14 Mayıs 2009 Perşembe

İşimize Gelmeyen Sezgiler Ne Oluyor?

Beypazarı-Akyazı yolu üzerindeki Kuş Cennetinin arkasındaki kat kat renkli dağ,
19 Nisan 2009


Bugün kısmetimize zihnimizde, kalbimizde evirip çevireceğimiz birkaç soru çıktı:

Günlük yaşamımızda seçimlerimizi yaparken, bazen sezgilerimizi izliyoruz... İçimize sıcak geleni, içimize neşe, coşku vereni, zihnimizle açıklayamasak da içimize doğru geleni, kuvvetli bir çekilim hissettiğimizi ya da sessiz ama derinden bildiğimizi hissettiğimizi izliyoruz... Genellikle sezgilerimiz bize bir şeyi yapmanın uygun olmadığını belirttiğinde buna uymakta oldukça sadık davranıyoruz. 'Yapma'ya uymak sanki daha kolay...

Ya içimizden "yap" şeklinde gelenler? Sanki burada bir pazarlık payı varmış gibi davranabiliyoruz. İçimizde bir his, "doğada bir gün geçir", "hiç bir şey yapmadığın bir gün geçir", "bir gün boyunca herşeyi bırak ve tamamen kendine ayır", "sabah yürüyüş yap", "şu kimseyi ara", "şu öğrendiklerini bir grupla paylaş", "şunu beslenmene kat", "qi gong yap", "her gün sessizce otur" gibi yaşam yolumuzu kolaylaştıracak, kalitesini artıracak ya da her günkü rutinimizi kıracak, tazelik, yenilik, farklılık getirerek anlayışımızı artıracak uygulamalar içimizde yankılanıyor. Bir gün değil, beş gün değil, üç hafta değil... Uzun bir süre, içimizde sanki sessiz bir ses sakin bir tonla sürekli bize hatırlatıyor, yolu gösteriyor...

Ancak bu "yapsan iyi olur" sesine ya kulakları tıkıyoruz, ya "tamam tamam haftaya" diye -biraz sert kaçacak ama olanı yumuşatmanın da alemi yok- yalan söylüyoruz kendimize, ya pazarlık yapıyoruz "her gün yapamam, 2 gün yapsam olur mu?, "20 dakika yapamam, 5 dakika yapsam olur mu?"...

Geçenlerde Caroline Myss'in bir videosunu izliyordum. Bir anısını paylaştı. 25 yıl kadar önce daha şifa çalışmalarına yeni başladığında, bir AIDS hastası gelmiş. Myss ve birlikte çalıştığı arkadaşı AIDS hakkında pek bir şey bilmiyormuş. Tedirgin olmuşlar önce, ancak sonra üzerinde çalışmışlar ve adamın yapması gerekenlere ilişkin bir liste çıkarmışlar. İşte ayaklarını tuzlu suya koy, bilmemne yağını ısıt karnına koy, şu meditasyonu yap, şu arınma çalışmasını yap diye oldukça uzun ve detaylı bir listeymiş. Adama gösterdiklerinde, "Hepsi bu mu?" demiş. Myss, o zamandan beri yaşamında böyle birine hiç rastlamadığını anlattı. Herkes pazarlık yapıyormuş. Kendimizden biliyoruz, değil mi? Myss, adamın tüm dikkatini listeye verdiğini ve harfiyen yerine getirdiğini söyledi. Adam AIDS'den tamamen kurtulmuş ve şu anda avukatlık yaparak hayatını normal bir şekilde sürdürüyormuş. AIDS'ten kurtulan kimse duymamıştım daha önce. Bu hikayeye şaşırdım. Ancak en çok da aslında nasıl şefkatle yaşamın bize yol gösterdiğini ve tembellik, üşengeçlik, inançsızlık, istikrarsızlık enerjileriyle kendimizi sabote ettiğimizi düşündüm.

Bazen aylarca, yıllarca bir durumun içinde hapis kalıyoruz. Herhalde bu durumdan yeterince bıkmıyoruz ki, sezgilerimizin bize gösterdiği çıkış yollarını takip etmiyoruz. Bazı hallerde "Çıkış yolunu görmüyorum" diyoruz. Ancak acaba hakikaten görmüyor muyuz, yoksa içimizden bir şeyler geliyor da, "Bu yolun nasıl çıkış yolu olacağını görmüyorum. Böyle saçma/küçük/ilgisiz/dolaylı bir şeyi yaşama geçirdiğimde, bunun benim sorunumu nasıl çözeceğimi görmüyorum. Bu çıkış yolu olamaz" deyip, hapishanenin içinde dönmeye devam mı ediyoruz? Belki de o küçük/ilgisiz/saçma/dolaylı yoldan biraz ilerlesek, herşey daha farklı görünecek gözümüze, belki hiç beklenmedik açılımlar olacak, belki ansızın destek gelecek... Bir denemeden ne kaybederiz ki... Ama ayaklarımıza beton dökülmüş gibi bir inat içimizde, bir inat...

Bu kadar inatla, bu kadar bilmişlikle, bu kadar inançsızlıkla "sevginin yaşama geçmiş hali" nasıl olacağız? Zihnimiz bazı hallerde teslim olmasının en uygun seçim olacağını görmüyor mu?

Yalnız küçücük de bir hatırlatma: Sezgilerimiz -şu andaki anlayışıma ve deneyimlerime göre- bize hiç bir zaman birinin kalbini kırmayı, zarar verecek bir şey yapmayı söylemiyor. Hep yapıcı, hep şefkatli, hep sevgiye ve anlayışı artırmaya yönelik adımlar söylüyor...

İçimizde derinden doğru olduğunu bildiklerimizi takip edebilme cesaretini, istekliliğini gösterebilmemiz ve yaşamla ekip halinde yürüyebilmemiz dileğiyle...

1 yorum:

  1. Sizin yazılarınızı sürekli takip ediyorum.Duygularımı düşüncelerimi dile getiriyorsunuz.Tebrikler.
    Evet bende hiçbir zaman birinin kalbini kırmayı istememişimdir.Yapıcı olmaya çalıştım hep.Ancak;olmayınca olmuyor.
    Benimde deneyimlerime göre adım atma yolu karşılıklı olmalı.Çıkış yolunu karşılıklı bulmalı insan.Adımlar eşit olmasada ben iki adımsa karşımdaki de bir adım atmalı.Ailemde yaşadım bu olayı.Annem ve babam 32 sene sonra ayrıldılar çok çabaladım babamın bu kararını değiştirmek için.Tabii asıl annem çabaladı.Babamın kararını değiştirmek için.
    şunuda yapsaydım diyecek hiç bir fedekarlığımız kalmadı açıkcası.13 sene oluyor ayrılalı.
    sorunun çıkış yolunu görmüştüm,Annemde görmüştü;abimde.Ama babamın da görmesi gerekiyordu.
    Benim yaşamımdan bir kesitti bu örneklediğim.
    (İlginçtir;bu yazıda kullandığınız fotoğrafın aynısını geçtiğimiz yaz tatilinde Eşime göstermek istediğim çoçukluğumun geçtiği Çayıyhan dan giderken çekmiştim.)

    YanıtlaSil