18 Aralık 2008 Perşembe

Mağduriyet/Kurban Enerjisi- 4

Önceki günlerden devamla...

----
Mağdur rolünün bir başka yüzü de sessizlikle görünüyor. Ara ara hakkımızı korumaktan, özümüzün aktığı yere gitmekten, özümüzle uyumlu karar almaktan, kimi yerde gerçeği söylemekten korkmuyor muyuz? Aman mesele çıkmasın, aman uyum, huzur bozulmasın, aman idare edeyim. Çekindikçe, git gide daha da sessizleşiyoruz. “Bana ne”, “boşver”, “dertsiz başına dert mi alacaksın” hallerine giriyoruz, toplumda zaten bu tutumu destekliyor. Arada sesimizi çıkarmaya kalktığımızda, kendi şarkımızı söylemeyi hiç öğrenemediğimiz için, sesimiz ya çatlak çıkıyor, ya yüksek, ya kulak tırmalıyor. Karşı taraftan tepki aldığımızda, yine sessizliğimize geri dönüyoruz. Dönmüyor muyuz, haydi dürüst olalım, gerçeğimizle yüzleşelim. Ailemizde, çocuklarımızla, ana babamızla, eşimizle, eşimizin ailesiyle, iş yerinde “idare” ediyoruz. Geçici bir uyum oluyor belki ancak bilgelik, şefkat içermeyen uyumun kimseye pek bir faydası da olmuyor, eminim hepimiz derinden biliyoruz. İdare ettikçe, mağduriyet enerjisinin içine gömülüyoruz.

Geçenlerde televizyonda bir sokak röportajı var, mikrofonu bir çifte uzattı muhabir. Kadın kocasının arkasına geçti, koca konuşuyor. Konu kadınlarla da ilgili olduğundan muhabir kadının da görüşünü almak istiyor. Kadın hala kocasının arkasında. Çevredekiler kadını terbiyeli, edepli olmaktan dolayı övüyor. Kadın bu halinden dolayı hem utanıyor, hem gururlanıyor. Kaç açıdan trajik. Bir açıdan bakarsak, kadın kendini mağdur duruma koyuyor, çünkü sorulacak sorulara vereceği cevapların sorumluluğunu almak istemiyor, yaşamdan gelenin sorumluluğunu başkasının üzerine atıyor, üstelik bu tutumu çevre tarafından da övülüyor, başta kocası tabii. Mağduriyet enerjisi destek görüyor, zira mağduriyet halinde olanlar çok rahat yönetilebiliyorlar, çünkü toplum çok korkuyor. Sürekli çevresini suçlayanlar için de, durum farklı değil.

Toplum olarak ipleri başkalarına vermeye, kendi kararlarımızın sorumluluğunu üstlenmemeye eğilimimiz var. Zira mağduriyet hikayesini anlatmaya devam etmenin bir fonksiyonu daha var: başarısız olma ihtimali yok. Sürekli şikayet edip, harekete geçmediğimiz için başarısız da olamıyoruz. Daha baştan, eyleme geçmeden sözde başaramamamızın nedeni belli: dış koşullar, toplum olarak bunun adı dış mihraklar. Dış koşulların, dış mihrakların hiç etkisi yok demiyorum, mümkün mü, kör olmak lazım bunu söylemek için. Üstelik hiç de kolay bir coğrafyada ve toplumda yaşamıyoruz. Ancak ipleri eline almış, yaşamının tam sorumluluğunu üstlenmiş bir kişi/toplum için dış koşullar ancak kendisini geliştirmenin bir vesilesi olabilir, engellemenin değil diye düşünüyorum. Gandhi’ye ve Atatürk’e ilişkin okudum birkaç ay önce. Her ikisinin de niyeti; mağduriyet enerjisindeki insanları uyandırmak, bu tutsaklıktan kurtulmak için yol göstermek diye görüyorum. bu kuvvetli niyetleri, ülkeleri bağımsızlığa ulaştırmış. Ülkelerdeki kafalar da yavaş yavaş yetişmeye çalışıyor gibi. Belki uygulamalara ilişkin tartışılabilir, bilemiyorum uzman olmadığım için. Ancak mağduriyet enerjisinin ülkeleri ne hale getirdiğini görünce, kendi yaşamlarımızda da bir bağımsızlık/ özgürlük süreci başlatmak için şevk geliyordur belki.


Arkası yarın...


2 yorum:

  1. ya halecim biseye takildim: idare etmeyip/sessiz kalmayip kendimizi ifade ettigimizde huzursuzluk cikiyor. ya kendimizi ifade etmeyi bilmiyoruz ya da karsimizdaki ters anliyo? nasi yapmak lazim?
    sevgilerimle
    cagla

    YanıtlaSil
  2. Çağlacım
    Soruya soruyla cevap vermek istiyorum. Kendimizi ifade etmeyi "bilmiyorsak" ya da karşımızdaki ters anlıyorsa (ki bu da duyulabilir bir şekilde ifade etmeyi bilmiyoruz'un bir şekli olabilir), ne yapmak uygun olur?
    Sevgiyle

    YanıtlaSil