17 Kasım 2008 Pazartesi

Günün Kolajı...

Bugün (Cumartesi) ardı ardına birbirini destekleyen, tamamlayan, sanki bir tema işleniyormuş hissi uyandıran sözler duydum.

Önce Sevgin, “Dünyayı kurtarmak görevimiz değil. Kendi nefsimizi terbiye etmek görevimiz” dedi, yanlış aktarmıyorsam. Bu söze katılmamak mümkün değil, hele hele dünyayı kurtaracağım diye yerinden kalkan ve dünyayı bin bir sıkıntıya sokanları gördükçe. Herkes kendi evinin, işyerinin önünü (iç alemini) süpürse, her yer tertemiz olurdu herhalde. Hepimiz deneyimlerimizden biliyoruz, yaşamımızda değişim ancak kendimizden başlıyor. Gandhi’nin sözünü hatırlayalım: “Dünyada görmek istediğin değişimin örneği ol.” Diğer yandan da pek çoğumuzun dünyada görmek istedikleri arasında, herhalde dayanışma, derin bağlantılar, özen, saygı, düşüncelilik, empati, destek, paylaşma, cömertlik de var. Demek ki bunları da kendimizde geliştirmek önemli.

Sevgin bu sözü yaşama daha çok katkıda bulunmakla ilgili bir konuşma sırasında söylemişti. Akşam haberlerde yarım yamalak takip edebildiğim bir konuşmaya rastladım. Anlayabildiğim kadarıyla Edirne’de ekonomik durumu az olan çocuklar için bir proje başlatılmış ve bu proje için bir gece düzenlenmiş. Gecede Edirne Emniyet Müdürlüğünden genç bir kişi (Terörle Mücadele Şube Müdürü Hakan Öndoğan’mış) hem ağlıyor, hem konuşuyor. Haberi burada yakaladım ve şu sözleri duydum: “Biz bu çocukları topluma kazandırmıyoruz, biz aslında kendimizi topluma kazandırıyoruz.”

Bir yılı stajda olmak üzere, toplam 5 yıl kanuna aykırı bir eylemde bulunmuş çocuk ve gençlerle ıslahevinde, tutukevinde, gençlik merkezinde çalıştım. O dönemde bu çocukların “topluma kazandırılması” terimi sıklıkla kullanılırdı. Ara ara düşünürdüm, hangi topluma? Gerçekten bu topluma kazandırmak uygun bir şey mi? Daha öncesinde çalıştığım yetiştirme yurtlarında sıklıkla kim kimin yaşamını şekillendiriyor diye düşünürdüm, ben mi çocukların, çocuklar mı benim. Sanırım yaşama dair pek çok şeyi ilk gençliğimde gönüllü çalıştığım çocuk yuvaları ve yetiştirme yurtlarında öğrendim. Sosyal hizmet müthiş bir dershane oldu benim için. Bir çeşit “hizmet-içi” idrak artırma, yürek genişletme yolu...

Emniyet yetkilisinin derin ve yürekten sözleri kavradı beni. Şimdi toplumsallaşmadan kendi özüyle uyumlu olmayı, birlik bilinciyle hareket etmeyi anlıyorum. Herkes kendi özüyle hizalı olabilse, toplumda kendiliğinden uyum olurdu gibi geliyor bana. Bu sabah Lale iyi dilekler kervanı ile ilgili konuşurken, “yaşadığım şeyler karşısında, iyi dileklerde bulunmak hoş bir hikaye gibi geliyor bana” dedi. "Yalnızca kuşlar, kelebekler, dünya çok güzel, biz de iyi dileklerde bulunalım gibi bir uygulamamız olsaydı, sanırım pek işe yaramazdı. Farkındalık, idrak sağlamadıktan sonra etkisi pek küçük olur herhalde. Bizim niyetimiz ise bambaşka." dedim. Daha önceki kervan yoldayken yazmıştım, bir kere daha hatırlatayım istiyorum şimdi. Biz iyi dileklerde bulunurken, aslında “gönülden” iyi dileklerde bulunmamızın önündeki engelleri, bulutları, acıları, yaraları görmek için de yoldayız. Bu topluma ve insanlığa ilişkin hayalkırıklıklarımızı, öfkemizi, üzüntümüzü, endişelerimizi anlamak, idrak etmek ve şifalandırmak için yoldayız. Biz kendimizi topluma kazandırmak için yoldayız.

Akşam bir kitaba başlayacaktım. Neredeyse bilinçsiz bir şekilde aniden kalktım ve Zeynep’in geçen hafta verdiği 6-7 filmin içinden birini makineye koydum. Seçtiğim filmi daha önce duymamıştım. Film başladı, o kadar film seyretme niyetim yoktu ki, başka bir odaya gidip, bir iş yapmaya başladım. Fakat içeriden bir görünmez ip beni usulca çekip, ekranın karşısına oturttu. Film, “Cafe’deki Kız- The Girl in the Cafe”. Bir bakayım ki, film politikacılar, dünyadaki yoksulluk, bebek ölümleri, karar mekanizmaları hakkında. Fırsatınız olursa, seyretmenizi öneririm. Film bitti ve en sonunda Mandela’nın bir sözü çıktı ekrana:

“Bazen büyük olmak görevi bir neslin üzerine düşer.
O büyük nesil siz olabilirsiniz.

Sometimes it falls upon a generation to be great.
You can be that great generation.”

Pes dedim. Ayarlanmış gibi. Bilinci yükselmiş, yüreği açılmış, özgürleşmiş o nesil bu nesil olabilir mi? Olur olmaz, her birimiz üzerimize düşeni yapalım da, bakalım nereye gidiyoruz.

Tam bu sırada bir de aklıma yine bugün Lale ve Sevgin’le gördüğümüz gökkuşağı gelmez mi? İstanbul’da belirgin renkleriyle uzun uzun gökyüzünde kalan bir gökkuşağı vardı. İçimiz kabardı duygudan, “bizim hissettiğimiz mutluluğu tüm varlıklar da hissetsin” diye diledik. Ne harika bir dünyada yaşıyoruz. Düşünce/kavram dünyasından çıkıp da gerçek dünyanın güzelliklerini, mucizelerini görmek nasip olsun hepimize...

Günün kolajı epey renkli, değil mi?

Yatmıştım, bu yazı zihnimde aktı, yine görünmez bir ip yatağımdan kaldırdı, bilgisayara çekti beni. Yazıyı tavındayken yazdım.

Biz bir avuç insan kendimizi topluma kazandırabilir miyiz dersiniz? Biz o nesil olabilir miyiz?



Bugün beş...
Selam kervanın yolcuları ve yolcuları izleyenler...
Yukarıda sözünü ettiğim yazı 22 Eylül 2008 "İyi Dilekler Kervanı" yazısı. Belki tekrar okumak bu süreçte ufuk açar.

2 yorum:

  1. Merhaba,

    Tüm iyi dilekler kervanı yolcularına sevgiler.

    Ne ilginç bir kervan bu kaç gündür düşünüyorum. Çünkü süre belli, yolcular belli fakat varılacak yol bize bağlı diye düşünüyorum. Biz nereye gitmek istersek oraya varacağız gibi hissediyorum kendi adıma.

    İyi dilekler demişken iyi-kötü diye adlandırdığımız kelimeler için Yaşar Kemal Binboğalar Efsanesi isimli kitabında (Yerleşik düzene geçmeye direnen Türkmenler üzerine bir roman-YKY) Hızır ile İlyas peygamberin buluştuklarına inanılan Hıdırellezde köyün ileri gelenlerinden Haydar Usta'dan kendilerine her daim kalabilecekleri bir mekan dilemesini istiyorlar. Çok beğendiğim bir bölümü paylaşmak istedim.

    Düzenledikleri toy (düğün-dernek-eğlence) başladı. Yemekler yendikten sonra hiç duyulmamış bir semah başladı. Bu semahı 100 yaşını geçmiş Koyun Dede çalıyordu. Semahtan sonra Koyun Dede kalabalığa karıştı. Kısık sesiyle: "Dünyada her şey var. Ağaç, kuş, toprak, türlü kokular, nimetler... Toprak bereketli, toprakta yüz bin, bir milyon doğurganlık... Akla hayale sığmaz. Sular, yıldızlar... Hepsi de insan için yaratılmıştır" dedi. "Bu gece yüreğinizi iyice temizleyecek, arıtacaksınız... Eğer içimizden bir insanı aşağılıyorsanız, aşağılanacak insan yoktur, bunu böylece bilin. Eğer bir insan için kötülük düşünüyorsanız, kötü düşünülecek insan bu dünyaya gelmemiştir, bunu böylece bilin. Dünyada kötülük yoktur. Kötülük uydurmadır. Dünyada iki türlü iyilik vardır. Işıktan bir değnek alın elinize, uzun bir değnek... Değneğin bir ucu çok parıltılı, bir ucu daha az parıltılıdır. İşte iyilik ile kötülük arasındaki fark bu kadardır. Bunu böylece bilesiniz.

    Kervanla yürürken daha iyi geldi bana bu satırlar. Hem kalben hem de fikren.

    Sevgiler gönülden.

    YanıtlaSil
  2. Yüreğine sağlık Seda'cım, nasıl güzel bir katkı oldu. Yolumuzu aydınlattı, aydınlığını artırdı.

    YanıtlaSil