15 Mart 2008 Cumartesi

Yaşama Dokunmak...

Yeşil lahana yaprağı, Tony Howell- www.tonyhowell.co.uk

Dün gece tam uyumadan önce aşağıdaki yazı kendini yazdı. Mecbur kaldım sıcacık yatağımdan kalkıp, kalem kağıt almaya. Gözlerim yarı kapalı not aldım. Şu harika bahar gününde belki hepimize ilham verir...




Ölüm bize gelse, “Haydi, hazır mısın?” dese, çoğumuz “Hayır, yaşamayı seviyorum, daha yaşamak istiyorum” deriz herhalde…

Ancak nasıl sevgiyse bu… Ömrümüzün büyük bölümünü yaşama dokunmadan geçiriyoruz…

Düşünsenize sabah kalktığımız andan akşam yatıncaya kadar ne kadar an’ı dolu dolu yaşıyoruz?

Sabah uyandığımızda, gözlerimizi açmamızı, yatakta dönüp, ayağa kalkmamızı, terliklerimizi giymemizi, banyoya gitmemizi fark ediyor muyuz? Yoksa otomatik mi bunlar? “Aman canım bunları fark etmenin ne önemi var?” mı diyorsunuz? Dişimizi fırçalamamızı, tuvalete girmemizi, duş yapmamızı, çay suyu koymamızı, peyniri buzdolabından çıkarmamızı fark ediyor muyuz? Belki belki telaşsız bir gündeysek, çayın ya da kahvenin kokusunu duyabiliyoruzdur ya da kızarmış ekmeğin. Belki peynirin ya da zeytinin de ilk lokmalarının tadını alıyoruzdur. Gerisi yine düşüncelerin, konuşmaların arkasında kalıyordur. Giyinmemiz, çantamızı hazırlamamız hep otomatik mi yoksa? Ne oldu, sabahın çoğunda yaşama dokunamadık, dolu dolu yaşayamadık…

İşe gittiğimizde zaten iyiden iyiye gerçekten, kendimizden, yaşamdan kopuyoruzdur belki. Kavramlar, düşünceler, sanal alem, geçmiş, gelecek, her türlü koşullanma bizi yutuveriyordur. Evde ise hangimiz lavaboyu ovarken, yaşama dokunuyoruz ya da yemek pişirirken? Hele de birbirimizle konuşurken, dinlerken, zihnimiz bir sonraki lafı söylemek için yarışır, yarattığı kendi imajını parlatıp korurken, hangimiz yaşama dokunabiliyoruz?

Bir gün geçip gitti. Neleri fark ettik? Hangi an’ları dolu dolu yaşadık? Keyif aldığımızda, canımız acıdığında birkaç an dikkatimizi verdik belki, gerisi uykuda gibi. Tüm o önemsiz diye düşündüğümüz eylemlerimiz yaşamımızın çok büyük bir kısmını oluşturuyor oysa. Bir de yaşamı sevdiğimizi, daha yaşamak istediğimizi söylüyoruz. Doğaya gittiğimizde ya da tiyatroya, konsere ya da tatile zihnimiz öyle dolu ki, o doluluk yaşamla aramızda bir sünger gibi, dokunamıyoruz bir türlü yaşama, en fazla birkaç an, o da iyi ihtimal…

Hislerimiz donmuş gibi geçirdikten sonra, yaşama sıkı sıkı bağlıymış gibi yapmak biraz tuhaf değil mi? Kimimiz ‘yaşamak çok tatsız’ diyoruz. Dokunulmayan bir yaşamın nasıl bir tadı olur ki?

Dikkatimize layık bulamadığımız nice an’a dikkatli baksak, acaba yaşama dokunur muyuz, kendi yaşamımıza? Nasıl bir tat olur, nasıl bir renk?

Dingin Savaşçı’da çok güzel bir bölüm vardır. Yaşlı adam “Her an’da bir şey oluyor” der görmesini bilene.

Açalım gözlerimizi, dokunalım yaşama, iyi, kötü, önemsiz demeden her an'a…


1 yorum:

  1. Yaşamda doğum ve ölümdür gerçek olan, aradan geçen zaman ne yazık ki yapmamız gerekliliğini düşündüklerimizdir.
    Yaşamı boş kullanırız, ilerledikçe farkına varır pişmalıklar duyarız ama yine de önümüzdeki an'a dokunamadan yaşar gideriz.
    Siz de benim gibi yaşamı sorguluyorsunuz, bunca yıl çıkamadım içinden.
    Yaşıyorum bir an sonrasını görmeden, dönemiyorum geriye ne kadar istesem.
    Yapmak istediklerimiz mi yaptıklarımız, yoksa gerçekten hepsi planlanmışlarmıdır.
    Sevgiyle kalın

    YanıtlaSil