15 Aralık 2008 Pazartesi

Mağduriyet/Kurban Enerjisi-1

Upuzun bir aradan/tatilden sonra yeniden bloga yazı koymak güzel... Umarım keyifli, dinlendirici, yenileyici, besleyici bir tatil geçirmiştir herkes... Bu ilk iş gününde iç açıcı bir yazı koyayım dedimse de, aşağıdaki yazı "Ama ben çok bekledim, tamam artık" dediğinden yeri ona bıraktım. İlk cümle geçen hafta diye başlıyor, ancak yazı epey önce yazılmaya başlandığından aslında bundan birkaç hafta öncesi kast ediliyor. Türkiye'ye, Dünyaya iyi dileklerde bulunma sürecindeki gözlemlerden biri...

****
Geçen hafta duvarıma bir Dünya, bir de Türkiye haritası yapıştırdım. Bakıp, bakıp, iyi dileklere başlıyorum. İyi dileklerin önüne önyargılar, yoğun duygular (kızgınlık gibi) geçiyorsa, geçenlerde anlattığım şekilde yanlarında oturup, izliyorum.

Bir gün bazı ülkelere bakınca, bir acıma duygusu kapladı içimi, acımanın yanında oturunca (itip kalkmadan, kurtulmaya çalışmadan gözümü dikip bakınca), alttan üzüntü ile karışık çaresizlik duygusu çıktı. Üzüntüyü izleyince, belli belirsiz bir mağdur/kurban enerjisi ile karşılaştım. Osmanlı-Türkiye tarihini okurken, aşağıdaki yazıya başlamış ancak bitirememiştim. Bu süreçte mağduriyet enerjisini yakalayınca, tekrar bu yazıya döndüm.

Kendi kişisel tarihlerimize baktığımızda da, toplumumuzun tarihine baktığımızda da, pek çok başka halin yanında, mağdur hissetme, çaresiz, güçsüz hissetme, gücünü devretme hali yaşamlarımıza oldukça sık hakim olmuş gibi görünüyor bana. Tebaadan vatan-daşa geçiş çeşitli bilinç evreleri gerektiriyor elbette… Birinin “doğru”yu söylemesine ve bunu takip etmeye alışmış benliklerin kendi içine dönüp, gerçeği kendi görmesine ve eylemlerini bu farkındalıkla yapmasına geçişi yine böyle evreler gerektiriyor anlaşılan…

Mağdur hissetmenin, gücünü devretmenin çok çeşitli görünümleri var ve bana öyle geliyor ki, özellikle Türkiye’de bizler bu enerjinin içine doğuyoruz. Birkaç yıl önce bir yurtdışı gezisinden İstanbul’a döndüğümde, sanki havada “budama” enerjisi hakimmiş gibi gelmişti. Özümüzü ifade etmeye çalıştığımızda, diyelim meşe tohumu filizlenip, serpilip, dallarını açtığında; birileri ellerinde budama makasıyla dalları ikide bir buduyor gibi gelmişti. Ancak hiç gelişme zamanı, alanı tanınmadığı için, sürekli budama devam ettiği için, güdük ağaçlar olarak etrafta dolanıyoruz gibi gelmişti. Belki önceki yazılarda yazmışımdır bunları. Hatta bazen öyle durumlar oluyordu ki, meşe ağacına “hayır, sen meşe değilsin, sen çam ağacısın” deniyor gibi geliyordu bana. Üstelik bunu herkes birbirine yapıyor gibi. Böyle budana budana, biz de özümüzün ne olduğunu şaşırır oluyoruz, gücümüzü bilemiyoruz, hatta gücümüzü başkalarına teslim ediyoruz. Dolayısıyla da olayların, kişilerin, sistemin, kurumların kurbanı gibi hissediyoruz. Bu halden –farkındaysak- şikayet ediyoruz ancak başkalarını suçladığımız, dolayısıyla ipleri başkalarının eline verdiğimiz için, bir şey yap(a)mıyoruz. Bol şikayet, hiç hareket.

“Kayınvalidem şöyle söyledi, böyle yaptı, hayatım bu hale geldi.”, “Babam şöyle söyledi, bu kararı aldım.”, “Eşim böyle yaptı, şimdi böyle mutsuzum”, "Arkadaşım şunu yaptı, küstüm.", hatta “Kendim vakti zamanında şöyle bir karar verdim (bu kişiyle evlendim, bu tahsili yaptım, bu ülkede kaldım), şimdi bunun sonuçlarını yaşıyorum ve artık yapacak bir şey yok.” gibi...

Suçlama enerjisi olduğunda orada bir mağduriyet enerjisi de oluyor genelde. Suçladığımızda olanın neredeyse tüm sorumluluğunu suçladığımız kişi/duruma yüklüyoruz. Kendimiz mazlum, mağdur. Ve olay kilitleniyor. Düşünün olayın tüm sorumluluğu karşımızdaki kişide ise, ne yapabiliriz ki? Bütün ipler onun elinde demek, özür dilerse, yaptığının yanlışlığını (bize göre) anlarsa, telafi ederse, olay çözülecek. Bunları yapmazsa, düğümlü kalacak ve biz bu düğümle yaşamaya mecbur kalacağız. Mağduriyet enerjisine bakın, tutsaklık gibi. Sanki bizim hiç gücümüz yok gibi. Oysa buna mahkum değiliz, özgür olabiliriz, yalnızca farkında değiliz.


Devamı yarın...

4 yorum:

  1. Sevgili Hale;

    Şu anda iş nedeniyle Afrika'nın çoğu insanın ismini bile bilmediği bir ülkesinden yazıyorum. Bu ülke 200 yıl başka bir ülkenin kolonisi olarak bir anlamda "mağdur" psikolojisi yaşamış, kendinin farkına vardığında bağımsızlığını elde etmiş ve şimdi kendi gücünü farketme ve o güçle neler yapabileceğini keşfetme sürecini yaşıyor. Senin yazdıklarının benim hayatımdaki eşzamanlılığı mükemmel bir uyum içinde, bu bana inanılmaz bir keyif veriyor. Ben bir şey yaşar ve onu gözlerken sen tam da o dönemlerde bu konuyla ilgili harika bir yazı yazıyorsun... Eskiden olsa şaşırırdım, şimdi nedeni biliyorum, her şeyin bir anlamı var ve yaşadığımız hayatlar bu nedenle çok güzel ve anlamlı. Ellerine sağlık güzel ruh...

    YanıtlaSil
  2. Sevgili Başak

    Yorumunu okurken, gözlerim doldu. Görünmez bir ağın bağlantılarını hissettim yine. Ne ilginç bir düzen içindeyiz, değil mi?

    Afrika'da o ülkede olmaktan ne öğrenebilirsin acaba kendi yaşamın için ve dolayısıyla hepimiz için? Çok güzel ifade etmişsin ülkede yaşanan süreci. Bunun kendi yaşamına yansıması nasıl olabilir acaba? Kendi iç aleminde görülmesi uygun olanlar var mı tam şu aralar? Mağdur psikolojisinin hüküm sürdüğü bir alan? Kendi gücünü keşfetme? Gücünle ne yapacağını bilme?

    Senin de yüreğine sağlık Başak. Dönüş yolculuğun da keyifli ve rahat geçmesini diliyorum...

    YanıtlaSil
  3. Sevgili Hale olmaz mı hiç.... Kafam düşüncelerle, içim farklı farklı hislerle dolu. Hepsini "gözlemliyorum" şu an, hala buradayım, o kadar çok şey oluyor ki bunların sonraki hayatım için önemli dönüşümlere sebep olacağını biliyorum. Dönüşüm sürekli var, hep değişiyoruz. İstedikçe evren veriyor, dönüşte hem bu seyahatle ilgili bir yazı yazacağım hem de seninle bende bıraktığı izlerle ilgili tartışmak arzusundayım. Dediklerin, yazdıkların hep aklımda.

    YanıtlaSil
  4. Deneyimlerini, idraklerini içeren bir yazı yazacak olmana çok sevindim. Büyük bir hevesle bekliyorum.
    Yazıların yaşamındaki etkilerini duymayı da çok isterim. Harika, besleyici bir döngü oluyor o zaman. Bekliyorum :)

    YanıtlaSil