2 Kasım 2007 Cuma

6- Sadeleşme Yolunda Zorlandığımızda

19.12.2005

Bazen çevremizi, kendimizi sadeleştirmeye bir heves başlıyoruz. Bir süre iyi giderken, bir bakıyoruz ki sıkılıyoruz, zorlanıyoruz, üşeniyoruz, kararsızlıklardan yoruluyoruz. Peki, bu sadeleşmeyi nasıl sürdürebiliriz?

Hayal kurabiliriz... Konu: Gönlümdeki yaşam ya da gönlümdeki ‘ben’ ya da yaşamda duruşum.
Nasıl bir yasam istiyorum diye kendimize sorabiliriz.
Nasıl bir yaşam için yer açıyoruz böyle sadeleşerek, fiziksel yer boşaltarak?
Geçmişe tutunmayı bıraktığımızda, şimdiki yaşamımıza neyin dolmasını ya da neyin boşalmasını diliyoruz?
Nasıl bir yaşama yer açıyorum? Bunu uzanıp, gözlerimizi kapatarak da yapabiliriz, yazarak da. Benim için bu tür şeyler yazarak daha kolay oluyor. Düşünce çok hızlı olduğu için, yazmazsam, bir yerlerde ipin ucu kaçabiliyor ve ben kendimi yapacağım yemeği tasarlarken bulabiliyorum :))) Hikâye gibi yazmak da mümkün, madde madde yazmak da. Ne istediğimizi, niyetimizi detaylı ve net bir şekilde tarif edebilirsek, niyetimize enerji odaklamış oluyoruz. Niyetimizin; bütünün güzelliğine, iyiliğine hizmet edecek şekilde gerçekleşmesini dileyerek, temizliğe devam edebiliriz ve ara ara kendimize yaşamımızda neye yer açtığımızı hatırlatırız.

Saf farkındalık...
Bizi durduran bir güçlükle –korku, endişe, sıkıntı, tembellik, yapışma hali, öfke, bezginlik- karşılaştığımızda, vipassana tekniğini bilenler hemen durup, birkaç dakika vipassana yapabilirler. Bilmeyenler, durup, zihninizdeki duygulara, bedeninizdeki hislere bakıp, bunların ne olduğunu gözlemlemeye çalışabilirsiniz. Değiştirmeye çalışmadan, yalnızca gözlemlemek. Bu tür zihin halleriyle özdeşleşmez, gözlemci kalabilirsek, her şey gibi onlar da değişirler ve kaybolurlar. Güçlü kökleri olanlar tekrar ortaya çıkabilirler. Her defasında gözlemlemeyi başarabilirsek, gittikçe zayıfladıklarını, daha az aralıklarla ve daha güçsüz bir şekilde ortaya çıktıklarını görebiliriz.

Zorluklarımızı yazabiliriz...
Aklımıza gelen tüm inançları, düşünceleri, kendimize söylediklerimizi serbestçe, içimizden geldiği gibi yazabiliriz. Bu düşüncelerle çıkan duygularımızı da yazabiliriz. Bunları yalnızca yazmak bile farkındalığımızı biraz daha keskin hale getirebilir. Sonra bu inançların, düşüncelerin hizmet ettikleri ihtiyaçlarımıza bakabiliriz. Güvenlik mi, sevilme mi, gelişme mi, görülme mi, saygı mı, otonomi mi? Korkularımızı, dirençlerimizi, endişelerimizi, sıkıntımızı gidermeye, onlardan kurtulmaya çalışmadan önce, bir kulak verelim onlara. Yaşamımın şu anına kadar gördüğüm o ki, yaşamda hiçbir şey fuzuli değil, mutlak bir şeye hizmet ediyor. Bu duyguların, inançların da hizmet ettiği bir ihtiyaç vardır elbette. Ve bizler gerçek ihtiyaçlarımızı görebilirsek, belki bu ihtiyaçlarımızı karşılamak için, eşyalara tutunacağımıza, farklı yöntemler, yollar arayabilir, bulabiliriz.

Bazen zihnimizde çok şey vardır ve boğuluruz. Yapmamız gereken şeyler yüzünden suçluluk hissederiz. Bazen bu halde uzun bir süre yaşamışızdır ve artık hiç bir şey değişmeyecek gibi bir hisse kapılmışızdır. Kendimizi cezalandırmak için de bir nevi “çöp” (artık yaşamımıza hizmet etmeyen herşey anlamında) evde, çalışma mekânında yaşarız. Gizli gizli zihnimizin diplerinde bir yerlerde hak etmediğimiz, gayret göstermeye değmediğimiz inancı vardır. Böyle düşüncelerimiz varsa, bunları yakalayalım, onların neye hizmet ettiğine bakalım ve aynı çemberin içinde dönüp durmak yerine, mini minnacık da olsa, küçük küçük adımlar atalım. Her adım o çemberin dışındadır.

Ivır zıvırımızı düşündükçe ortaya çıkan yorgunluk, bezginlik, yılgınlık ve hatta depresyon halleri, biz eyleme geçtikçe, adımlar attıkça, buharlaşmaya başlar. En zoru adım atmak, sonra –hepimizin bildiği gibi- top yuvarlanmaya başlar, hafifler, rahatlarız, hatta birisi “sihir başlar” demişti...

Yaşam dansında kendi figürlerimi yapmanın, nasibime düşenlere can vermenin keyfi ve yürekten taşan sevgiyle

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder