31 Temmuz 2009 Cuma

Endişeli Misiniz? Yola Işık Tutan Paragraf

Eckhart Tolle dizimizi bugün de bozmayalım. Bu kez de Şimdinin Gücü'nden rastgele bir sayfa açıyorum, sağdaki sayfa olsun diyorum ve... (Rahat okunabilmesi için paragrafları kendim oluşturdum, orijinali tek paragraf)


"Endişeli misiniz? Sık sık "eğer ... olursa, ne olur?" diye düşünüyor musunuz? Eğer öyleyse siz, kendini gelecekteki hayali bir duruma projekte eden ve korku yaratan zihninizle özdeşleşmişsinizdir.

Sizin böyle bir durumla başa çıkmanızın hiç bir yolu yoktur, çünkü o mevcut değildir. O zihinsel bir hayalettir.

Siz sadece şimdiki an'ı kabul ve tasdik ederek bu sağlığı ve yaşamı kemiren deliliği durdurabilirsiniz. Soluk alıp verişinizin farkında olun. Havanın bedeninize girip çıkışını hissedin. İçsel enerji alanınızı hissedin.

Zihnin hayali projeksiyonlarının tersine, gerçek yaşamda başa çıkmanız gereken tüm şey
bu andır.

Kendinize gelecek yıl, yarın yada beş dakika sonra değil, şu anda hangi "soruna" sahip olduğunuzu sorun. Bu anda yolunda olmayan ne var?

Siz Şimdi ile daima başa çıkabilirsiniz, ama gelecekle asla başa çıkamazsınız, bunu yapmak zorunda da değilsiniz.

Ne önce, ne de sonra, ancak ona ihtiyacınız olduğu anda yanıt, güç, doğru eylem ya da kaynak ortaya çıkacaktır."
(Şimdi'nin Gücü, Eckhart Tolle, Akaşa Yayınları, 2004: 105)


An'da olan ile her daim başa çıktığımızı, tüm gücün, kaynağın, cevabın ihtiyacımız olan an'da ortaya çıktığını hatırlayabilmemiz, hep hatırlayabilmemiz dileğiyle... Ve unuttuğumuzda da dostların, yaşamın hatırlatmalarını duyabilmemiz dileğiyle...



30 Temmuz 2009 Perşembe

Şimdinin Gücü- Kitap

Şimdinin Gücü Uygulama Kitabı'ndan rastgele bir sayfa açtım:

"Kendinize şunu sorun:
Yaptığım şeyde sevinç, rahatlık ve hafiflik var mı? Eğer yoksa, zaman şimdiki anı örtüp karartıyor ve yaşam bir yük ya da bir mücadele olarak algılanıyor demektir.

Eğer yaptığınız şeyde bir sevinç, rahatlık ya da hafiflik yoksa, bu ille de yaptığınız şeyi değiştirmeniz gerektiği anlamına gelmez. Nasıl'ı değiştirmek yeterli olabilir. "Nasıl" daima "ne"den daha önemlidir. Elde etmek istediğiniz sonuçtan çok, bunu nasıl yaptığınıza daha fazla dikkat verip veremeyeceğinize bakın. En büyük dikkati yaşanan anın sunduğu şeye verin. Bu, olanı tamamen kabul ettiğiniz anlamına gelir, çünkü siz en büyük dikkati bir şeye verip de aynı zamanda ona direnemezsiniz.

Siz şimdiki anı onurlandırır onurlandırmaz, tüm mutsuzluk ve mücadele ortadan kalkar ve yaşam sevinç ve huzurla akmaya başlar. Şimdiki-anın farkındalığıyla davrandığınızda, yaptığınız her şey -en basit eylem bile- bir nitelik, özen ve sevgi duygusuyla dolu hale gelir
."
(Şimdinin Gücü Uygulama Kitabı, Eckhart Tolle, Akaşa, s. 36-37)


Olan'ı, nasıl'ı fark ettiğimiz nice anlar dileğiyle...


28 Temmuz 2009 Salı

Var Olmanın Gücü- Bir Kitap Daha...

Hani kafamızın içinde içselleştirdiğimiz kişiler vardır, bize bir şeyleri hatırlatırlar ya, benim de kafamın içinde küçük bir Seda var. Ne zaman bloga yazı yazamasam, sabahtan itibaren "Hale, yine girdim baktım, blogda yazı yok. Haydi ama. Son yazıyı, fotoğrafı ezberledik." cümleleriyle zihnimde konuşuyor. Çok severim arkadaşımı, onun da bir misyonu beni yazmaya teşvik etmek anlaşılan. Müteşekkirim, zira kimi zaman dışarıdan da disiplin, motivasyon gerekiyor. Bazen zihnimdeki küçük Seda'yı memnun etmek için, iki arada bir derede bir iki satır yazdığımda da, bizimki "Bugün biraz görev duygusuyla mı yazdın" diye telefon açıyor :))) Bu işleyiş içimi kıkırdatıyor... :)

Bugün sabahtan beri kitapların içinde, bilgisayarın başında geziniyorum. Değerdi, anlamdı, sosyal hizmetti, dolanıyorum. Arka fonda Seda :))

Durdum, "haydi" dedim. Okuduklarım içinden de paylaşabileceklerim olabilir ancak anlamlı bir bütün haline koyamayacağım şimdi. Yaz ayları belki kitap okumaya daha çok zaman ayırabildiğimiz aylar. Yine pek beğendiğim bir kitabı yazayım bugün. Daha önce yazdıysam kusura bakmayın.

Yıllar önce Kanada'dan Lale göndermişti "harika bir kitap, mutlaka okumalısın" diye. Gerçi kitabı elime almam zaman almıştı ama alınca da bırakamadan, hızla okumuştum.

A New Earth- Awakening to Life's Purpose-
Türkçesi: Var Olmanın Gücü- Yaşamının Amacını Uyandır
Eckhart Tolle (Şimdinin Gücü'nün yazarı)

Kitabın neyle ilgili olduğuna ilişkin hiç yazmayayım. Bir gün bir kitapçıya gittiğinizde, şöyle birkaç sayfasına bakın. İçinize uygun gelir, bir heyecan duyarsanız, tümünü okuyun. Çok temel rehberlikler var içinde. Bizim farkındalık çalışmalarıyla da çok örtüşüyor.
Bir küçük bölüm kitaptan:

"Yaşam sana bilincinin evrimi için en yararlı deneyimi verecektir.
Bu deneyimin senin ihtiyacın olan deneyim olduğunu nasıl bilirsin?
Çünkü şu anda içinde bulunduğun deneyim bu..."
(s.41- ingilizcesinde)

Bilincin evrimi...
İnsan potansiyelini geliştirmek...
Şu ana kadar bildiğimin ötesine geçmek...
Karanlıkta kalmış bir yere ışık götürmek...
Bilinmeyenin bir parçasını keşfetmek...
Macera...

Şu andaki deneyimin bana, sana, bize sunduğuna bakın...

Şu ana bir de böyle bakalım...

İçteki Seda memnun, ben memnun, Seda'cığımı ve sizi bilmiyorum. Yine kitaplara dönüyorum... :)))

24 Temmuz 2009 Cuma

Gizemi Yaşamak...

Fotoğraf: Deniz Dinçel, Bolu, Haziran 2009

Lale çok güzel bir söz göndermiş dün... Haftasonunda içimizde, zihnimizde bir gezdirelim bu sözü, bakalım neler ilham edecek, bizi nasıl özgürleştirecek...

"Yaşam; yaşanacak bir gizemdir,
çözülecek bir problem değil."
David Whyte

"Life is a mystery to be lived & not a problem to be solved."



23 Temmuz 2009 Perşembe

Alçakgönüllülük

İnsana “Kendini bil!” denilmesi,
yalnız gururunu kırmak için değil,
değerini de bildirmek içindir.
Cicero
(Üniversitedeyken çok sevdiğim, yararlandığım, dersini büyük keyifle çalıştığım tek hoca Vecdi Aral’ın “Varlığı Vareden İlke: Sevgi” kitabından,
İstanbul Barosu Yayınları, 2005:30)


Belki kendi değerimizi gerçekten, yürekten bilirsek, kendini beğenmişlik yanılgısına da düşmeyiz ya da düşmüşsek çıkabiliriz.
Bazen bakıyorum da kendini beğenmişlik o kadar ince, belli belirsiz yollarla yaşamımıza giriveriyor ki: yardım istememek, ille her şeyi kendinin yapacağını düşünmek, bir şeyi bilmediğinde/ yapamadığında kendini dövmek, yargılamak (ben ha, nasıl bilmem ha, mümkün mü, nasıl olur, nasıl yapamazsın!), takdir görmeyince bozulmak (nasıl beni takdir etmez!), karşısındakine bunu da nasıl bilmiyor diye gözleri devirmek, herkesin kendisini izlediğini/düşündüğünü zannetmek, ne kadar ileriyi görüyorum ama kimse anlamıyor demek, ben bunları çoktan aştım, millet nerede demek, gibi… Örnek çok…

Yine hoca kitabında Küçük Prens’ten bir alıntı yapmış, ne komik hallere düşebiliyoruz:
“İkinci gezegende kendini beğenmişin biri vardı. Küçük Prens'i uzaktan görür görmez haykırdı:
- İşte hayranlarımdan biri!
Kendini beğenmişlerin gözünde her insan bir hayrandır.” (s. 28)

İyi o zaman alçakgönüllü mü olalım?

Derler ki, “Alçakgönüllü olmaya çalışma, bu mümkün değil. Sen kendini beğenmişliklerini fark et, ‘yine bu enerji geldi’ de, sakince sönmesini bekle, gidince, yaşamına devam et. Bir süre sonra bu enerjinin azaldığını göreceksin. Alçakgönüllülük kendiliğinden oluşacak.”

Bu bilgi kulağıma nereden küpe olmuş bilmiyorum; kibir ego kazanında en sona kalırmış, kaynarmış kaynarmış yine de canlı kalırmış, yani nefs terbiyesinde her şeyleri aşanlar bile en son kibirle uğraşırlarmış. Elbette bu bir genelleme, an'da olan/ yaşanan için geçerliliğini bilemeyiz, kafamızda kalıp/ inanç yaratmaya gerek yok. Ancak belki bize uyarı olabilir, “dikkat kibir çıkabilir” kabilinden :)) “Artık hiç kızmıyorum, sevgi doluyum, yargılamıyorum” dediğimizde gözümüzün önüne gelebilecek bir uyarı tabelası…

Nereden nereye geldik…

Dedik ya başında gururun, kibirin, kendini beğenmişliğin bir nedeni de belki kendimize değer vermediğimizden. Açığı böyle kapatmaya çalıştığımızdan. Cicero’yu dinleyelim o halde, sistemimizden yaşama akan değerleri de fark edip, kutlayalım… Belki yaralar şifalanır, ne isek o’nunla, olanla mutlu mesut yaşarız…

Mutlaka yazmışımdır bir yazıda. Tayyip Amca derdi ki, “Bizde yüce, cüce yoktur.” Onu da anmış olalım, ışıklar gönderelim bu vesileyle…

Yüce cüce algısının kalmadığı yere ulaşmak ve orada buluşmak dileğiyle…



---
Hayat bana her günün farklı olduğunu, gelecek için konuşmamayı öğretmeye çalışıyor sanırım. Dün uzun yazı yazamayacağım bir süre dedim, bugünkü yazıya bakın :) Belki kabul edince durumu, akış değişiyor… Dersler, dersler :)

22 Temmuz 2009 Çarşamba

Bir Kitap Daha: Yolculuk

Validebağ Korusu, 2008

Bir süredir uzun yazılar yazamıyorum, hatta kimi zaman hiçbir yazı koyamıyorum, biliyorsunuz. Tahminim bu biraz daha böyle gidecek. Bir yorum katmadan yalnızca bir söz koymayı, kitap ismi yazmayı istemiyorum. Ancak belki de hiç yoktan böylesi daha iyi olacak... Uzun uzun yazabildiğim günlere kadar idare edelim, olur mu? :)

Son yazının yorumunda Duygu bir kitaptan söz etmiş, çok da iyi yapmış... Sağolasın Duygu'cum...

Kitap: Yolculuk (The Journey) Brandon Bays, Kuraldışı...

Bu kitabı birkaç sene önce Deniz'den (Dinçel) duymuştum. Hatta bizim evde kaldığı bir dönemde hızla okumuştum. Çok beğenmiştim. Hatta arkasındaki rehberlikle kendimize bu çalışmayı yapmıştık. Bire bir olmasa da, çalışmalarda bazı bölümlerini sıklıkla kullandığım bir yaklaşım. Çok işe yaradığını da gördüm hem kendimde, hem başkalarında...

Kitabı okuyalı bir zaman oldu, Türkçesi de yok bende henüz, o yüzden aklımda kalanı biraz paylaşayım. Bazen zor duygularla ne yapacağımızı bilmiyoruz, diken ne zaman nerede battı hatırlayamıyoruz ve de bedenimizde hastalıklar, ağrılar yaşıyoruz ya, işte Brandon bizim yakın olduğumuz bedensel farkındalık da dahil olmak üzere, çeşitli yaklaşımları birleştirerek hücrelerdeki anıyı bulup, şifalandırmaya yönelik bir teknik oluşturmuş. Kendi üzerinde deneyerek oluşturduğu için, uygulanışı oldukça sade ve basit. Kitabın arkasındaki rehberliği izlemek yeterli oluyor. İngilizce CDleri de var, kendi kendinize uygulamayı kolaylaştıran. Uygulamanın basit olmasına aldanmamak gerek, çok derinleşmek mümkün olabiliyor, kapsamlı şifalar gerçekleşebiliyor. Duyguların ifadesine, içgörüye, idrake, öğrenmeye, affetmeye, kendini tanımaya, yaşananların altındakileri görmeye yardımcı olabilecek bir uygulama... (Kitabı okuyanlar belki biraz ilave yaparlar, şimdi kitaba göz gezdirecek fırsatım olmadığından bu kadar yazmakla yetineyim, ortamı açmış olayım. Bu uygulamanın eğitimini de almış olan Deniz ekleme yaparsa, ayrıca pek güzel olur.)

Kısa yazabiliyorum dedim, ama bilgisayar başına oturunca, parmaklar işliyor :))

Gönlümüzde bütünün en yüksek iyiliğine olan her ne varsa gerçekleşmesi dileğiyle...





20 Temmuz 2009 Pazartesi

Yine Bir Kitap Düştü Aklıma

Bu leylekler yuvalarındalar, ancak bu yıl leylekleri havada da görmüşüm ki,
sürekli bir hareket hali sözkonusu... :) 11.7.2009, Selçuk

Belki 15 yıldır kapağını açmadığım bir kitap aklıma düştü bir süre önce... Universal Compassion (Evrensel Şefkat), Geshe Kelsang Gyatso, Tharpa Yayınevi, 1988. Kütüphanede buldum, bir sayfasını açtım...

Gyatso, "İlk önce en büyük akıl karışıklığını/iç engelini arındır." diyor... En büyük engelinizi aştığınızda/erittiğinizde/içinden geçtiğinizde, diğerleri çok daha kolay gelir size... Bu cümleler bana Likya yürüyüşünde yolda karşılaştığım Itzik'in sözlerini hatırlattı. Itzik de "Farklı alanda bir korkunla bile yüzleşsen, günlük yaşamına döndüğünde diğer korkularını farklı bir şekilde ele aldığını görürsün" diyerek, yaşadığı bir deneyimini paylaşmıştı.

Gyatso mealen diyor ki, "Kızgınlığa eğilimin varsa, kaçma, üzerine git. Anlamaya, tanımaya çalış. Dur, iyice incele. Sabır geliştirmek için uygulamalar yap. Sabır kızgınlığın panzehiridir. (Arkadaşım Banu hep, "Sabırla tahammülü birbirine karıştırmamak lazım" der.) Kızgınlığınız bir anda yok olmaz ama haftadan haftaya azaldığını göreceksiniz. Eğer en büyük engeliniz, kıskançlıksa, onunla uğraşın. Çok yoğun arzularınız, hırslarınız varsa, onlarla çalışın. En büyük her neyse, oradan başlayın."

Deneyimlerimden biliyorum ki, bazen bir şey o kadar büyük oluyor ki, görmek neredeyse mümkün olmuyor. Sonra bu kadar büyük bir hali nasıl görmedim diye şaşkınlık içinde kalıyoruz. Şu andaki anlayışıma göre, bunları görebilmemizi mümkün kılan, biraz küçülmüş olmaları ve bizim üzerimizdeki hakimiyetlerinin biraz azalmış olması. Yani görebiliyorsak, önce kutlama yapalım: "çok şükür görüyorum"... Sonra da her ne adım atılması uygunsa, yürümeye devam...

Her zaman en büyük engelden başlamak uygun mudur bilemem, bazı hallerde uygun olmayabilir. Ancak bu kitabın bu sayfası önümüze açıldığına göre, düşünmeye, gözlemlemeye, denemeye değebilir...


3 Temmuz 2009 Cuma

"Şimdi Duydun İşte"...

A bending Old Cherry Tree (Eğilen Yaşlı Kiraz Ağacı) Joka2000, http://www.flickr.com/photos/joka2000/447004999/

Bir konu üzerinde çalışıyorum bir zamandır. Okudukça, ucu bucağı görünmez olan bir konu. Çok keyifli ancak arada ofluyorum, pofluyorum. Geçenlerde annemlere gitmiştim. Naz yapayım azıcık dedim, biraz da zamanın sıkıştırdığı bir dönem... Mırıl mırıl mırıldandım, "Öyle böyle bir konu değilmiş seçtiğim. Bu yaşa geldim, şunu hiç okumamışım, buna bakmamışım, bunu hiç duymamıştım daha önce."

Babam ancak birkaç dakika dinledi, gözlüklerinin üstünden baktı, sakin bir sesle, "Şimdi duydun işte" dedi...

Gözlerim kocaman oldu, bazen sanki zaman durmuş gibi olur ya, öyle oldu. Başka ne denir! "Şimdi duydum işte." Birkaç kelime an'a getiriverdi beni... Gerçeğe, olan'a, mevcut önümde durana...

Günlük yaşamda bazen ne çok enerjiyi pratik faydası olmayan konuşmalarla, düşüncelerle geçiriyoruz. Üstelik sırf konuşmayla, düşünmeyle kalsa iyi, eşlik eden endişe, korku, pişmanlık gibi duyguların da ortaya çıkmasına sebep oluyoruz. Üstelik bu duygular birike birike bazen büyüyorlar. Hiç yoktan başımıza iş açıyoruz...

Oysa iş basit. Yaşam basit: "Şimdi duydum işte.", "Şimdi her ne oluyorsa, o oluyor.", "Olan ne ise, ona bak işte", "Olan ne ise, onu en iyi şekilde yaşamaya bak işte.". Geçmişte ne olduysa, oldu. Geçti, bitti, gitti. Alınacak dersleri al; an'a, elindekine odaklan.

"Şimdi fark ettim işte."

"Şimdi gördüm işte."

"Şimdi değiştirme, dönüştürme fırsatı varsa, fırsatı kullan o halde."

Hepimize bilgece yaşamanın nasip olması dileğiyle...

2 Temmuz 2009 Perşembe

Ruhuyla Teşekkür...



Ismarladığım birkaç kitap gelmiş bugün. Yine bir seyahat öncesi olduğu için, uzun uzun bakacak zaman yok. Keyifle, heyecanla ama hızlıca şöyle bir göz gezdirdim... Yalnızca birinde bir paragraf okudum, bendeki etkisini paylaşayım.

Paul Tillich; The Eternal Now'da günlük yaşamımızda çok sık teşekkür ettiğimizi ancak kimi zaman içi boş teşekkür ettiğimizi yazmış. Nereye bağlayacak lafı okumadığım için devamını bilmiyorum. Ancak bana bu birkaç cümle yetti...

Gün içinde onlarca kez teşekkür ediyoruz. Kimi zaman hakikaten de, dilimiz teşekkür ediyor. Göz teması bile kurmuyoruz karşımızdakiyle. Kasiyer, şoför, kapıyı tutan kişi, gazete bayii, iş arkadaşımız, ev ahalisi. Hatta ev ahalisi kimi zaman teşekkür bile duyamıyor, sunulan zaten sunanın göreviymiş, ayrılmaz bir parçasıymış gibi doğal karşılıyoruz.

Oysa teşekkür ettiğimizde gerçekten içini doldurarak teşekkür etsek, acaba dünya nasıl bir yer olurdu? Bize pek bir şeye mal olmazdı, aynı saniyeler, aynı beden hareketleri ama ruhuyla bir teşekkür, göz temasıyla, içtenliğiyle... Ortamdaki enerji, karşımızdaki ile bağlantı değişiverir herhalde, ki biliyoruz böyle teşekkür ettiğimizde nasıl içimiz bir anda coşkuyla doluyor. Coşkunun da çeşitleri var bana göre. Ruhuyla teşekkür edildiğinde, kimi zaman bir çocuk coşkusu, kimi zaman da karşımızdakinin en yüksek iyiliğini isteyen bir dilekle sarmalanmış bir coşku kaplıyor içimizi...

Çeşit çeşit sorunla, durumla karşılaştığımız şu günler belki bir rahat nefes getirir bize ruhunu da ilettiğimiz her içten teşekkür... Hiç teşekkür etmediklerimiz, yalnız ağzımızın teşekkür ettikleri ve hele de kendimiz... Denemeye, gözlemlemeye değer sanki...

Daha önce benzer bir yazı yazmıştım diye hatırlıyorum ama bugün tekrar hatırlama günü belki...

Bu satıra ulaşmış tüm gözlere, tüm yüreklere yürekten taşan sevgiyle kocaman bir "teşekkür"... :))


1 Temmuz 2009 Çarşamba

"Değerini Bilmek"...


Dün internetten bir hikaye gelmiş... Okuyunca, "Ah" dedim... Hikayenin her iki tarafında da bulunmuş, bulunmakta olan kişi olarak... Yani hem bakkal, hem semerci, hem de elinde mücevher tutan biri olarak... Hepimiz gibi yani... Kendi hesabıma alacağım dersler var bu hikayeden, sizlerle de paylaşayım istedim. Belki okumayanınız vardır henüz...


"DEĞERİNİ BİLMEK

Vaktiyle ergin bir şeyh, yıllarca yanında yetiştirdiği müridini imtihan etmek ister. Onun eline iri bir pırlanta verip: “Oğlum” der “Bunu al, önüne gelen esnafa göster, kaç para verdiklerini sor, en sonra da kuyumcuya göster. Hiç kimseye satmadan sadece fiyatlarını ve ne dediklerini öğren, gel bana bildir.”

Mürit elinde pırlanta bir bakkal dükkanına girer ve “Şunu alır mısınız?” diye sorar... Bakkal parlak bir boncuğa benzettiği mücevheri alır; elinde evirir çevirir; sonra: “Buna bir tek lira veririm. Bizim çocuk oynasın” der. Mürit teşekkür edip çıkar. Bir manifaturacıya gider. O da parlak bir taşa benzettiği mücevhere ancak bir beş lira vermeye razı olur. Üçüncü olarak semerciye gidir: Buna ne verirsiniz?” diye sorar Semerci şöyle bir bakar, “Bu der “benim semerlere iyi süs olur. Bundan “kaş dediğimiz süslerden yaparım. Buna bir on lira veririm.”

Mürit en son olarak kuyumcuya gider. Kuyumcu mücevheri görünce yerinden fırlar. “Bu kadar büyük pırlantıya nereden buldun?” diye hayretle bağırır ve hemen ilâve eder. “Buna kaç lira istiyorsun?” Mürit sorar: Siz ne veriyorsunuz?” “Ne istiyorsan veririm.” Mürit, “Hayır veremem.” diye taşı almak için uzanınca kuyumcu yalvarmaya başlar: Ne olur bunu bana sat. Dükkânımı, evimi, hatta arsalarımı vereyim.” Mürit emanet olduğunu, satmaya yetkili olmadığını, ancak fiyat öğrenmesini istediklerini anlatıncaya kadar bir hayli dil döker.

Şeyhinin yanına dönen mürit büyük bir şaşkınlık içinde macerasını anlatır. Şeyh sorar: “Bundan ne anladın?” Müridin verdiği cevap çok doğrudur: “Bir şey ancak değerini bilenin yanında kıymetlidir.” Şeyh ilave eder: “İşte oğlum sen de, sana verdiklerimi, bildirdiklerimi ve öğrettiklerimi onun kıymetini bilmeyenlere verme. Eğer bir kimseye mutlaka vermek istiyorsan, önce vereceklerinin kıymetini tanıt, onlara saygıyı öğret, sonra ver.” Niceleri vardır ki, nadide güllerden meydana gelen şahâne gül bahçesini, dikenli otlardan meydana gelmiş otlar sanır da çiğner geçerler."

(Kaynağını bilmiyorum, internetten geldiği için)


Önümüze gelen mücevherlerin kıymetini bilebilmemiz ve başkalarıyla da karşılıklı paylaşabilmemiz, kutlayabilmemiz dileğiyle...