor. Fotoğraflar yetmiyor, beni ve bir başka yabancıyı fotoğraf çektirmeye götürüyorlar. Minicik bir dükkana giriyoruz. Fotoğraf makinesini görünce, gözlerime inanamıyorum. Hani şu eski Türk filmlerinde gördüğümüz, fotoğrafçının siyah kumaşı başına örterek vizörden baktığı ve flaşının da acayip yandığı eski tür bir makine. Sonradan gördüm ki, içinden çıkan fotoğraflar da zaten mini minnacık. Burma Türkiye’nin 50 yıl önceki hali gibi. Her şey çok eski model ve eski de.
Devamı var :)

2 yorum:

  1. Tabure üstünde ve o hışır hışırları duyuğta korkan halini düşünce çok güldüm :) İsyankarlığına gelince,sonra ne olacağını bilmem ama bende olsam kesin isyan bayrağı açmış,hatta devrime gitmiştim:)) Aaaah,ah,nasıl değişeceğim,haksız olduğuna inandığım şeylerle savaşmayı nasıl bırakacağım bilmem,Don Kişot gibiyim...
    Sevgiler ve teşekkürler bu güzel anlatılar için

    YanıtlaSil
  2. Sevgili Belgin, iyi ki yazmışsın hissettiklerini. Biri daha gülmüş, diye sevindim ben de. Bu yazıları yazarken, kendim de çok güldüm halime ama böyleyiz işte. İnsan hali :)
    Şimdiki anlayışıma göre, haksızlıklara karşı harekete geçmeyi durdurma konusunda değişmemiz gerekmiyor. Bence buna devam. Ancak kızgınlık, "ben doğrusunu bilirim", kontrol enerjisi ile değil de, sevgiden, sessizlikten, bilgelikten gelen bir enerjiyle harekete geçmeyi öğrenmek önemli.

    YanıtlaSil