17 Aralık 2008 Çarşamba

Mağduriyet/Kurban Enerjisi- 3

Not: Kervan yolcuları yazdıklarınız nasıl içime iyi geldi anlatamam. Bazı yorumlarda gözlerime yaş geldi, yüreğim genişledi. Bazı yorumlarda içim kıkırdadı. Yaşam çok ilginç bir düzen, akıl sır ermiyor ama seyretmesi, içinde var olması çok ilginç. Türkiye'de de, dünyada da bu aralar yıllardır dokunulmayan konular açılıyor. Merakla izliyorum...

Dünden devamla...

---

Mağdur hissetmeye devam etmemizin de nedenleri var elbette. Yakında okuduğum için, Caroline Myss’in Sacred Contracts kitabından alıntı yapayım yine: ”Bu böyle sürüp giderken, bir yerde bu kurban olma halinin avantajını fark edersiniz. Belki kendi haklarınızı korumaya korkuyorsunuzdur ya da böylelikle sempati alıyorsunuzdur, bu da hoşunuza gidiyordur. Kurban hissetme enerjisinin ana meselesi, bağımsızlığınızın sorumluluğunu almaktan kaçınmak için kendi gücünüzü vermeye değip değmeyeceğidir.”

Myss’in tarif ettiği halleri yaşamıyor muyuz? Mağdur rolünden pek memnun olmalıyız ki, sıklıkla yaşamımızda sergiliyoruz. Arkadaşımızla buluşuyoruz, “bır bır bır” bir şeylerden şikayet ediyoruz. Elbette “derdini söylemeyen derman bulamaz”, ancak biz gerçekten derman bulmak istiyor muyuz anlatırken? Yoksa içimizi mi döküyoruz? Karşımızdakinin bize hak veren sözlerinden tuhaf bir hazla besleniyor muyuz? Hatta karşımızdaki de bizimle bir olup, orada olmayan diğer kişiye kızdığında haz doruğa mı çıkıyor? “Kişi kişinin zehrini alır”, gerçekten de öyle. Ancak zehrimiz alındıktan sonra ne yapmaktayız, idrakimizi artırmaya ve bilgelikten doğan eyleme mi geçmekteyiz, yoksa zehrin kaynağına hiç bakmadan, başka bir fırsatta bu zehri köpürtüp köpürtüp, yine birilerine mi kusmaktayız?

Aynı meseleyi senelerce anlattığımız olmuyor mu? Suçlaya suçlaya birilerini kendimizi helak etmiyor muyuz? Ya da bu şekilde beslenmeye çalışmıyor muyuz? Geçenlerde 2008 Nobel Barış Ödülünü alan Martti Ahtisaari ile yapılan bir görüşmeyi izledim, “Ortadoğu gibi sorunları çözemememiz için neden yok, ne yapılacağını herkes çok iyi biliyor, yüzlerce kez konuşuldu, yapılacaklar net. Çözülmüyor, çünkü birileri bundan besleniyor. Ancak aynı zamanda da çok acı çekiliyor, tüm taraflar tarifsiz acı çekiyorlar ve acı gittikçe artıyor.” dedi. Aynı durum kendi iç dünyamız için de geçerli. Ya çözümü biliyoruz, işimize gelmiyor, ya çözmek gibi bir niyetimiz bile yok. Bir şekilde içimizde bir yer bir sorunun süregelmesinden, çözülmemesinden besleniyor. Ancak bu yanımız farkında değil ki, iç huzurumuzdan, potansiyelimizi dolu dolu yaşama katmamızdan çok ciddi bedel ödüyoruz bu şekilde. Bu kilitlenmişlikten çıkış yöntemlerinden biri, dikkatimizi ve anlayışımızı bu alana yönlendirmek ve ne oluyor burada diye tarafsız bir tutumla bakmak olabilir. Mağdur hissederek (hasta kalarak, haksızlığa uğramış kalarak mesela) nasıl besleniyoruz? Elbette bir ihtiyacı karşılamaya çalışıyoruz bu şekilde ama ne talihsiz bir yöntem- ne işe yarıyor, ne yaşamımıza katkıda bulunuyor. Yakından bakalım düşüncelerimize, içine sıkıştığımız durumda nasıl bir mekanizma işliyor? Kısacası “şikayet”e de farkındalığımızı yönelttiğimizde, çok zengin içgörü yatakları bulabiliriz. Şikayetten ne öğrenebilirim yazısında (Ekim 2007) bunun yöntemine ilişkin bazı uygulamalardan söz etmiştim.

Arkası yarın :)

3 yorum:

  1. Icten, kalpten cok ama tesekkurler Hale

    YanıtlaSil
  2. Sevgili Marie Helene
    Bir şeyler senin kalbine dokunmuş, yaşamına uymuş anlaşılan, ne mutlu...

    YanıtlaSil