22 Ocak 2009 Perşembe

"Hırsızın Hiç Mi Kabahati Yok"

Nasıl bir fotoğraf koyayım diye bakınırken, bu eşek kulaklarını gördüm. Çok hoşuma gitti.


Hepimizin bildiği bir Nasreddin Hoca hikayesidir:
Hocanın eşeği çalınmış. Hoca ağlayıp sızlarken, komşular, “Kapıya niye daha iyi kilit takmadın?”, “Niye kulağını açmadın, hiç mi sesini duymadın?”, “Hoca, kusura bakma ama eşeğinin çalınmasına en büyük sebep sensin. Ahırını hiç tamir etmemişsin.” deyip durmuşlar. Hoca da kızmış tabii, “İyi güzel de, hırsızın hiç mi kabahati yok.”

Dün bir arkadaşımla konuşurken aklıma bu hikaye geldi. Sevimsiz bir durum oluyor ve ne diyoruz: “Bak bakalım kendinde var mı? Ya da geçmişte sana yapılmış da affetmediğin haller var mı? İçine bak. Kendinde ara.”

Eee, kardeşim karşımızdakinin hiç kabahati yok mu? İtiraf edelim, hemen aklımıza bu geliyor değil mi :) Otomatik bir program gibi. Biz sütten çıkmış ak kaşık, karşımızdaki suçlu. Tamam kendi payımı kabul ediyorum desek de, ancak dilimizde. Gerçekten inanmıyoruz. Şiddetsiz İletişim eğitiminde Eva Rambala, ‘Her çatışmada mutlaka %50- %50 sorumluluk vardır’, demişti.

Karşımızdakinin kabahati yok mu yani, bana bağırdı, ihmal etti, canımı yaktı, arkamdan konuştu? Kabahati yok mu yani? Var, olmaz mı? Elbette talihsiz stratejiler seçmiş karşımızdaki de ve bunun sonuçlarını yaşayacak. Ne ekiyorsa, onu biçecek. Ancak bizim onun iç alemini, davranışlarını kontrol edebilme, değiştirebilme gibi bir gücümüz var mı? Kabul edelim ki, pek yok. Özellikle ana babalar, evlatlar, karı kocalar için bunun cevabı neredeyse kocaman bir “hayır”. Yıllar önce babama bir konuyu anlatmaya ve algısını değiştirmeye çalışıyordum, hatta çırpınıyordum denebilir. Ve gözümün önünde bir resim belirdi. Kalınca bir ağacın gövdesini kavramışım, sallamaya çalışıyorum. Salladığım, sarsılan tek şey kendimim. Buna benzer bir hissi yaşadığınız oluyor mu, çocuğunuzla, annenizle, eşinizle? Değişmiyor, değişmiyor diye mantra gibi, zikr gibi sürekli zihnimizde tekrarladığımız olmadı mı?

Dünkü yazıdaki kelimelerle, etki yapabildiğimiz en sadık şey: kendimiziz. O halde karşımızdakinin kusurlarından/talihsiz stratejilerinden gözümüzü ayırıp (zira bazen büyülenmiş gibi yalnız bunları görüp, odaklanıyoruz), kendi içimizde çalışma yapmak daha pratik sonuçlara ulaştırabiliyor.

Bazen karşımdaki öyle bir şey yapıyor ki, içimde kızgınlık enerjisi yükselirken, “Ooo, bunun ciddi bir derdi var.” diyorum. Çok sarsıldığım birkaç sefer, “Ruh hastası bu kişi, ruh hastası” dediğim de olmuştur. Ancak bu teşhisimde oyalanmanın bana pek yararı olmadığını görüyorum. Hatırlayabildimse, hemen enerjimi ve dikkatimi kendime döndürmeyi seçiyorum. Aynı program bende var mı? Bunu söylediğimde “hırsızın hiç kabahati yok” demiyorum, var ama önce kendi ellerimi bir temizleyeyim, sonra bakayım bu kişinin de ellerini temizlemesi için sevgiden gelen bir yol ilhamına vesile olabilir miyim.

Aslında benim sorunum, senin sorunun yok sanki. “Bizim” sorunumuz ya da “sorun” var. Birlik bilincine doğru adımlardan biri bunu hatırlamak… Bununla ilgili çok hoşuma giden bir kitap okudum. Uygun fırsatta paylaşmaya niyet ediyorum.

Yaşamımızda olan bitenin sorumluluğunu üstlendiğimiz, en uygun yöntemle buna bakabildiğimiz ve idrakle yüreğimizin aynasını parlattığımız nice anlar dileğiyle…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder