26 Aralık 2007 Çarşamba

Marmaris- Pansiyonda inziva

1999 Ağustos

Vakıfta tatilimiz 1 Ağustos’ta başlıyor. Bu yıl (1999) Ocak’ta Hindistan’da yaptığım bir aylık inzivadan sonra, vakıfta bu uygulamayı paylaşmaya başladım. Bana da iyi oldu, en azından haftada bir kere oturup, zihnimi, bedenimi izliyorum. İşler çok yoğunlaştı, büyükçe bir seminerin organizasyonunu üstlendik. Bu arada yaşamımda pek çok çalkantı yaşandı. Kafamı toplamaya ihtiyacım var. Bu Ağustos tatilinde kendi kendime 10 günlük bir inziva yapmaya karar verdim. Arkadaşım Sevgi’nin bir tanıdıklarının pansiyonu varmış Marmaris’te Selimiye Köyünde. Daha önce gitmediğim bir yer. Telefonla konuştum, nasıl bir uygulama yapacağımı birazcık anlattım, herhalde yoğun değiller ki, beni kabul ettiler.

Gittim ki, pansiyon yanlış hatırlamıyorsam iki odadan oluşan bir köy evi aslında. Burada nasıl çalışma yapacağım? Çalışmanın mahiyetini anlatınca, yeni bir öneri geldi. Meğer bir de pansiyonu işletenlerin kiraladığı, köyün hafifçe dışında, tepede bir kulübe varmış tek oda. Orada çalışma yapabilirmişim. Gece kalamam ama gündüzleri orada geçirebilirim. Pansiyon sahipleri İstanbul’lu genç bir çift. 10 gün boyunca kendileriyle konuşmayacağımı söylüyorum çalışmam gereği. Açık fikirliler ama yine de hafif şüpheyle bakıyorlar bana- en azından bana öyle geliyor. Öğle yemeklerini bu tepedeki kulübeye getirecekler. Akşam yemek yemeyeceğim, aynı vipassana inzivasında yaptığımız gibi.

Her sabah 5 gibi kalkıp, bu kulübeye yürüyorum. O saatte gökyüzü, ciğerlerime doldurduğum hava, kokular, hafif serinlik muhteşem. İçim sevinç, şükran doluyor. Kulübede oturma çalışması yapıyorum. Sonra dağda yürüyüşe gidiyorum. Yavaş yürümüyorum ama farkında olmaya çalışıyorum. Tepede bir yayla var. Yolda iki köylü kadınla karşılaşıyorum sabah ve akşam. İneklerini getirip, götürüyorlar. Ve de yaylaya çıkıp, oradaki keçilerine su çekiyorlar sarnıçtan. Tabii onlarla konuşmamam olur şey değil, laflıyoruz. Hatta bazı günler onlar yaylaya çıkmadıklarında keçilere su veriyorum. Bana “Dün gitmedin yaylaya” diyorlar, şaşıyorum nereden biliyorlar diye. Meğer sandaletimin izini tanıyorlarmış. Gülüşüyoruz.

Yaylada uzun uzun oturup, doğanın seslerini ve aradaki sessizliği dinliyorum. Şimdi bile o yaylada gözlerimi kapattığımda bana otobanda motosiklet sesi gibi gelen sineklerin uçuş seslerini hatırlıyorum. Zihnime, koşullanmalara, otomatik tepkilere ilişkin pek çok şey gördüğümü hatırlıyorum.

Sessizliğe başlamadan bana patikayla ulaşılan bir kumsaldan söz etmişlerdi. Buldum kumsalı, benden başka kimseler yok, kendime ait bir kumsal gibi, müthiş bir lüks. Ara ara yatlar demirliyor. Biraz ses yapıyorlar ama emniyet hissediyorum varlıklarından. Keyfim yerinde. Denizde tüm duyularıma dikkat ederek, yüzüyorum. Suyun koluma değişi, kokular, görüntüler, hareketler, değişen dokunuşlar, hisler. Kelimelerle tarif edilemez bir deneyim. Ancak yaşayan bilir. Müthiş bir şey. (2007 notu: Bu deneyimi paylaştığım arkadaşım Ayşe bir tatilde farkındalıkla yüzmeyi denediğini anlattı. Sonradan bu tatilden ne hatırladığına baktığında hep o farkındalıkla yüzdüğü anları hatırlamış.)

Birkaç gün sonra öğle yemekleriyle birlikte küçük kağıtlarda notlar gelmeye başlıyor. “Çok iyi gidiyorsun, bravo. Devam” gibi. Aslında ne yaptığımı bilmiyorlar, ben de dışarıdan nasıl göründüğünü bilmiyorum ama yaşamdan gelen teşvik olarak yorumlayıp seviniyorum. Aslında yaptığım ne kadar basit bir şey, alt tarafı konuşmayıp, ne yaşıyorsam, onu fark etmeye gayret ediyorum. İçimde, bedenimde neler oluyor ona bakıyorum. Konuşmamak dışarıdan görüldüğü kadar zor değil, zaten sessizlik yok ki, zihin kendi kendine de olsa maşallah sürekli konuşuyor.

Yaylaya giden yol üzerinde bir çeşme var. Çeşmede birçok arı. Bir gün bir arı geldi üzerime, kovalıyordum ki, köylü kadınlar “Öyle kovalama, sokar” dediler. Sonra bir gün bir arının geldiğini gördüm, hiç kıpırdamadım. Geldi koluma kondu. Biraz yürüdü, bacaklarını kıpırdattı, durdu, durdu, sonra uçtu gitti. Bu olay beni çok etkiledi. Yaşamda kişiler, olaylar karşısında pek çok kez gereksiz yere çırpınıp, sonunda kendimi sokturduğumu fark ettim. Oysa sakince dursam, merkezde ve dingin, pek çok olumsuz etki potansiyeli olan durum kendiliğinden gidecek belki de. Bakmalı yaşamda. Bu içgörü sonradan çok rehberlik etti bana, hala da ediyor. Başka bir gün o kadınları arıları kovalarken gördüm. Yaşam ne muzip!

Hindistan’daki inzivalara şekil olarak hiç benzemedi bu 10 gün. Ara ara oturma çalışması yaptım, çokça yürüdüm. Normal yaşam hızında (vipassanada hareketler çok yavaş ya) farkındalık çalışması oldu daha çok. Başımda hoca yoktu. Ara ara da konuştum. Ancak farklı koşullarda da inziva yapılabileceğini görmüş oldum. Orada deneyimlediklerime ilişkin çok az notum var. Farkındalığı artırmak, içgörü kazanmak için değişik bir inziva örneği oldu.

10 günü tamamladım. Konuşmaya başladım. Pansiyon sahipleri merak içinde. Birine anlattım çalışmayı, hatta beraber uyguladık bile. Çok sevdi. Ya o gün, ya ertesi gün Marmara Depremi haberi geldi. Apar topar yola koyuldum.

Gelecek macera: İngiltere- Gaia House

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder