27 Mart 2009 Cuma

Bir Ağaca Yakından Bakmak...

Şadan'a sevgilerle, Validebağ Korusu, 24.03.2009

Dün doğayla iletişimden, etkileşimden, bağlantıdan söz edince, aklıma bir kitap geldi. Findhorn yayınlarından: Connecting with Nature, John Stowe, 2003. Birkaç yıl önce okumuş ve bazı uygulama önerilerini yaşama geçirmiştim.

Rastgele kitabı açtım ve bir uygulama çıktı karşıma... Biraz uzun, özetleyerek tercüme yapacağım... Belki bu haftasonu -İstanbul'da hava güneşli olacağı söyleniyor- yeşillik alanlara gitmeye niyeti olan vardır...

Bir Ağaçla Derinden Bağlantı Kurmak:

a. Açık olun: Bir ya da daha fazla ağaçla birlikte olabileceğiniz rahat doğal bir yer bulun. Birkaç dakika sessizce oturun ve sakin, dingin hissedene kadar nefesinizi izleyin. Etrafınızı sakince izleyin.

Hazır hissettiğinizde, ağaçlara bakın. Dikkatinizi en çok çeken ağacı bulun. Bulunca, dikkatinizi bu ağaca odaklayın ve eğer içinizden gelirse, bu ağaca yaklaşın. İçinizde ağacın sizinle iletişim kurmak istemediğine ilişkin bir his oluşursa, başka bir ağacı seçin.

b. İlişki kurun: Ağacı gözlemleyin. Ağacın nasıl durduğuna bakın- diğer ağaçların arasında ve de o arazide nasıl duruyor. Topraktan nasıl çıktığına bakın, köklerinin onu nasıl desteklediğini düşünün. Güneş ışığına nasıl dönmüş olduğuna bakın. Yıllar içinde kaybetmiş olduğu dallara bakın, nerelerde berelenmiş olduğunu gözleyin.

Hiç bir organizma kendi başına yaşamaz. Bu ağacın üzerinde ya da çevresinde kimler yaşıyor? Kabuğunun üzerinde yosun var mı? Kabuğun üzerinde ya da yerde mantar var mı? Başka bitkiler bu ağacı destek olarak kullanıyor mu? Gövdenin üzerinde böcekler var mı? Örümcek ağı var mı, kuş yuvası var mı?

c. Derinleşin:
- Ağacın resmini çizebilirsiniz.
- Bu ağaç bir ses çıkarabilseydi, nasıl bir ses çıkarırdı? Bir şarkı söyleseydi, nasıl bir melodisi olurdu?
- Serbestçe konuşabilirsiniz- mümkünse yüksek sesle. "Bu ağaç bana... hissettiriyor" diye başlayıp, aklınıza geleni kontrol etmeden ifade edebilirsiniz.
- Bu ağaç bir insan olsaydı, sokakta bu insanı görseydiniz bu duruşuyla, nasıl bir görüntüsü olurdu? Ne giyerdi mesela? Hayatının nasıl olduğunu düşünürdünüz?
- Bu ağaçla konuşabildiğinizi hayal edebilirsiniz. Ağaca ne sorardınız? Ondan hem kendi hakkında, hem de doğa hakkında ne öğrenmek isterdiniz? Sorun ve cevapları hayal edin. Dikkatle dinleyin.

d. Tamamlama: İstediğiniz kadar zaman geçirdiğinizi hissettiğinizde, ağaca teşekkür edin. Dilerseniz, yaşadıklarınızı bir deftere not edebilirsiniz.

Eğer bu süreç hoşunuza gittiyse, başka bir zaman yine aynı ağaca gidip, bu uygulamayı tekrarlayabilirsiniz. Deneyiminizin değişip değişmediğine bakabilirsiniz böylece. (s.48)

26 Mart 2009 Perşembe

Doğayla Bağlantı...

Validebağ Korusu, 24.03.2009



Birçok ağaç çiçek açtı en azından İstanbul'da. Hatta artık çiçekler dökülmeye başladı, yapraklar usuldan çıkıyor. Çiçek açmış ağaçlar ne kadar hoş kokuyorlar, değil mi? Haftasonu hava
güneşli olacakmış, iyi değerlendirmeli. Günlük yaşamımızda yapılacak pek çok iş var elbette. Anneannem "Dünyanın işi bitmez" derdi. Bitmiyor gerçekten. O yüzden denge içinde yaşamaya niyet etmek önemli. Bu dengenin içinde doğayla bağlantıyı, doğayla karşılıklı alış verişi özel bir yere koymak yaşam kalitemizi çok artırabilir. Yüreğimiz heyacanını kaybetmişse, endişeliysek ya da canımız sıkılıyorsa, doğada sıkı bir yürüyüş tüm ruh halimizi değiştirebilir. Doğadan gelen ekstra enerjiyle de belki tıkanmışlığın sebeplerini görebiliriz. Bazen öyle yürüyüşlere çıkarım, bir tıkanıklık vardır içimde. Niyet ederim, bu tıkanıklığın sebeplerini görmeye ve bu tıkanıklığı nasıl aşacağımı görmeye niyet ediyorum, derim. Yürürüm doğada. Konuyu düşünmem, yalnızca etraftaki güzelliklere açarım kendimi. Bazen biraz terleyecek kadar da hızlı yürürüm, o da çok iyi gelir. Sonra ansızın ipuçları gelmeye başlar zihnime, bir sonraki adımlar belirir. Kimi zaman yalnızca o yürüyüşle tıkanıklık açılır, tekrar akmaya başlarım. Bu haftasonu belki böyle yürüyüşler için uygun bir zamandır. Başkalarıyla olsak bile, bir 10 dakika yalnız başımıza yürüyebilecek bir fırsat yaratabiliriz herhalde çoğumuz.

Evvelsi gün elime bir kitap geçti. Yine Debbie Ford'un. "Ne oluyoruz" dedim "İçimiz dışımız Debbie Ford oldu." Kısa bir bölümünü okudum henüz, ancak sorduğu sorular hoşuma gitti. Her an seçim yapıyoruz ve seçimlerimiz an'ımızı ve geleceğimizi şekillendiriyor, bunu biliyoruz. Her bir seçimin önemini de biliyoruz her ne kadar ufak, önemsiz gibi görünen bir konuda da olsa. Ford kendinize sorun diyor, "Bu seçim beni ilham verici bir geleceğe mi götürecek, yoksa geçmişe saplanıp kalmama mı neden olacak?" ya da "Bu seçim yaşamıma güç mü katacak, yoksa yaşam enerjimi mi çalacak?" Böyle 10 soru sormuş. Kitabın adı da: "Doğru Sorular" (Kuraldışı, 2003)

Belki bazılarımız bazı konularda dönüm noktasındayızdır ya da bunaldığımız, ne tarafa döneceğimizi bilemediğimiz, içimizden hiç bir şey yapmak gelmediği bir dönemimizdir. Tam doğaya gitme zamanı... Niyetimizi yapıp, Debbie Ford'un sorularını da yanımıza alıp, doğaya kendimizi bırakmanın zamanı... Yayılıp, piknik yapmaktan söz etmiyorum yalnız... Merakla doğayla bağlantı kurmaktan, iletişim kurmaktan, etkileşmekten, birbirine açık olmaktan söz ediyorum... İster yanımıza bir bitki ya da kuş kitabı alarak, ister fotoğraf makinesi alarak, ister uzun uzun sessizce doğayı gözleyerek, ister ağaçlarla, çiçeklerle konuşarak, hangi yolla istiyorsak ama doğayla bağlantıda olarak doğada bulunmaktan söz ediyorum... Belki bugünler doğanın bizlere söyleyeceklerini dinleme zamanıdır...

Doğayla iletişim deyince, aklıma doğanın ritimleriyle, kanunlarıyla uyum içinde yaşamaya ilişkin bir uygulama geldi. İnsanlar binlerce yıldır ayın hareketlerini gözlemleyerek, tekrarlanan etkileri fark etmiş ve yaşamını buna göre uyumlu yaşamaya ilişkin bilgiler derlemişler. Yıllar önce merak sarmıştım, o zamandan beri de bazı yapacağım işlerin tarihlerini ayın hareketlerine uyumlu yapmaya dikkat ediyorum. Kendimi germiyorum bunun için ama mümkün oluyorsa, dikkat ediyorum. Bildiğim bir kitap var bununla ilgili: Beden İçinde Yolculuk- Johanna Paungger- Thomas Poppe, Omega Yayınları, 2002.

Bir de bu konuya iyice merak sarmış arkadaşım Güneşin Aydemir'in Ocak'ta başlattığı bir blog var: http://www.gunbilgesi.blogspot.com/ Bugün yeniay mesela. Bedenin en çok arındığı günlerden biri diyorlar. Bedene bu sürecinde yardımcı olmak ne güzel olur- hangi arınma yollarını biliyorsak. Yeni ay, yeni başlangıçlar için de çok uygundur, diyorlar. Var mı yeni bir başlangıç yapmak istediğiniz bir şey şu sıralar? Güneşin, bugün için "niyet yapmak için uygun bir gün" diyor.


Başlangıç, Validebağ Korusu, 24.03.2009

Çiçeklerin yüzlerini güneşe döndükleri gibi, bizler de doğaya yüzümüzü dönelim bugünlerde. Bakalım bize ne hediyeleri var, tahmin bile edemeyeceğimiz ne bilgeliklerle bize ilham verecek...

Doğayla derinden bağlantının coşkusunu hissettiğimiz nice an'lar dileğiyle...

25 Mart 2009 Çarşamba

Şefkat- Yüzü Güneşe Dönme

Validebağ Korusu, Mart 2009


Dün enerjim azalmıştı. Baktım verimim çok düştü, attım çantamı sırtıma, koruya gittim. Zaten kendimi zorlasam da iş çıkmıyor, bari yüreğimi besleyeyim istedim. Güneş çok tatlı oluyor akşamüstü. Yumuşak bir portakal rengi, kavuniçi ışık. Hem içime çektim güzellikleri, hem fotoğraf çektim. Fotoğraf çekmek etrafıma daha da alıcı gözlerle bakmama yardımcı oldu. Ancak bir makinenin arkasından bakmadım her zaman, iyice bir yüreğimi açtım doğaya. Doldum, doldum taştım... Baharın en güzel zamanlarından biri... O uyanış enerjisi ne kadar güçlü... Tomurcuklar enerji saçıyor sanki... Dalları tuttum, sanki güçlü bir enerji akımı yüreğime ulaştı... Yeni çiçek açmakta ya da açmış ağaçların yanında durmanızı ve kendinizi açıp, bedeninizde olanları izlemenizi öneririm... Şifa niyetine...

Yukarıdaki görüntü çok hoşuma gitti. Çiçek güneşe kucak açmış gibiydi. Yüzünü dönmüş, kendini güneşin ışıklarına bırakmış gibiydi. Yüreğim eridi bu görüntü karşısında.

Bugün yalnızca bir dileğim var:

Kendimize şefkatimizin an be an artmasını diliyorum... Tüm hücrelerimizin şefkatle dolmasını, inip çıktığımız yaşam dalgaları arasında kendimize şefkatle hep pırıl pırıl parlamamızı diliyorum...

24 Mart 2009 Salı

Yola Işık Tutan Sözler: Başarı

Ballıbaba'lar çoktan açtı, iyice sardı etrafı... 18.3.2009


Birkaç ay önce gazetede bir röportajda okumuştum:

"Başarı; ahlaklı olduğun için değil, ihtiyacın olmadığı için yalan söylemeyecek düzeye gelmektir."
Çetin Altan

(4.1.2009, Milliyet, Pazar Eki, Filiz Akgündüz'ün Çetin Altan'la yaptığı röportajdan)

Hoşuma gitti bu söz. "Yalan söylemeyecek" kelimelerinin yerine, pek çok başka kelime de konabilir: dedikodu yapmayacak, gerilim yaratmayacak, öldürmeyecek, ihtiyacından fazlasını ve sana açıkça verilenden başkasını almayacak, eziyet etmeyecek, şiddet göstermeyecek gibi...

Hepimize başarılı bir ömür dileğiyle...

23 Mart 2009 Pazartesi

Yola Işık Tutan Sözler: Evimizin Eşiği...


Çocukluğumda dolapları karıştırmaya bayılırdım. Babamın eski defterleri vardı beğendiği sözleri yazdığı. Lisede mi yazmaya başlamış, üniversitede mi, bilmiyorum. Ancak çok hoşuma giderdi bu defterleri okumak. Her sayfaya bir söz yazmış, hepsi de farklı bir yazı biçimiyle özenle yazılmış. Geçenlerde gittim istedim defterleri babamdan.

Bugün üzerinde “Lise Defteri” yazan, sayfaları sapsarı bir defterden rastgele bir sayfayı açtım. 2177. söz, büyük harflerle yazmış :)


“Evinizin eşiğini temizlemeden, komşunun damındaki kardan şikayet etmeyiniz.”
Konfüçyüs

Hem çalışmalarda, hem dost sohbetlerinde, hem kendi yaşamımda görüyorum ki, en ağır uygulamaları yapmaya, en zorlu kitapları okumaya razıyız, yeter ki içimize bakmayalım, içimizdekilerle yüzleşmeyelim… Yargılamak, suçlamak sanki daha kolay…

Yaşamda ne görürsek görelim, tanık olduğumuz resimde ne varsa, her biri kendimizde arındıracağımız bir hali yansıtıyor olabilir. Kısacası komşunun damında kar gördük mü, hemen kafayı indirip, evin eşiğine bakmakta yarar var… Bakmak da yetmiyor, kolları sıvayıp, küreği ele almakta yarar var… Zihinde öğrenilenler uygulamaya geçmiyorsa, “an’ında” çözümlemediğimiz duyguların, temaların yüklerini sırtımızda taşımaya devam ediyoruz… Yaşamda yavaşlıyoruz, zorlanıyoruz… İsteğimizi kaybediyoruz, sıkılıyoruz… Bu an’larda durup, ne oluyor diye bakmak ne kadar değerli… Olan’ı olduğu gibi görmek, buna niyet etmek bu yolculukta en önemli anahtar… Kimseleri yargılama oyununa girmeden, olan’ı görmek… Bazı zamanlarda ilk içimizden gelen tepki yükselen bir kızgınlık şeklinde olabiliyor, o hallerde karşımızdakine henüz bir şey söylemeden, o duyguyla biraz oturmakta fayda olabiliyor. Sonra ne oluyor burada diye bakmak, kendimizde olan bir şeyin yansıması mı diye incelemek ufuk açabiliyor…

Kendi evimizin eşiğini güzel güzel temizlediğimiz, sonra komşuya çatısındaki karları gösterip, “kafana düşerse, belki yaralanırsın diye düşündüm, uyarayım istedim” dediğimiz, hatta birlikte kar kürediğimiz nice dayanışmalı günler dileğiyle…

20 Mart 2009 Cuma

Sevginin Yaşama Geçmiş Hali...

Bu hafta birlik bilincine, bütünleşmeye ilişkin bir tema yürüyor yazılarda… Bunun bir uzantısı olarak yaşama katkıda bulunmaya ilişkin bir yazıyla da devam edelim. Geçenlerde doğayı çok sevdiğimize ilişkin bir yazı yazmıştım… Bir de sözüm vardı, bu sevgimizi yaşama geçirmek için küçük adımlardan örnekler yazacaktım…

Bugün için elektrik enerjisini gerekenin dışında kullanmamaya ilişkin birkaç önlemi seçtim:

· Stand-by’da duran aletler elektrik kullanmaya devam ediyor. Bunları düğmesinden kapatabiliriz. Fişinden çekebiliriz. Ya da aşağıdaki kısa filmde de görülebileceği gibi bir toplu prize tüm aletleri takıp, düğmesinden hepsini kapatabiliriz.

· Kullanılmadığında bilgisayarı kapatabiliriz. Bunu uygulamak için, çok da yardımcı bir program var. Benim bilgisayarımda “denetim masası”na girildiğinde, “görünüm ve temalar” bölümü tıklanıyor. Orada ekran koruyucu bölümünde “monitör gücü”ne girip, diyelim ki 30 dakika kullanılmadığında monitörü ya da sabit diskleri kapatma ayarı yapılabiliyor. Yani biz günlük hay huy içinde kapatmayı unutsak bile, basit bir ayarlama ile, bunu yaşama geçirmek mümkün…

· Kullanılmayan ışıkları kapatabiliriz. Ambiyans için ille de lamba yakacağımıza, mum yakabiliriz.

· Enerji tasarruflu ampuller kullanabiliriz.

· Enerji tasarruflu beyaz eşyalar kullanabiliriz. Tabii değiştirme zamanı gelmişse, yeni alacaksak ya da almak üzere olan birini tanıyorsak…

· Cep telefonları şarj olduktan sonra hala şarjda kaldığı sürece enerji kullanmaya devam ediyor. Aşağıdaki videoda görebiliyoruz. Telefon şarj olunca, fişten çıkarabiliriz.

· Buzdolabının kapı lastikleri gevşediğinde enerji kaybına sebep oluyor. Lastiklerin durumunu tespit etmek için, buzdolabının kapağını açıp bir kağıdı araya sıkıştırıyoruz. Kapağı kapattığımızda kağıdı rahatlıkla çekebiliyorsak, lastikler gevşemiş demek. Değiştirmek gerek. Kağıdı zorlukla çekiyorsak, sağlam demek. Bunu ara ara kontrol etmek uygun.

· Asansörü mümkün olduğunca kullanmayabiliriz. Zaten şehir yaşamında hareketimiz az, bari merdivenleri kullanarak bir seçimle birkaç yararlı işleve vesile olalım…

· Ütüyle ilişkimizi tekrar gözden geçirebiliriz. Evde sürdürülebilir yaşama ilişkin birlikte çalışmaya başladığımız Tülay Hanım’ın bir uygulaması bana örnek oldu. Ütüyü çok seviyorum. Ancak birkaç haftadır artık çok da gerekli değilse ütüyü mümkün olduğunca az kullanmaya çalışıyorum. “Ütü kullanırken işiniz bitmeden birkaç dakika önce fişi çekerek mevcut ısıyı bir süre daha kullanabilirsiniz. 1500w bir ütüden 5 dakika tasarruf etmek 15w bir ampulü 100 saat bedava çalıştırmak demektir.” (Kipa’nın hazırladığı bir broşürden)

· Bazen televizyonu izlemesek de açık bırakıyoruz. Kendi kendine konuşup duruyor, o arada bin bir emekle elde edilmiş elektriği de boşa harcıyor. Belki 100% gibi bir mükemmeliyetçiğe gitmeden, ara ara da olsa televizyonu kapatabiliriz.

· Çamaşırları yıkarken sıcak su yerine, ılık su (30-40 derece gibi) kullanalım. Elektrik enerjisinin %90’ı suyu ısıtma esnasında harcanır. (Kipa’nın hazırladığı bir broşürden)

· Çamaşırları en yüksek devinimde sıkma programında değil de, daha düşük bir programda sıkabiliriz. Hem daha az buruşuyorlar.


Birkaç haftadır arkadaşlarıma facebooktan aşağıdakine benzer videolar gönderiyorum, belki ilham verir diye. Burada da paylaşmak istedim, sizler de belki çevrenizdekilerle paylaşmak istersiniz. Videolar güzel ama İngilizce. Bilmiyorum, otomatik tercüme programları var mı, bilen var mı? Buraya da iki video koyuyorum. Acaba içinizde özellikle ofiste nasıl doğaya sevgimizi gösteririz videosundaki önerileri Türkçe maddelemek isteyen olabilir mi? Böylece dil engeli kalmadan herkes yararlanmış olur.

Ayrıca elektriği gereksiz kullanmamak için sizlerin yaşama geçirdiğiniz uygulamalar var mı? Ya da internette araştırıp, yeni uygulamaları paylaşmak ister misiniz burada? Bu kez elektrik enerjisine odaklanalım diye düşünüyorum. Sonraki yazılarda diğer alanlara da geçeriz.

Tugay’ın kulaklarını çınlatarak, “sevginin yaşama geçmiş hali olalım” deyip, yazıyı bitireyim :)


*****

Elektriği yalnızca ihtiyacımız olduğu yerlerde kullanmak için birkaç öneriyi içeren bir video:

http://www.5min.com/Video/Eliminate-Vampire-Power---Stop-Wasting-Electricity-57207918


Ofiste (evde de) dünyaya yükümüzü azaltmak için birkaç öneriyi içeren bir video:

19 Mart 2009 Perşembe

Yola Işık Tutan Sözler: Beyaz...

Büyükada, 18.03.2009

“Kusursuz beyaz renk olarak neyse kusursuz sevgi de his olarak öyledir. Birçok kişi beyazın renksiz olduğunu düşünür. Öyle değildir. O tüm renkleri içerir. Beyaz tüm diğer renklerin bir birleşimidir. Sevgi de duygunun (nefret, öfke, şehvet, kıskançlık, kapalılık) yokluğu değil, tüm hislerin toplamıdır. O hepsinin toplamıdır. O her şeydir.”

Neale Donald Walsch
Tanrı ile Sohbet



(Yine Işığı Arayanların Karanlık Yanı kitabından.)

18 Mart 2009 Çarşamba

Teoriden Uygulamaya...

Bugünkü çiçek Sema'dan. Nasıl taze bir çiçek bulmuşsa, gonca 10 günde yavaş yavaş açtı, şimdiyse iyice şenlendi... Teşekkürler Sema'cım...


Okumak, dinlemek ancak yaşama geçirdiğimiz kadar değerli…

Dün sözünü ettiğim kitapta (Işığı Arayanların Karanlık Yanı) pek çok egzersiz var. Kendim pek çoğunu yapmıştım zamanında. Bazı arkadaşlarım zorlanmışlardı, kimi de çok yararlanmıştı. Üçünü paylaşayım… Belki şevk verir, ilham verir, harekete vesile olur… Belki zorlanmış olanlar da bugünlerde tekrar baktıklarında kolaylıkla karşılaşırlar...

Işığı Arayanların Karanlık Yanı, Debbie Ford, Akaşa Yayınları:

"Alıştırma yapmazsanız, ne kadar onaylasanız da bunlar bir işe yaramaz" diyor Debbie Ford.

Hoşlanmadığım yanlarım listesi:

Hoşlanmadığınız tüm yanlarınızın bir listesini çıkarın ve onların içerdiği armağanları bulmaya çalışın. Her bir veçhenizin olumlu ve olumsuz değerini görebilir hale gelir gelmez, savunmacılığınızı da bırakıp bu yanlarınızın özgürce var olmalarına izin verebileceksiniz. (s.29)

Sorular:

Kendinize şu soruları sorabilirsiniz. Cevapları yazabilirsiniz:

Ben en çok neden korkuyorum?
Hayatımın hangi veçhelerinin değişmesi gerekiyor?
Bu çalışmayı yaparak ne elde etmek istiyorum?
Başkalarının benimle ilgili neyi keşfetmelerinden en çok korkuyorum?
Kendi hakkımda en çok neyi keşfetmekten korkuyorum?
Kendime söylemiş olduğum en büyük yalan nedir?
Başkasına söylemiş olduğum en büyük yalan nedir?
Yaşamımı dönüşüme uğratmak için gerekli çalışmayı yapmamı ne engelleyebilir? (s. 42)

Başkalarını gözlemleme ve verdiğim öğütler:

Bir hafta boyunca başka insanlar hakkındaki yargılarınızı gözlemleyin. Her ne zaman bir başka insanın davranışı sizi rahatsız ederse, o insanda sizi en çok rahatsız eden niteliği yazın. Size en yakın olan insanlarla –arkadaşlarınızla, ailenizle ve iş arkadaşlarınızla- ilgili her türlü kanınızı yazın.
Başka insanlara verdiğiniz öğütlerin bir listesini çıkarın. Başkalarına yaşamlarını daha iyi kılmak için ne yapmalarını söylüyorsunuz? (s. 75)

17 Mart 2009 Salı

Işığı Arayanların Karanlık Yanı

Kokusu geliyor mu oraya? Mis kokuyor sümbüller mis! Bahar coşturuyor insanı! 17.03.2009


Sevgili Nergis bir okuma listesi sormuştu bir süre önce. Kütüphaneye şöyle bir baktım. Ara ara kitaplardan alıntılar yapıyorum konu denk geldikçe. Ancak birkaç temel kitaba ilişkin ayrıca yazılar yazmanın uygun olacağını gördüm. Seçtiğim ilk kitap için yazıyı hazırlarken, kendim de tekrar göz gezdirdiğim için tazelendi, canlandı içimde. Nergis’e vesile olmasından dolayı teşekkürler.

Biraz uzun oldu ama bir fikir vermesi için önemli gördüm…

***

IŞIĞI ARAYANLARIN KARANLIK YANI
Debbie Ford
Akaşa Yayınları


Siz gerçekten iç huzuru istiyor musunuz? Eğer istiyorsanız, sizindir. Teslim olun. Kavgayı bırakın. Savunmayı bırakın. Öyleymiş gibi davranmayı bırakın. Yadsımayı bırakın. Kendinize yalan söylemeyi bırakın. Savunmalarınızı, duvarlarınızı, sizi kuşatan kafesi kabul ve itiraf edin. Mükemmel olmaya uğraşmayın, çünkü bizi bu duvarları inşa etmeye götüren şey bu mükemmellik arzusudur. (s. 214)

Gölge:

Gelişen ego idealimize –idealleştirilmiş ve aile ile toplum tarafından güçlendirilmiş benlik duygumuza- uymayan şey gölge haline gelir. Robert Bly gölgeyi, “ardımızdan sürüklediğimiz uzun çanta” olarak isimlendirir. “Yirmi yaşına dek, hayatımızı bu çantaya hangi yanlarımızı koyacağımıza karar vererek geçiririz ve yaşamımızın geriye kalan kısmını da onları tekrar dışarıya çıkarmaya çalışarak geçiririz.” (s. 15) Biz büyürken ailemiz ve arkadaşlarımız tarafından kabul edilemez olan her veçhemizi bu çantaya koyarız. (s. 32)

Gölge bizim saklamaya ya da yadsımaya çalışmış olduğumuz tüm yanlarımızı içerir. Karanlık yan; bilincimizin derinliklerine tıkıştırılmış, kendimizden ve diğerlerinden gizlenmiştir. Bu gizli yerden aldığımız mesaj açıktır: bende yanlış bir şey var. Ben uygun değilim. Ben sevilebilir değilim. Ben hak etmiyorum. Ben değerli değilim. (s. 21)

Nefret ettiğimiz, direndiğimiz, ya da sahiplenmediğimiz her veçhemiz kendi başına bir yaşama sahip olur ve değerlilik hissimizi yavaş yavaş zayıflatıp yok eder. Karanlık yanımızla yüz yüze geldiğimizde ilk içgüdümüz başımızı çevirip ona bakmayı reddetmek, ikincisi de onunla bizi rahat bırakması için pazarlık etmektir. Hoşlanmadığımız bu yanlarımızı hapsettiğimizde, bilmeden en değerli hazinelerimizi de mühürlemiş oluruz. Bu yanlarımızın var olmalarına izin vermemeyi seçerek, onları yüzeyin altında tutmak için muazzam miktarda psişik enerji harcamaya zorlanırız. (s.31) Bir an durup, kendinizden ve dünyadan bir şey gizlemenin ne kadar çok enerji gerektirdiğini düşünün. (s.84) Bir şey olmamaya çalıştığımızda içsel kaynaklarımızı tüketiriz. (s.113) Onları gizlemek için harcadığınız tüm o enerjiyi kendi gelişiminize ve en yüksek hedefinize erişme yolunda harcayabileceksiniz. Bizler sadece sırlarımız ölçüsünde hastayızdır. Bu sırlar bizim hakiki benliğimiz olmamızı olanaksız kılarlar. (s.84)

Biz maskemizin içsel benliğimizi gizlediğine inanırız, ama kendimizle ilgili tanımayı reddettiğimiz her şey başını kaldırıp kendisini en beklemediğimiz anda tanıtır. (s.33)

Birçoğumuz karanlıktan olduğu gibi ışıktan da korkarız. Birçoğumuz kendi içimize bakmaya korkarız ve korku bize o kadar kalın duvarlar ördürür ki artık gerçekte kim olduğumuz hatırlayamayız. (s.25)

Gunther Bernand: “Biz kim olduğumuzu unutmayı seçer ve sonra unutmuş olduğumuzu unuturuz.” (s.53)

Gölgenizi bastırırsanız, ışığınız da parlamaz:

Siz ışığınızı ortaya çıkarmak için karanlığa girmek zorundasınız. Biz herhangi bir hissi ya da dürtüyü bastırdığımızda, onun zıt kutbunu da bastırıyor oluruz. Eğer çirkinliğimizi yadsırsak, güzelliğimizi de azaltırız. Eğer korkumuzu yadsırsak, cesaretimizi de azaltırız. Eğer açgözlülüğümüzü yadsırsak, cömertliğimizi de azaltırız. (s.26)

Bill Spinoza “Olamadığınız şey sizin olmanıza izin vermeyecektir.” Eğer özgürleşmek istiyorsanız, önce olabilmeniz gerekir. Bu kendimizi yargılamaya son vermemiz gerektiği anlamına gelir. Dünya içsel benliğimizin bir aynasıdır. Biz kendimizi kabul edebildiğimizde ve bağışlayabildiğimizde otomatik olarak başkalarını da kabul eder ve bağışlarız. (s.26)

Jan Smith: “Sahiplenmediğin şey, senin sahibin olur.” (s.28)

Direndiğin şey varlığını ısrarla sürdürür. (s.29)

Eğer tüm potansiyelinizi tezahür ettirmek istiyorsanız, yadsıdığınız, gizlediğiniz ya da başkalarına projekte ettiğiniz yanlarınıza yeniden sahip çıkmak zorundasınız. (s.96)

Acılarım dünyanın ışığını gizler. (s.117)

Sözde hatalarınız aslında sizin hazinelerinizdir:

Tüm sözde hatalarınız kendinizle ilgili hoşlanmadığınız her şey sizin en değerli niteliklerinizdir. Onlar sadece aşırı büyütülmüştür. Müziğin sesi biraz fazla açılmıştır o kadar. Sadece bu sesi biraz kısın. Çok geçmeden siz –ve başka herkes- zayıflıklarınızı kuvvetleriniz olarak, olumsuz yanlarınızı olumlu yanlarınız olarak göreceksiniz. Onlar size karşı değil, sizin için çalışmaya hazır harikulade aletler haline gelecek. Yapmanız gereken tek şey bu kişilik özelliklerini o anda uygun olan ölçülerde kullanmayı öğrenmektir. Bu harikulade niteliklerinize ne kadar ihtiyaç olduğunu değerlendirin ve o ölçüden daha fazlasını sunmayın. (s.18)

Yapmam gereken tek şey bu davranışları farklı biçimde kullanmak. Onları bastırmak değil. Onları sahiplenmemek değil. Sadece onları farklı bir biçimde kullanmak. (s.18)

Mesele; hoşlanmadığımız yanlarımızdan kurtulmak değil, bu veçhelerin olumlu yanını bulup onu yaşamımızla bütünleştirmek. (s.29)

Her veçhemizin bir armağanı vardır. Her duygumuz ve her özelliğimiz aydınlanmaya, birliğe giden yolu görmemize yardımcı olur. Gölgemiz eksikliğimizi, nerede tam olmadığımızı işaret etmek için vardır. (s.39)

Jung: “İnsan ışık figürlerini imgeleyerek değil, karanlığı bilinçlendirerek aydınlanabilir.” (s.30)

***

Karanlığa farkındalığın ışığını tuttuğumuz nice an’lar dileği ve sessiz bir sevgiyle…

16 Mart 2009 Pazartesi

Bir Egzersiz...

Validebağ Korusu, İstanbul, 15.03.2009


Bugün bir egzersiz yapalım...

Kullandığımız dile bir bakalım...

Mesela şöyle cümleler kurup, içimizde nasıl hissettiğimizi gözlemleyelim:

Ben öfkeyim.

Öfke içindeyim.

Ben öfkeden ayrıyım.

Bu benim öfkem.

Her bir cümleyi söylerken, içimizden geçen enerjinin niteliğine dikkat edelim.

Sonra kelimeleri değiştirelim.

Ben öfke değilim.

Öfkenin içinde değilim.

Öfkeden ayrı değilim.

Öfke benim değil.

Yine enerjiye, hislerimize bakalım.
Sonra bu cümleleri değişik kelimelerle (ağrı, mutsuzluk, sevinç, huzur, toprak, su, ateş, hava, görülen şeyler, duyulan şeyler, hissedilenler, herşey) deneyelim ve üzerinde düşünelim. Enerjilerin doğasına, bizim bunlarla ilişkimize, "hepimiz biriz" fikrine ilişkin bize bir açılım getirip getirmediğine bakalım...

(Pressing Out Pure Honey, Sharda Rogell, 2006: 11-13, Aktardığı kaynak: Buddha, Herşeyin Kökü)

11 Mart 2009 Çarşamba

Hızlı Değişim İsteği

Yaşamın esneklik egzersizlerine tabi tutulduğumu düşündüğüm şu günlerde, sörf tahtasını dalgaların üzerinde tutmak için pür dikkat kesildim... Haliyle önümdeki ve en yakındaki dalgalara odaklandığımdan, üstünde keyifle aktığım blog yazıları yavaş yavaş arkadan geliyor, hatta bekliyor... Sürece teslim oldum, dikkatle izliyorum...

Yine şartlar gereği hızlıca çanta toplayıp, yollara düşmeme birkaç saat kala, geçen gün neredeyse kendi kendine masamın üzerine gelip, orada kalan kitabı rastgele açtım. Bakalım bu kez de birçoğumuzun yaşamıyla örtüşecek bir cümle olacak mı? :)

"Bir şey gösterildiğinde/bir şeye dikkat çekildiğinde, tek düşüncemiz yanlıştan doğruya gitmek oluyor. Yanlışa ulaşmamızın yıllar aldığı gerçeğine rağmen, doğruya bir anda ulaşmaya çalışıyoruz."
"When anything is pointed out, our only idea is to go from wrong to right, in spite of the fact that it has taken us years to get wrong: we try to get right in a moment."
F.M.Alexander
(Teach Yourself Alexander Technique, Richard Craze, 1996:68)

Fark ettiğimiz alışkanlıkları, tutumları, anlayışları, kalıpları değiştirmeye, dönüştürmeye çalışan hepimize kolaylık, anlayış, empati, şefkat, kararlılık ve süreçte 'keyif' almayı hatırlamamız dileğiyle...


10 Mart 2009 Salı

Yola Işık Tutan Sözler: Biliyorum Sanmak

Çeşitli boyutlarda yaşamdaki öğrenciliğim hızlandırılmış kurslarla devam ediyor... O yüzden bazı sınıflara yetişemiyorum her ne kadar yüreğimde canlı olsalar da :))

Bugün rastlantısal olarak gördüğüm bir sözü paylaşmak istiyorum.

"İnsanlar "biliyor olduklarına" inanmaya devam ettikçe, bir şeyi kökünden düzeltmek imkansız- onlara bir şeyler öğretmek imkansız hale geliyor."
"If people go on believing that they 'know' then it is impossible to eradicate anything- it becomes impossible to teach them."
F. M. Alexander
(Teach Yourself Alexander Technique, Richard Craze, 1996:5)

Bazen onu biliyorum, bunu biliyorum, aaa onu hiç yapmıyorum, buna dikkat ediyorum diye kendimizi kandırdığımız oluyor mu acaba? "Oldum" diye içten içe kendimizi iyi hissetmek için havalara giriyor muyuz? Karşımızda gördüğümüz talihsiz davranışları yargılıyor, "Ben hayatta böyle davranmıyorum" diye üstünlük duygularına kapılıyor muyuz? Hakikaten yapmıyor muyuz, hiç yapmadık mı, ileride yapmayacağımızdan nasıl bu kadar emin oluyoruz? İyice bakalım içimize...

Bir söz daha, bu kez Krishnamurti'den:
"Dönüştüğünüzünü farkındaysanız, o halde dönüşmemişsinizdir.
"Biliyorum" diyen insan, en yıkıcı insandır, çünkü gerçekte hiç bir şey bilmiyordur. Ne biliyor ki? Kısacası, dönüştüğünüzün bilincindeyseniz, dönüştüğünüzün farkındaysanız, dönüşmemişsinizdir."
When you are aware that you are transformed, you are not.
A man who says, 'I know' is the most destructive human being because he really does not know. What does he know? So, when you are conscious you are transformed, when you are aware that you are transformed, you are not.
Collected Works, Vol. VIII - 5

3 Mart 2009 Salı

Yola Işık Tutan Sözler: Yaşamdan Öğrenmek

Siskokid, http://www.flickr.com/photos/12946248@N02/2511873519/



"Bana çatandan bir şeyler öğrenmeye can atarım. Zararıma da olsa eleştiriciye uysal davranmalıyım ki, beni her zaman serbestçe uyarsın; kendimi düzeltmeme yardım etsin."

Montaigne (Denemeler)


Karşımızdakine gördüklerimizi bazen söylemekten çekindiğimiz olmuyor mu gelecek tepkiden çekindiğimiz için? Oysa görmüyor muyuz gittiği yol pek talihsiz, en azından bize öyle görünüyor ve 'keşke birlikte bakabilsek bu yolun nereye gittiğine ama konuşulmuyor ki', dediğimiz olmuyor mu? O zaman hemen kendimize dönüp bakalım. Biz de böyle yaşamdan gelen yansımaları kişisel alıp, kızıp, geri gönderiyor muyuz? Acaba burada göreceğim başka ne var diye bakmadan, 'pek kıymetli' kimliğimizi korumaya mı girişiyoruz hemen? Paspas olup, herşeyi kişiselleştirmekten söz etmiyorum elbette. Kim ne söylüyorsa, kendine ilişkin bir bilgiyi veriyor. Ancak o bilgiyi bizim duymamızın, o kişiyi kendi resmimize çizmemizin de bir nedeni olabilir. Buna bakıyor muyuz? Belki bir konuda netleşmemize, güçlenmemize destek oluyordur, belki bir uyandırma zilidir, belki aynalık yapıyordur... Kısacık da olsa bir durup, bakıyor muyuz yaşam bana ne söylüyor acaba?


2 Mart 2009 Pazartesi

Olanla Derinden Bağlantı

Bugünler "kontrol etme isteği/çabası/arzusu" üzerine gözlem yapıyorum, düşünüyorum. Gücümüzü fark etme ve ortaya koymanın sağlıklı olduğunu görüyorum ve ne zaman, hangi hallerde gücümüzü bilgece kullanmaktan çıkıp, kontrol etme oyunlarına giriyoruz diye izliyorum. Bu farkındalığın çok önemli olduğunu görüyorum, zira kontrol edemediğimiz hallerde "çıldırıyoruz, kızıyoruz, suçluyoruz, raydan çıkıyoruz". En başka bu kontrol etme arzusu olmasa, raydan da çıkmayacağız.

Bugün bir zaman önce okuduğum Ram Dass'ın "Compassion in Action" kitabından bir sözü paylaşmak istiyorum:
"Artık spiritüel yolculuğumu, seçim yapmaktan ziyade olanı dinlemek ve olanı derinden duymak/olanla derinden bağlantı kurmak olarak tanımlıyorum."
İngilizcesini de yazacağım: "I define my spiritual journey more as one of listening and tuning into what is than of choosing."

Olanla derinden ve içten, tüm samimiyetimizle bağlantı kurulduğunda, olanı derinden dinlediğimizde kontrol etmeye gerek kalmıyor. Üzerinde biraz daha gözlem yapalım, düşünelim...