Umarım yazı hepimize yüreğimizin çağrısını duyma ve o yönde gitmeye ilişkin ilham ve güç verir…
***********
“Bu gezegende görevim ne?” sorusu kendimize tekrar tekrar sormamızda fayda olan bir soru. Aksi takdirde, başka birisinin işini yapıyor olabilir ve bunun farkında bile olmayabiliriz. Dahası, bu başkası bizim kendi hayalimizin ürünü olabilir.
Bütün yaşam formları gibi, beden dediğimiz eşsiz bir organizma parçası içerisine paketlenmiş ve aynı anda yaşamın sürekli değişen yapısı içine yerleşmiş durumdayız. Düşünen yaratıklar olarak, canlı olmanın sorumluluğunu alabilecek eşsiz bir kapasiteye sahibiz. Fakat aynı zamanda, düşünen zihnimizin bu dünyadaki geçişimizi tamamen gölgelemesine izin verecek kadar da eşsiz bir kapasiteye sahibiz. Eşsiz, benzersiz oluşumuzu asla fark edememe riskimiz var –düşünme alışkanlıklarımızın ve koşullanmalarımızın oluşturduğu gölgede kaldığımız sürece.
Jeodezik kubbenin (üçgenlerden meydana gelen ve kubbe şeklinde olan hafif bina) mucidi olan Buckminster Fuller, 32 yaşındayken bir gece Michigan Gölü’nün kenarında intihara teşebbüs etti. Bunu yapmasının nedeni, ardı ardına gelen ve hayatının alt üst olduğunu düşünmesine neden olan başarısızlıklardı. Yapılacak en iyi şeyin kendisini ortadan kaldırarak karısı ile küçük kızı için her şeyi kolaylaştırmak olduğunu düşünüyordu. Görünen oydu ki, kendisinin olağanüstü yaratıcılığına ve hayal gücüne rağmen dokunduğu ya da giriştiği her şey bir karmaşaya dönüşüyordu. (Aslında, yaratıcılığının ve hayal gücünün değeri sonradan anlaşılacaktı.) Ancak Fuller, hayatına son vermek yerine, o andan itibaren, sanki o gece ölmüş gibi yaşamaya karar verdi. Bunu yapmasının nedeni belki de kendisinin de bir parçası olduğunu düşündüğü evrenin bütünlüğüne ve düzenine olan derin inancıydı.
Ölmüş birisi olarak, işlerin nasıl yürüdüğü konusunda artık kendi adına endişelenmesi gerekmeyecekti ve kendisini evrenin bir temsilcisi olarak yaşamaya adayabilecekti. Hayatının geri kalanı bir armağan gibi olacaktı. Kendisi için yaşamak yerine, kendisini şu soruyu sormaya adayacaktı: “Bu gezegende (kendisi Dünya Uzaygemisi diyordu) yapılması gereken, hakkında bir şeyler bildiğim ve ben sorumluluk almadıkça büyük ihtimalle yapılmayacak olan ne var?” Bu soruyu sürekli olarak kendisine sormaya ve yanıt olarak ne gelirse, iç hissini de izleyerek, onu yapmaya karar verdi. Bir insan bu şekilde evrenin bir personeli olarak insanlık için çalışmakla, kim olduğu, nasıl olduğu ve yaptıklarıyla bulunduğu çevreye katkıda bulunabilir ve onu değiştirebilir. Bu; artık kişisel bir durum değildir. Bu; sadece evrenin bütünlüğünün bir parçasının kendisini ifade etmesidir.
Yüreklerimizin bizi ne yapmaya ve ne olmaya çağırdığını, davet ettiğini çok ender olarak sorgular ve sonra da bunun üzerinde düşünürüz. Bu yöndeki çabaları soru şeklinde ifade etmek istiyorum: “Bu gezegende ana işim, görevim ne?” ya da “Yapmak için para ödeyecek kadar neyi önemsiyorum?” Eğer böyle bir soru sorar ve “Bilmiyorum” dışında bir yanıt veremezsem, o zaman soruyu sormaya devam ederim. Yirmili yaşlarda bu tür sorular üzerinde düşünmeye başlarsanız, otuz beş ya da kırk veya elli ya da altmış yaşınıza geldiğinizde bu sorgulama sizi öyle yerlere götürmüş olabilir ki –eğer toplumdaki ana akışı izleseydiniz ya da ailenizin sizden beklentilerinin ya da daha da kötüsü sizin kendi kendinizi sınırlayan inanç ve beklentilerinizin peşinden gitmiş olsaydınız asla varamayacağınız yerlere ulaşmış olabilirsiniz.
Bu soruyu sormaya herhangi bir zamanda, herhangi bir yaşta başlayabilirsiniz. Hayatınızda, bu sorgulamanın bakış açınız ya da yaptığınız tercihler üzerinde derin bir etkisinin olmadığı bir zaman asla yoktur. Bu, yaptıklarınızı değiştireceğiniz anlamına gelmeyebilir, ama yaptıklarınızı görme, sürdürme ve belki de yapma tarzınızı değiştirmek isteyeceğiniz anlamına gelebilir. Evren bir kere sizin patronunuz oldu mu çok ilginç şeyler olmaya başlar, maaşı bir başkası veriyor olsa bile. Ama sabırlı olun. Yaşamınızda varlığınızı bu şekilde sürdürmek zaman alır. Başlayacağınız yer tabii ki tam burasıdır. Ya en iyi zaman nedir? Hemen şimdiye ne dersiniz?
Bu tür içe bakıştan, içi gözlemlemeden ne çıkacağını asla bilemezsiniz. Fuller’in en sevdiği açıklamalardan biri şuydu: Şu anda olduğunu gördüğümüz şey asla gerçekte olup bitenin tamamı değildir. Ve derdi ki, bal arısı için önemli olan şey baldır. Ama arı aynı zamanda çiçeklerin tozlaşmasında (polenlerini birbirlerine iletmelerinde) bir araç olduğundan doğa için bir taşıyıcı görevini de görür. Karşılıklı bağlantı doğanın en temel ilkelerinden birisidir. Hiçbir şey yalıtılmış değildir. Her olay diğer olaylarla bağlantılıdır. Farklı boyutlarda sürekli bir şeyler oluyor. Bize düşense, olanların doğasını elimizden geldiğince iyi algılamak ve yaşam halısı içindeki kendimize ait ilmekleri içtenlik ve kararlılıkla atmayı öğrenmek.
Fuller, doğanın temelini oluşturan bir mimariye inanıyordu ki, ona göre bu mimaride biçim ile fonksiyon kaçınılmaz bir şekilde birbiriyle bağlantılıydı. Doğanın şablonunun çok mantıklı, anlamlı olduğuna ve pratikte bizim hayatlarımızla birçok seviyede ilişkili olduğuna inanıyordu. Fuller ölmeden önce, kristalografik (kristallerin yapısı ve oluşumuyla ilgili bilim dalı) X-ray çalışmaları gösterdi ki birçok virüs; onun çok yüzeyli cisimlerle zaman geçirip, oynarken keşfettiği jeodezik ilkelerin aynısıyla yapılanmaktadır.
Bunu görebilecek kadar uzun yaşamadı, ama onun yeni ufuklar açan diğer bütün buluş ve fikirlerine ek olarak, futbol topuna benzeyen karbon bileşiklerinin beklenmeyen keşfi sonucunda kimya konusunda tamamen yeni bir alan ortaya çıktı. Çok önemli özellikleri olan bu bileşikler çok kısa bir süre sonra onun ismiyle (‘Buckminsterfullerenes’ ya da ‘buckyballs’ olarak) anılmaya başlamıştı. Kendi oyun bahçesinde oynarken ve kendine özgü yolunu izlerken, derin düşünceleri onu buluşlara ve asla hayal edemeyeceği dünyalara götürdü. Aynı şey size de olabilir. Fuller hiçbir zaman kendisini özel birisi olarak görmedi, sadece düşüncelerle ve biçimlerle oynamayı seven sıradan birisi olarak gördü. Sloganı şuydu: "Eğer ben anlayabiliyorsam, herkes anlayabilir.”
“Bu gezegende yapılması gereken,