19 Aralık 2007 Çarşamba

Hindistan- Rishikesh- Yoga Niketan

1997 Sonbaharı

O dönemde sosyal hizmet alanında çalışıyorum. Toplumun suç saydığı bir eylemde bulunmuş, bir şekilde mahkemeyle ilişkisi olan çocuk ve gençlerle çalışan bir vakıftayım.
www.tcyov.org

Sosyal hizmet alanında 1981 yılından beri gönüllü ve profesyonel olarak çalıştığımdan, bu yola iyice gönül vermiş haldeyim. Neler yapılabilir, sistemler nasıl geliştirilebilir, hevesle araştırıyorum. Karşıma sosyal hizmet alanında çalışanların farklı ülkelerde deneyim ve bilgi edinmesini amaçlayan bir uluslararası değişim programı (CIF-Türkiye- http://www.cifinternational.com
) çıkıyor. Gidebileceğim ülke seçenekleri çok: Finlandiya, İsveç, İtalya, Amerika, Yunanistan vs. Uzun uzun düşünüyorum ve Hindistan’a gitmeye karar veriyorum. Batı ülkelerinde sistemler oturduğu için, onlardaki örnekleri bizim gerçeklere uyarlamak zor. Niyetim; Batıdaki uygulamaları kendi sistemlerine uyarladıklarını duyduğum Hindistan’dan örnekler almak. Diğer niyetim de, ruhsal gelişmemde destekleyici bilgiler, uygulamalar öğrenmek.

Program 3 ay. O sıralar evliyim de. Bütçemiz kısıtlı. Ancak bu programa katılmayı istiyorum, içimden bir şey beni sanki bu yolculuğa çekiyor. Benim için iyi olacağına inandığım her şeye destek olmuş olan Haluk, tüm çevresel etkenlere rağmen bu yolculuğu da destekliyor.

1997 yılının Ekim ayında yola çıkıyorum. Program Kasım ayının ortasında. Ben iki hafta önce gidiyorum ki biraz gezeyim öncesinde. Hindistan’a yolculuk da, Delhi’de geçirdiklerim de yazılmaya değer herhalde ama bu yazıların gezi yazısından ziyade yaşamımdaki inzivaları anlatmasını, -ilgilisi olursa-, yaşam yolculuğuna katkısı olmasını arzu ediyorum şimdi.

Günlüğümde ruhsal gelişmeye ilişkin niyetlerim gayet açık:

1. Yaşamımda düzenli olarak meditasyon yapıyor olmak (Yanılmıyorsam, o zamanlar nefese odaklanarak meditasyon yapmayı biliyorum)
2. Düzenli olarak yoga yapıyor olmak.
3. Yaşamımda sürekli olarak farkında ve uyanık olmak.
4. Yaşama daha geniş bir açıdan bakabilmek.
5. Yaşam ne kadar kaotik olursa olsun, dinginliği koruyabilmek.
6. Olumsuz duygularımdan kurtulmaya başlamak. (2007 görüşüm farklı gerçi)
7. Mümkün olursa, meditasyon, yoga, alternatif tıp üzerine kurslara katılmak.
8. Gandhi’nin felsefesi hakkında bilgilenmek.
Ve birkaç niyet daha…

Bunları yazıyorum, zira yaşamım boyunca gördüğüm o ki, eğer istediğimizi netlikle tarif edebilirsek, yaşam karşımıza tam da aradığımız cevapları çıkarıyor. Yaşamda bir tıkanıklık yaşıyorsam, genellikle soruyu açıklıkla soramadığım için, cevabı alamadığımı görüyorum. Ne aradığımı bilmediğim için, bulamıyorum. Olanı olduğu gibi görsem, zaten cevap ya da bir sonraki adım için kapı orada bir yerde duruyor.

İşte bu niyetlerle yola çıktım. Tek başınayım. İlk defa bir Asya ülkesine gidiyorum. Hindistan’a giden de bir tek arkadaşım Claire’i tanıyorum. O da bana yol gösterecek birkaç makale veriyor yalnız seyahat eden kadınların yazdığı. Bazı hikayeler endişe uyandırıyor içimde. Hindistan’da çok kısa bir süre içinde benim de kendi hikaye albümüm oluşuyor. Belki başka bir sefer anlatırım.

Bin bir meşakkatle Delhi’den Haridvar’a trenle geliyorum. Niyetim rehber kitap Lonely Planet’tan seçtiğim Rishikesh’te bir aşrama gitmek. Rishikesh’e otobüsle gitmekte kararlıyım. Bir sürü insanla otobüs bekliyorum. Otobüs gelince insanlar doluştular tabii. Ha gayret ben de girdim. Ama tıkış tıkış. İnsanlar birbirlerinin üzerinde oturuyor. Çantamı bir yere koymayı başardım ama insanlar üzerimden geçiyor. Olabildiğince arkaya gittim. Başka bir otobüs geldi, yine Rishikesh’e giden. Bana ona gitmemi işaret ettiler. O kadar insanın arasından nasıl inip de gideyim. En arkada, cam kenarında oturan bir genç, elindeki bohçayı camdan çıkardı, bana oraya oturmamı söylediler. Şaşırdım, bohçayı camdan sallandırarak taşıyacak sandım. Hindistan’da her şeyin mümkün olabileceğini düşünecek epey olay yaşadım o zamana kadar. Genç attı bohçayı elinden, kendi de minicik pencereden ustalıkla atladı. Öbür otobüse koştu. Esneklik yaşamda önemli bir özellik… Sıcak, güneş, ter içindeyim ama hiç olmazsa oturacak bir yerim var artık.

Rishikesh’e vardığımızda, sanki eve varmış gibi hissettim. Delhi’nin karmaşıklığından sonra Rishikesh vaha gibi geldi bana. Gideceğim aşramın adı, Yoga Niketan (adresi:Shivanand Nagar, Muni-Ki-Reti, Rishikesh). Uygulamalarının, eğitimlerinin kalitesiyle biliniyormuş. Aşrama dik bir patikadan çıkılıyor. Etraf yemyeşil. Kapıya vardığımda, kapıdaki adam bir yazı okuttu. 15 gün kalınması zorunluymuş bu aşramda. Benim ise sadece bir haftam var. Çeşitli kişilerle uzun konuşmalardan sonra beni kabul ettiler. Odama geldim ki, bir kuru yatak, bir masa, bir sandalye. Yatak o kadar sert ki, içinde ne var anlayamadım. Banyoya banyo demeye bin şahit lazım. Bir kova var, bir de maşrapa. Tuvalet ise (bir fotoğrafını bulabilirsem, mutlaka buraya koyarım), alafranga gibi ama oturulacak yeri alaturka tuvaletler gibi oluklu. (2007: Onlar nasıl kullanıyor, bu zaman oldu hala bilmiyorum.)

Sabah 5:30’ta bir saat meditasyon var, sonra bir saat yoga. Öğleden sonra ders. Yine bir saat yoga, bir saat meditasyon. Aralarda da ilgili konularda okumamız tavsiye ediliyor.

Avusturalyalı bir kızla tanıştım: Sonia. Bana Hindistan’da hayatta kalmakla ilgili pek çok yararlı bilgi verdi. (2007: Sonia’cık nereye giderse gitsin desteği bol olsun.) Birlikte gezdik dışarıda. Rishikesh Himalayaların eteklerinde. Ganj nehrinin doğduğu yere çok yakın. O yüzden Ganj tertemiz, pırıl pırıl. Cam göbeği renginde suyu. Geniş bir yatağı var. İçinde çok büyük balıklar yaşıyor. Karşıya kayıkla geçmek de mümkün ama asma köprüler de var. Köprüde bir dolu insan, inek, at. Her yer çöp içinde ama sokaktaki hayvanlar bu çöpleri yiyorlar, bir şekilde bir denge kurmuşlar. Daha önce hiç kağıt yiyen inek görmemiştim, burada kağıtları koparıp koparıp yiyorlar.

Akşamüstü meditasyona (2007 yorumu: Şimdi hangi tür meditasyon yapıldığını hatırlamıyorum. Çok büyük ihtimalle konsantrasyon meditasyonlarından biriydi) girdim. Bağdaş kurup oturayım dedim, ölüyordum. Meditasyon çok uzun, 1 saat. Perişan oldum. Çıkışta, hocaya istediğimiz gibi oturup oturamayacağımızı sordum. Olumlu cevap üzerine sevindim. Yerde oturmanın benim için en kolay yolunu birkaç sene önce öğrenmiştim: iki minderi üst üste koyup, dizlerimin üzerine oturuyorum.

Yemek için bana bir karavana, bir kase, bir kaşık ve bir de bardak verdiler. Bunları yıkayıp, odamda tutacakmışım. Yemek geldi: Olamaz! Bir çeşit mercimekli çorba (2007 yorumu: Hindistan’da sofranın olmazsa olmazı dhal’dı herhalde), garip bir kabak yemeği ve çapati. Hepsi bu. Sadece iki çeşit yemek oluyormuş ama istediğin kadar yiyebiliyormuşsun. Yemeğimizi mutfağın önündeki genişçe verandada, çuval kumaşından bir yaygının üzerinde yiyoruz. Bulaşık için sabun, deterjan yok, külle yıkıyoruz bulaşığımızı. (2007: Şimdi yazarken, içimi çok hoş bir gülümseme kaplıyor. İnsan nereden nereye gelebiliyor. Bir zamanlar acayip, yetersiz, sevimsiz, yanlış gelen pek çok şey, insan yaşamında nasıl değişikliğe uğrayabiliyor. İnsanın kendini değişik deneyimlere sokması ve bu süreçte farkındalığını uyanık tutması ne kadar esnetebiliyor kişiyi, algılar, algılara verilen tepkiler nasıl da değişebiliyor. Çok şükür.)

4/11/97
Sabah 5, acayip bir metale vurulma sesiyle uyandım. Daha hava aydınlanmamış. Meditasyona kendi rahat ettiğim şekilde oturdum. Bu kez pek zorlanmadım ama zihnimi hiç toparlayamadım. Boynum, omzum, sırtım, ensem inanılmaz ağrıdı. Neye bakacağımı şaşırdım. Odaklanmakta çok zorlandım. Herhalde dik durmaktan bu kadar ağrım oldu, yine de 1 saat o kadar uzun gelmedi. (2007 yorumu: Sonraki yıllarda gördüm ki, bazı ağrılar gerçekten de bedenin uzun süre dik durmaya alışık olmamasından kaynaklanıyor. Ancak bazı ağrılar da aslında günlük yaşamımızda orada varlar ancak fark etmiyoruz. Dışarıyla uğraşmayı bırakıp da, “Kardeşim bedenimde, zihnimde ne oluyor” diye baktığımızda fark ediyoruz. Bunu daha sonraki vipassana inzivalarımda gördüğümde, kendime neler yapıyorum da fark etmiyorum diye üzüldüğümü hatırlıyorum.)

Bugün yoga da bana ağır geldi. Uzun zamandır hareket etmiyorum, belki o yüzden. Bazı hareketleri hiç yapamadım. Azıcık moralim bozuldu. Yolda bir masaj yapılan yer ilanı görmüştüm, oraya gideyim bari. Bedenim ne meditasyonu, ne yogayı kaldırabiliyor.

Kahvaltı bir başka felaketti. Bulgur gibi bir şeyi suyla ve şekerle pişirmişler. (2007: belki yulaf ezmesiydi) Yememe olanak yok, atmama olanak yok. Pek zorlandım. Kahvaltıdan sonra kütüphaneye gidip bir kitap aldım. Bir de kovaya su doldurup güneşe koydum, zira sıcak su yok. Sonia ile masaj yerine gittik, tertemiz, pırıl pırıl bir yer. Masaj yapan kadın mucize gibi. Nasıl da ekonomik bir fiyat. Üstelik sıcak sulu banyoları var. Kendimi çok iyi hissettim. (2007: Hala var mıdır bilmem ama ismi, adresi şu: Baba Health and Massage Center, Behind Shivlok Hotel, Chandreshwar Road)

Bugünkü ders iyiydi. Kozmik bilinç üzerine konuştu hoca. Sorularımın cevabının kozmik bilinç kavramını anlamakta olduğunu anladım. Hocaya danıştım, bana bir kitap (Yoga as a Universal Science) verdi.

Hoca derste her günün yepyeni bir başlangıç olarak kabul edilip, farklı yaşanması gerektiğini söyledi. Bir gün bitince, her şey bitiyor. Ertesi gün yeniden yepyeni bir şekilde başlıyorsun güne. Bir grup, bağlılık oluşturmasınlar diye, müridlerinin üç günde bir yerlerini değiştirirmiş. Hiçbir şeye bağlanmamak gerekiyor ki, bu bedene de, düşüncelerimize de, görüşlerimize de sıkı sıkıya yapışmayalım. Sürekli yeniden, yepyeni başlamak. Bilemiyorum uygulamada mümkün mü? Yarın bu bilinçle başlayacağım güne. (2007 yorumu: Ah gün ne kelime, her an farklı. Bu yazıyı okumaya (yazmaya) başladığımız an ile bu satırları okuduğumuz (yazdığım) an aynı mı! Siz de, ben de, içinde bulunduğumuz ortam da değişiverdi. Burada başta hava güneşliydi, şimdi güneş buluta girdi, rüzgar serin. Arada soda içtiğim için, midemde hareketler var. Düşüncelerim geçmişe ilişkin anıları bugünkü içgörülerle yorumlama faaliyetinde. Hücresel olarak da birçok değişiklik olmalı, ben şu an fark edemiyorum ama bilim öyle söylüyor. Her an’ın yeniliği büyük bir özgürlük değil mi? Her an’ı taze, temiz, öngörüşsüz bir zihinle yaşamak büyük özgürlük olmaz mı? Çocuklar gibi. Bu sözleri o gün yaşamımda ilk kez duymamıştım elbette, ancak bunu sık sık kendimize hatırlatmamız gerekiyor gördüğüm. Özgürlüğümüze katkıda bulunmak için nefesini, enerjisini harcamış olan o hocaya (Samarpan Anand Saraswati) gönülden teşekkür ediyorum bugün. Onun da yaşam yolunu destekleyenleri çok olsun.)

Yoga yine zordu. Bazı hareketleri yapmayı denemedim bile. Bu arada dengemin çok zayıf olduğunu fark ettim. Hep öğrenmeye heves ettiğim nefes egzersizlerini de gösterdi hoca bugün. Yoga hocası çok sert ve ciddi bir adam. Sanırım hiç gülmüyor hayatında. Bu haline pek bir anlam veremedim. Tüm bunları mutlu olmak için yapmıyorlar mı, bu adam hiç mutlu görünmüyor. (2007 yorumu: Hemen yargılara varmayalım istersen)

Akşam meditasyonum iyi geçti. Daha kontrollüydüm ama sonlara doğru ensem tutuldu. Tam bir işkenceydi. Acaba ben meditasyon yapmaya uygun biri değil miyim? Hiçbir şeyi kontrol edemiyorum, her yerim ağrıyor. Bir de hareketsiz bir şekilde bu kadar uzun oturunca acaba bedenime bir zarar verir miyim? (2007: Meditasyonunun ilk zamanlarını hatırlayanlara ya da yeni başlayanlara tanıdık geliyor mu acaba? Ne tuhaf değil mi, çoğumuz benzer süreçlerden geçiyoruz)

5/11/07

5’te kalktık yine. Meditasyon ne çok iyiydi, ne de kötü. Pek verimli değildi ama bitsin diye de beklemedim. (2007: burada verimden ne kast ediyorum bilmiyorum ama üç günde alışmaya başlamış olmak hiç de fena değil) Şu an saat 7ye 10 var ve köyün dört bir tarafından gelen sesleri duyuyorum. Gün doğumunda ve batımında şarkılar (2007: Chanting, yani zikir yapıyorlar herhalde) söylüyorlar. Her yönden sesler geliyor.

Sabah yoga iyi geçti. Bu sefer daha çok hoşuma gitti. Nefes egzersizlerine bayıldım.

Bugün hoca gözlemin çok önemli olduğunu anlattı. “Bir şey yapmadan gözlemleyin” dedi. Zihinden geçen olumsuz düşünceleri de beslememek gerektiğini anlattı. Anlattıklarını anlıyorum ancak tam olarak nasıl uygulayacağımı bilmiyorum (2007: Şimdi geçmişe bakınca görüyorum ki, her şey basamak basamak gidiyor, siz de sonraki inziva yazılarını okuyunca göreceksiniz sanırım. Bazen bazı kavramları yalnızca duymak, birkaç kez üst üste duymak o dönem için yeterli oluyor. Sonra bu kavramları hayata geçirmenin yollarını gösteriyor yaşam. Sonra da zamanla bu yolların inceliklerini açıyor insanın önüne. Çok sabırlı, şefkat dolu bir öğretmen gibi yaşam.)

Akşamüstü yoga tek kelimeyle harika idi. Her seferinde daha çok zevk alıyorum. Nefes egzersizleri de müthiş güçle dolduruyor beni, kafama kan aktığını hissediyorum. Hoca, “Yoga hareketlerini (o asana diyor) yaparken sıkıntı duyuyorsanız, yaptığınız yoga değildir. Gevşeyeceksiniz. Bir de dikkatinizi tamamıyla bedeninize vereceksiniz. Aksi halde hareket sadece fiziksel egzersiz olur.” diyor.

Meditasyon da akşam çok iyi gitti. Önce bir süre nefesimi saydım, sonra bir süre mum alevine (2007: gerçekten bir mum var mıydı, yoksa hayal mi ettim hatırlamıyorum) konsantre oldum. Mükemmeldi. Bedenimi tamamen kaybettim. Derinlere indim. Sanki taşlar yarıldı. Müthiş bir duyguydu. Tuhaf görüntüler gördüm. Deniz kıyısı, kayalık, bazı yüzler. Kendimi iyi hissediyorum.

6/11/97

Bu sabah kötü kalktım. Dün gece hocanın verdiği kitabı okuyunca, geç yattım. Sabah da uyanmak zor oldu. Meditasyona zorlukla gittim. İyi gitmedi. Sonuna doğru da uyumuşum. Başım önüme düşünce anladım. (2007: bu hal tanıdık gelen var mı? :)) Yogaya da zorlukla gittim, ayaklarımı sürüye sürüye. Ama iyi geçti. Ya hoca kolay hareketler yaptırıyor ya da bedenim alıştı. Keyif alıyorum resmen. Hele birkaç hareketi başta yapamazken, bugün yapabilince pek sevindim. Nefes egzersizleri hala en sevdiklerim. Kahvaltıda da bulamacın içine muz katınca pek güzel oldu. (2007: Şimdi için ders- bir şeyin bedene ve ruha iyi geleceğini hissediyorsam, başta zor, tuhaf, sıkıcı, sol elle yazıyormuş gibi gelse de, zamanla tüm hisler değişebiliyor. Aynı yere damlamak, sabırla yalnızca o an’a odaklanmak, geçmişte ne olduğunu, gelecekte ne olabileceğini düşünmemek yaşam yolunda yürüyüşümüzü kolaylaştırabiliyor)

Burası bir aşram değilmiş. Çünkü bakıyorum yaşayan kimse yok zaten. Eskiden bir aşrammış. Başlarındaki kişi 1985’te ölmüş. Şimdi bir vakıf işletiyormuş. Rishikesh’te gerçek anlamda bir aşram kalmadığını söyledi hoca, çoğu işi ticarete dökmüş.

Meditasyonum çok iyi geçti. Pozisyonumu hiç bozmadan bir saat oturdum.

7/11/97

Meditasyon bir felaketti. Bitsin diye öldüm. Nasıl uzun geldi anlatamam. Sıkıntıdan patladım. Ne oldu hiç anlamadım. Bir daha meditasyona gitmesem mi acaba? (2007 yorumu: Ha ha ha, her şey nasıl değişiyor, değil mi? Her gün yeni bir gün :) )

8/11/97

Sabah hocaya sorularımı sordum. Uzun uzun konuştu ama doğrusu anlamakta epey zorluk çektim. Hatta neredeyse hiçbir şey anlamadım. Hiç olmazsa kavramları duymuş oldum. Bir gün tüm bu bilgiler birleşir elbet. (2007: Elbet :), hatta bizzat deneyimlenir belki.)

Meditasyon neredeyse mükemmeldi. Hiç kıpırdamadım ve bir saatin nasıl geçtiğini anlamadım. Değişik bir tarz uyguladık bu kez. Etrafımızdaki sesleri dinledik, bedenimizi dinledik. Hiçbir ses ya da his üzerinde fazla durmadık. (2007: vipassana uygulamasıydı herhalde, şimdi fark ediyorum ki, vipassanayı ilk Rishikesh’te uygulamışım) Uzun bir süre bunu yaptıktan sonra, nefesime konsantre oldum. Sona doğru başımdan bedenime enerji girdiğini hissettim. Müthiş bir histi. Meditasyonun sonunda tüm insanlığa sevgi gönderdik. Onlara sevgi verdikçe, gülümseyip, memnun olduklarını hayal ettik. Buradaki son meditasyonum için çok mükemmel bir deneyim oldu.

9/11/97
Bugün Pazar, dinlenme günü, meditasyon ve yoga yok. Sabah 5:15te kalktım, güneşin doğuşunu seyretmek istiyordum. Ancak o saatte hava çok karanlıktı. 6:30a kadar bekledim. Burada sabahları çok rüzgar esiyor. 9a doğru hava duruluyor. Ganj kıyısına doğru yürüdüm. Tam köprüye varmıştım ki, aniden gökyüzü kıpkırmızı kesildi. Sanki alevlendi. İnanılmaz bir görüntü. Ganj da kızıla döndü. Kızılın binbir tonu, pembenin binbir tonu. Ne yapacağımı şaşırdım. Nefesim kesilir gibi oldu. Sonra alevlendiği gibi, aniden renkler yok oldu. (2007 yorumu: Zihin ne kadar ilginç. Günlüğümden bu satırları bilgisayara yazarken, o gün yaşadığım görüntü gözlerimin önünde belirdi, renklerin tonuna kadar. Gerçek ile zihin ürününü ayırmak kimi zaman ne kadar zor olabiliyor. Oysa şu an benim için gerçek olan, Kalpazankaya’da bir masada bilgisayarın önünde oturuyor olduğum. Kimi zaman anılarımızı gerçek zannediyoruz, özellikle olumsuz olanları ve sanki o an gerçeklermiş gibi tepki veriyoruz ve genellikle de başımızı sıkıntıya sokuyoruz. Bu zihnimiz ne alem.)

Burada daha uzun kalmak gerektiğini düşünüyorum. 3 hafta ya da 1 ay kalmak lazım. Ancak bu inziva gibi olmalı. Yani dışarı pek çıkılmamalı. Aradaki zamanlarda insanın okumaya, yazmaya, düşünmeye zamanı olur. Böyle bir inzivaya ne kadar çok ihtiyacım var. Belki Bodhgaya’da böyle bir şey yaparım. (2007 notu: Hiç kuşkun olmasın, yaşam ağını harika bir şekilde örüyor sen farkında olmasan da!)

Gelecek macera: Hindistan- Bodhgaya yollarında…

1 yorum:

  1. Sevdim :)
    Nedense Yogayla ilgili yazıları okumayı seviyorum. Bana namazı hatırlatıyor aslında. Odaklanmak, düşünmek, dua etmek hepsi namazın özünde de var; ama neden bilmiyorum genellikle odaklanamıyorum. Odaklandığımdaysa çok mutlu oluyorum.
    Yazınızı çok sevdim :) Gerçekten güzel anlatmışsınız... Umarım bir gün ben de bu deneyimleri elde ederim, nasıl bir şey olacağını merak ediyorum.

    YanıtlaSil