11 Kasım 2008 Salı

Bir Göz İçe, Bir Göz Dışa- 2

Günlük olan biteni izleme sürecinde bir farkındalığım daha oldu. 14 yaşındaki bir kız çocuğunu taciz eden yazar ve adli tıp raporuna ilişkin olayı daha önce fark etmediğim farklı bir açıdan gördüm bir gün. Bu kişiler sebebiyle, ülkede ne kadar büyük bir farkındalık yaşandığını görüyorum. 1981den beri çocuk haklarına, çocuklara yönelik çalışmaları takip ediyorum, bir dönem de içinde yer aldım bazı çalışmaların.

Yıllardır çocuklara tacizle ilgili çalışan, emek verenleri, toplumda farkındalık yaratmaya çalışanları izliyorum. Kendim de yıllarca sosyal hizmetler alanında çalışmış biri olarak çok derin hayalkırıklıkları yaşamışlığım var, ümitsizlik yerleşmiş hücrelerime. Oysa bu olayı izlerken, toplumdan yükselen sesleri biraz şaşkınlık, biraz sevinçle izliyorum. Yürüyüş yapan kadınlar, yasa değişikliği için uğraşanlar, televizyonlarda anne babaları bilinçlendiren konuşmalar yapanlar, harekete geçen Bakanlık. Tabu olan aile içi taciz konusunun tartışılıyor olması. Geçenlerde televizyonda dini sohbet yapan bir kişinin bu konuda çok doğru (en azından bana göre) farkındalık uyandıran sözleri ve bunları dinleyen farklı bir kitle...

Toplumda bu konuda bir hareket oluştu, sarsılıyor, yeni bir düzleme oturana kadar da sarsılacak görünüyor. Nereye oturacak bilemem ama şu ana kadar izlediğim konuşmalar, tartışmalar saygılı, özenli, dikkatli, farkındalıklı bir düzene ilişkin. (Bu yazıyı birkaç gün önce yazmıştım. Dün haberlerde yönetimdekilerin bu konuya ilişkin insan haklarında geriye doğru düzenleme çabalarını izledim. Demek toplumda daha da yoğun bir bilinçlenme, daha büyük bir sıçrama ihtiyacı, fırsatı var.) Önceleri bu yazara ve adli tıp yetkililerine kızarken, birden toplumda yarattıkları depremle nelere vesile olduklarını düşündüm. Sanki toplumda farkındalık yaratmak için, zor bir rol üstlenmiş oyuncular gibiler. Hiçbir şey göründüğü gibi olmayabilir. Şimdi gördüğüm gibi bile olmayabilir. Müthiş bir düzenin içinde seyir halindeyiz, değil mi?

Bu olay bana bir şey daha düşündürdü. Yıllarca bu alanda emek vermiş ama hiçbir yere adım atamadığımızı düşünenler (içlerinde ben de var(d)ım) için bir içgörü fırsatı var bu olayın içinde. Kendi iç alemimiz için geçerli olan bir kural, toplum için de söz konusu. Suyu buharlaştırmak için ateşe koyduğumuzda, 70 derecede su, 80 derecede su… 90 derecede hala su diye ümidimizi kaybedip, hayal kırıklığına uğrayıp ateşin altını kapatmanın alemi var mı? Sabır gerek. Evrenin yasalarının bilgisine dayanan bir sabır ve sükunet. 98 derece hala su, 99 derece hala su. Ve 100 derece, buhar. Niceliksel değişim, niteliksel değişimi oluşturdu. Her bir derecenin önemi aynı, değeri aynı, biri olmasa sonuç olamıyor. Önemli olan içten, özümüzden, doğamızdan açıklıkla bildiğimiz, hissettiğimiz değerlere uygun yaşamak, eylemek, bu yönde dayanışmak.

Bugün bu taciz olayına ilişkin bunca hareket varsa, bunca yıl insan hakları, çocuk hakları, özgürlük, şefkat, bilgelik yolunda emek vermiş olanların emeklerinin sonucu. Biz küçük dünyamızda yaptıklarımızın, seçimlerimizin bütünü nasıl etkilediğini göremiyoruz. Görseydik, çok şaşırırdık herhalde. Her bir küçük seçimimiz suyu buhara dönüştüren yolda bir derece, hem kendimiz için, hem de bütün için. Önemliyiz yani. O sebeple yüzümüzü toplumun, dünyanın yaşadıklarından döndürürsek, gözlerimizi, kulaklarımızı kaparsak, “bir derece” eksik kalıyor.

Peki duygusal yorgunluğa uğramadan, zehirlenmeden nasıl izleyebiliriz olan biteni? Ara ara kendini toplumsal acılarla hücrelerini tıka basa dolduracak kadar zehirlemiş (!) biri olarak, bugün diyebiliyorum ki, “kalbimizi kapatarak değil, tam tersine kalbimizi sonuna kadar açarak olana bakabiliriz.” Kaçarak, görmemeye çalışarak, bir cam arkasından izlermiş gibi değil, fırtınanın kalbine ilerleyerek, bakabiliriz. Özdeşleşmeden, farkında olarak, gözümüzü dikip bakarak. Aynı kendi iç dünyamızda yaptığımız gibi. Dışarıda olan biteni izlerken, bir gözümüzle de içte nasıl tepki verdiğimizi izleyerek. Toplum olaylarından öğrenilecek çok şey var, kendi iç dünyamıza dair de.

Küçük bir öneri: televizyonda haberleri izlemeden, gazeteyi okumadan birkaç saniye bedenimizi izleyebiliriz. Tüm dikkatimizi bedenimize verip, küçük çapta bir oturma çalışması yapabiliriz. Bu uygulamayı (vipassana) bilmeyenler için: oturduğumuzu fark edebiliriz, dikkatimizi ayak tabanlarımıza götürüp, oradaki hisleri (sıcak, serin, sert, yumuşak, karıncalanma, ağrı, batma, basınç gibi) gözlemleriz, sonra ellerimizdeki, sırtımızdaki, yüzümüzdeki (böyle bir sıraya gerek yok, örnek olsun diye yazıyorum) hisleri gözlemleriz. Bu gözlemleme düşünme şeklinde değil, doğrudan ne hissediyorsak, onu hissetme şeklinde olur. Dilediğimiz bir süre dikkatimizi bedenimize verip, o andaki gerçekle temasımızı kuvvetlendirdikten sonra, televizyonda olan biteni izlediğimizde olanların akışına (kimi zamanda medyanın gayretiyle duygu sömürüsü haline gelen) kapılmadan çevremizden haberdar olabiliriz. Yine izlerken, ara ara dikkatimizi bedenimize getirmemiz bizi an’a odaklayacak, bir yerlere savruluyorsak, bizi an’a çıpalayacak bir önlem olabilir.

Yarın: Olanları izlerken, zehirlenmemizin sebeplerinden biri de, hissettiğimiz çaresizlik, ne yapacağını bilememek, nerede duracağını bilememek olabilir.

2 yorum:

  1. yazilarinizi cok seviyorum.Düzenli okusamda, bazen yorum bırakmayıp, okudugum şeyin büyüsüne kapılıyorum sadece..

    Bu da onlardan biriydi. Düşündürdü. Sade ve çarpıcı diliniz, ele aldığınız konular ve paylaşımlarınız için ben okuduğum ve bundan sonra yorum bırakmasam da okuyacağım tüm yazılar için şimdiden teşekkürümü iletmek isterim,kabul ederseniz..

    YanıtlaSil
  2. Bu yazdıklarınız içime ne kadar iyi geldi anlatamam. Elbette ne zaman içinize uygun gelirse o zaman yazın. Ama bilin ki yazdığınızda bana da müthiş katkıda bulunuyorsunuz. Benden de çok teşekkür...

    YanıtlaSil